Biz de tüm devrim hayranlarının uğramadan geçmediği Santa Clara’ya, Che’nin anıt mezarını görmeye gidiyoruz bugün. Büyük usta Nazım’ın, arkadaşı Abidin Dino’ya yazdığı; “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? 1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?” dizelerine karşılık, büyük ressam Abidin Dino resimle değil de yine şiirle cevap verir büyük ustaya ve bu verdiği cevap her daim gözleri doldurmaya yeter. Hatta bu şiiri her okuduğumda 1961 yazındaki Küba’yı hayal ettiştim bilmeden hep. Şimdi ise devrim ateşinin yandığı şehre Santa Clara’ya gidiyoruz. 1961 yılının yazını göremedik belki ama bu şehirde halen 1961’in sıcak yaz esintileri mevcut.
Yaklaşık iki saatlik bir yolculuk için Trinidad’da edindiğimiz Türkçe bilen arkadaşımız Edi bizi yolcu etti. Ona yanımda getirdiğim yedek sırt çantasını ve Türk bayraklı tişörtümü hediye ettiğimde gayet mutlu oldu. Bizi Türk usulü “iki defa öperek” yolcu etti. Çünkü Küba’da insanların karşılaştıklarında öpüşme şekilleri bir kez ve Edi daha önce Türkiye’ye geldiği için bizim geleneklere oldukça hakim. Bu arada bizim köyde üç kere, Mısır’da dört kere öpüşülüyor.
Solunuza Atlantik Okyanusu'nu alıp, sağımıza yeşilin bütün tonlarını alıp yolculuk yapıyorsanız Küba’da doğu batı yönünde ilerliyorsunuz demektir. Kişi başı 20 Kuka (60 TL) anlaştığımız bize özel taksi ile Santa Clara yolundayız. Köylerin içinden geçerken bize köy gibi gelen şehirlerden çıkıp yolculuk yaparken köylerin içinden geçtik. Bunlar için ise ne demek doğru olur bilmiyorum. Ama daha zorlu yaşamların olduğunu söylemem yanlış olmaz. Yani şehirdeki insan ile buradaki insanların çok fazla eşit olduğunu düşünmüyorum yaşam kalitesi bakımından Küba’da. Yani Küba’nın da şehirlisi ile köylüsü aynı değil. Eski aracımızla yol aldığımız süre boyunca özlediğim Türkçe müzikleri dinledim. Bisikletle çocuğunu okula götüren köylüler, atın üzerinde tarlaya giden insanlar gördüm fazlasıyla. Yolda küçük bir yerde durup muz aldık. Bu kez onların kullandığı paradan yani pesodan verdiğimizde kabul gördü ve bu da oldukça ucuza gelmesi anlamına geliyor.
Bizim ülkemizden fazlasıyla fakir dediğime bakmayın. Birçok konuda bizden fazlasıyla üstün olduklarını da hissedebiliyorsunuz. Demokrasi olmamasına rağmen bizdeki gibi hakları en başından verilmiş bu insanlara. Irkçılık denen bir şey yok. Zenciler ya da eşcinseller olması gerektiği gibi normal insan olarak görülüyor. Kadınlar mini etek ve kısa şortlarla sokaktalar ve dönüpte bakan bir kişi bile yok. Bu rahatlığı güzelim İzmir’e benzettim. Herkes birbirine güveniyor. Kavga yok, gürültü yok ve suç oranı çok aşağılarda.
Santa Clara’da dikkati çeken ilk şey toplu taşıma aracı olarak at arabalarının fazlalığı. Üzerinde tentesi olan (sanrıım sık yağmur yağmasından ve güneşten) 10-12 kişinin bindiği at arabaları evlerden merkeze taşımacılığın en önemli aracı. Üç tekerli motorlar ve nadir de olsa minibüsler var. Hatta ilginç olan bir durum da kısa mesafe şehirlerarası taşımacılık kamyonlarla yapılıyor. Kamyonun kasasında açıkta giden insanların yanında, kasası otobüse çevrilmiş kamyonlar da mevcut.
