Nişabur (Neyşhabour); Meşhed yakınlarında en çok yıkılıp yapılan bir şehir, bir ticaret merkezi, ipekli kumaş yeri. Nişabur kentinin bir önemi de Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun atası, Selçuk Bey'in torunlarından Tuğrul Bey’in Nişabur kentine girerek bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra, sultan sanıyla hükümdar ilan edildiği ve Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulduğu kent olmasıdır (başkent daha sonra İsfahan'a taşımış). Dün geceki maceralı yolculuktan yorgun ve uykusuz da olsak sabah erkenden yola çıkıyoruz.
ÖMER HAYYAM
11. yüzyılda Nişabur’da doğmuş ve burada ölmüş İranlı ünlü şair, düşünür, matematikçi ve astronom. Daha çok rubaileri ile tanınan Hayyam ilk olarak cebir üzerine yaptığı çalışmalarla ünlenince Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından takvim sistemini düzenlemesi ve gerekli gözlemleri yapmak üzere davet edilir ve bilginler grubuna başkanlık eder. Hayyam, 365 günün sonundaki rakamları 11 haneye kadar hesaplayabilen bir astronom.
Melikşah öldükten sonra hacca giden Hayyam, der ki Muhammed'i kabul ettik ama onunla 7 büyük döngü bitti, indirilenlerle yetinmeyecek tasavvuf yapacağız, önce "şatıh"ın farkına varmalıyız. Yani basit düşünce ruhu ve cüz, yani beden.
Önemli matematik, felsefe, ve bilgelik sorunlarını inceleyen yapıtları; Rubaiyat, Risale fi’l-Vücut, Şerhüma ve kitabı Mizani’ı-Hikme.
Türbesi Nişabur şehri yakınında, yemyeşil küçük bir orman gibi bir bahçe içinde, çok sade ve zarif, 8 ayak üzerinde yükselen kubbemsi bir yapı. Kubbe anlam olarak 3 şekle benzetiliyor. İlki bir çadır ki babasının çadırcı olduğu söyleniyor (zaten hayyam çadır demek). İkincisi ters bir şarap kadehi; bazıları aslında hiç içki içmediğini, mutasavvıf olan Hayyam’ın, şarap kavramıyla “hakikat-i Muhammediyye”yi anlattığını savunsa da Hayyam rubailerinde sıkça geçen şarap kavramıyla birlikte anıldığı için, bu benzetme anlamlı. Üçüncüsü ise büyük bir astronom olması nedeniyle rasathane biçimine benzetilmesi.
Hayyam’ın sevdiğim bir dörtlüğü;
Kim demiş haram bilmez Hayyam
Ben haramla helali karıştırmam
Senle içilen şarap helaldir
Sensiz içilen su bile haram
FERİDÜDDİN ATTAR
Bir başka tasavvuf şairi, filozof, düşünür ve mutasavvıf…
Ferudiddin Attar da Hayyam gibi Nişabur’da doğmuş ve ölmüş. 12. yüzyılın ünlü tasavvuf şairlerinden. Hekim ve eczacı olması nedeniyle Attar (aktar) olarak anılıyor. Çoğu günümüze kadar ulaşan çok sayıda eser bırakan Attar, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflar tarafından yüceltilmiş. Sünni yönetimin işbaşında olduğu bir dönemde Şiiliği öne çıkaran kitabı bastırınca kitabı yakılmış, kendisi de Mekke’ye kaçarak son kitabı Lisan-ül Gayp’ı orada yazmış. Mantıku’t-Tayr, İlahiname, Musibetname, Hüsrevname, Bülbülname en ünlü eserleri.
Güzel ve çiçekli bir bahçeden girildiğinde oldukça küçük ve mütevazi anıt mezar. Bir kubbe altında, içinde sadece türbesi olan küçük bir bina. Gülistan Sarayı’nda çok güzel tablolarını gördüğümüz ünlü ressam Kemal-ül Mülk’ün anıt mezarı da yine bu bahçede yer almakta.
Bu iki değerli, insanların anıt mezarlarını ziyaret ettikten sonra Meşhed’e gitmek üzere yola çıkıyoruz ancak gelen bir habare gore yarın akşamki Şiraz uçağımız iptal edilmiş ve biz ziyaretlerimizi yaparken yerel rehberimiz bütün gün duruma çözüm bulmakla uğraşmış. Sonuç olarak Meşhed’e direkt uçmak yerine mecburen biraz daha erken saatte, Meşhed-Tahran-Şiraz aktarmalı olarak uçacağız. Bu nedenle yarın öğleden sonra programımızda olan Firdevsi'nin anıt mezarı ziyaretini bu akşamüzeri yapacağız.
FİRDEVSİ
TUS kentinde doğan, İran’ın en önemli ulusal değeri ve İran ulusunun kökeninin anlatıldığı, İran edebiyatının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen, ünlü Şehname’nin yazarı. Gazzeli Mahmut, Firdevsi’ye tarihî, efsanevî birçok resimlerle; av ve savaş silahlarıyla süslenmiş mükemmel bir mekân tahsis etmiş, Firdevsi de bunlardan esinlenerek, ıssız bağlarda, zümrüt kırlarda gezerek, çimlerde ve ağaçlar altında oturarak, suların şırıltısını, bülbüllerin ötüşünü dinleyerek bu manzum destanı kaleme almış ve tam 60.000 beyitten oluşan Şehname’yi yazarak Gazzeli Mahmut'a sunmuş.
Firdevsi kendine ait bir bahçe içinde gömülmüşken, Rıza Şah milliyetçilik duygusunu yeniden ön plana çıkarmak için basit mezarı anıt mezara dönüştürmüş. Muhammed Rıza Şah ise çok daha görkemli olarak yeniden inşa ettirmiş. Yeşillikler içindeki bahçeye girer girmez fiskelerle süslenmiş bir havuz, sağ tarafta Firdevsi’nin büyükçe bir heykeli ve havuzun gerisinde tüm heybetiyle Firdevsi’nin anıt mezarı yer alıyor (daha sonra görceğimiz Kuroş’un mezarından esinlenerek yapılmış). Yüksekçe bir kare platform üzerinde inşa edilmiş görkemli anıtın altındaki salon duvarlarındaki panolarda, yüksek kabartmalarla Şehname’nin önemli bölümleri anlatılmış. Firdevsi’nin sandukası da harika bir avizenin altında bu salonda ziyaretlere açık.
Bahçe içindeki müzede ise Şahname’nin 73 kg ağırlığındaki eski bir nüshası yer almakta, kitap içinde birçok da minyatür bulunduğunu açık duran sayfadan anlıyoruz.
Uçağımızdaki değişiklik sonuçta olumlu bir duruma dönüşüyor, zira anıt mezar ve içinde bulunan müze ziyaretinden çıktıktan sonra hava kararmaya başlamış, ışıklar yanmaya başlamış ve anıt mezar da çok güzel ışıklandırılmıştı, bize de bu ışıklar altında çok güzel fotoğraflar çekme olanağı verdi. Hava kararırken Meşhed’e doğru yola çıkıyoruz.
Yarın Meşhed’de kutsal bir yere, hacı olmaya gidiyoruz…