Avrupalı tursitlerin ellerindeki Küba kitaplarına baktığımda, bu kitapların bırakın bizim elimizde olmamasını, Kübalıların dahi ellerinde olduğunu düşünmüyorum. Oldukça ayrıntılı ve kalın kitaplar. Bizim ülkemizde gezeceğiniz bir ülke ile ilgili bir gezi kitabı aradığınızda ayrıntılı bir kitap bulmanız oldukça zor. Var olan cep kitapları da Bertliz’in kitaplarından özet yapılmış çeviriler. Dışişleri bakanlığının bu tür sosyal işlere de zaman ayırması gerektiğini düşünüyorum. En azından temsilciliğimizin olduğu ülkeler için bu tür hazırlıklar yapması oraya giden vatandaşlarımız için iyi olacaktır.
Bu tür ülkelere geldiğimizde, kendi ülkemizde fas food kültürü diye kızdığımız şeyler kurtarıcı olabiliyor. Burada oturduğumuz restoran, diğer yerlerdekilere nazaran güzel bir pizza dükkanı. Pizza yanında genelde millet bira içiyor ve bu duruma alışık olmayan bizlere garip ama güzel geliyor. Düşünsenize Türkiye’de pizza ya da hamburgerin yanında biranızı isteyebilme özgürlüğünüzü. Düşünmesi bile güzel olabilir.
Her lider için geçerli olan bir durumdur kimi tarafından hayran olunup kimileri tarafından sevilmemek. Ama tartışmasız olan bir gerçek var ki herkes tarafından bilinmek. Dünyada en bilindik portrelerden birisi şüphesiz Ernesto Che Guevara. Che Guvera’nın anıt mezarına gitmek için üç tekerli bisikletleri tercih ettik. Yaklaşık bir km’lik yolu 1 Kuk’a bu araçla gitmemizin amacı sadece binmiş olmak içindi. Gittiğimizde Che’nin büyük bir heykeli, onun yanında devrimi anlatan duvar resmi ve Fidel’e yazdığı mektubun büyük kabartma şeklinde duvar yazısı vardı. Bu büyük anıtın altında ise müze var. Anıtkabirdekinin yanından geçemez ama yine de güzel. Müzeye girerken fotoğraf makinesi dahil tüm eşyalarımızı aldılar. O açıdan herhangi bir fotoğraf yok oraya dair. Müzede Che’nin çocukluğundan ölümüne kadar fotoğrafları, kullandığı eşyalar, günlükleri, yazışmaları gibi bir çok şey var. Müzenin yanındaki odada ise Bolivya’dan 1997’de alınan kemikleri var. Yerde bir mezar şeklinde değil ama. Bolivya’da kendisi ile birlite ölen altı yoldaşı ile birlikte resimlerinin mevcut olduğu duvara gömülü bir şekilde. Fidelin yaktığı devrim ateşi Che’nin yattığı yerin hemen yanında. Che ve diğer devrim muhafızlarının bedenleri duvara monte edilmiş durumda ve bunların önlerinde resimleri var. Önlerinde durup tarihe tanıklık ettik.
Dönüşümüzü ise yürüyerek yapıp şehirde canlı müzik olan yerlere bir göz attık. Buraya geldiğimizde son iki şehirde olmayan “şehir havası” olduğunu gözlemledik burada. Şehir meydanı, insanların koşuşturması, araçların fazla olmayan bir trafikte ilerlemesi buraya şehir havası vermeye yetmiş. Evinde kaldığımız kişi zenci bir bayan. Oldukça sıcak kanlı ama diğer ev sahiplerine göre temiz değil. Eve giriş ve çıkış için kapıda öyle ilginç bir anahtar düzeneği var ki onu uygulamalı öğrenmek için biraz çaba harcadık. Uygulamalı olarak zor anladığım o düzeneği burada yazarak anlatmak çok zor olduğu için pas geçmeyi daha uygun buluyorum. Bir de Küba’da ilginç olan bir durum daha var ki o da erkekler koltukaltı kıllarını, kadınlar da bıyıklarını uzatmayı fazlasıyla seviyorlar.
Devrim kokusunu almak için geldiğimiz bu şehirden sonra gideceğimiz yeri akşam harita üzerinde tartışıyoruz yol arkadaşım Çağlar ile. Artık yorucu günlerin ardından deniz kıyısına gidip dinlenme konusunda mutabık kalıyoruz akşamdan. Komutan Che’nin, Fidel’e yazdığı mektubun sonuna düştüğü notu yüreğimizde hissederek daldık bugünkü uykumuza: “Hasta la Victoria Siempre!” yani “Zafere kadar daima!..”