"Doğru yaşam"; Ne zaman başlar ki bu? 'Kaçırılır' mı yoksa yanından geçip gidilir mi? - Rosa Luxemburg
Konumuz Slovenya ve Lubliyana olunca, Sloven şair France Preseren'den bahsetmeden yazıma başlamak istemedim. Şair en güzel şiirlerini hiç kavuşamadığı aşkı Julija Primic'e yazmış. Ne tuhaf değil mi? Tek bir kişiye adanmış bir ömür... Onun aşka, sevgiye bakış açısına saygım olmakla birlikte zaman akıp giderken, yani artık çevremizdeki gerçekliklerin ne olduğunu algılayabilecek yaşa da gelmişken, anlamlı zamanlar geçirebileceğim insanları, değerleri arar oldum. Hayat telaşesi, dünya derdi ile geçen hayatımızda verdiğimiz her molada güzel şeyleri fark etmenin ne kadar önemli olduğunu algıladım.
Lubliyana da sadece bir gece kaldım. Hatta şehri gündüz doğru dürüst gezemedim. Benim için kısa bir transfer noktasıydı. Bu yüzden bu yazım gezi yazısından ziyade çok keyifli bir Slovenya akşamında yaşadıklarımla sınırlı olacak. Slovenya, İtalya'nın batısında yer alan, nüfusu 2 milyon olan, eskiden Yugoslavya'yı oluşturan devletlerden biridir. Günümüzde Avrupa Birliği üyesi, başkenti Lubliyana olan küçük bir ülkedir. Başkent Lubliyana'nın nüfusu 400 bin civarlarındadır. Ülke tıpkı İsviçre gibi Alpler'e komşudur ve yine İsviçre gibi geniş ormanlara, sayısız göllere sahip yeşillikler, maviler ülkesidir. Tabii ki İsviçre'den farklı olarak Avrupa'daki sınırlı sayıda hesaplı ülkelerden birisidir.
Lubliyana ile tanıştığımızda hava kararmıştı. Venedik'ten çıktıktan sonra kısa sürede Slovenya'ya girmiştik. Şehrin merkezindeki şirin otelimize yerleştikten sonra vakit kaybetmeden 5 arkadaş kendimizi küçük başkent Lubliyana sokaklarına attık. Şehir yeşil ormanlar içerisinde, binalardan çok yeşillikleri barındıran bir yapıya sahip. Bir tam günde çok rahatlıkla gezilebilecek, sakin huzurlu bir kent burası.
Kentin merkezinde BOREK yazılı bir tabela görünce arkadaşlarımla birlikte kendimizi oraya attık, küçük dükkandaki, açmalar, börekler, pizzalar nefis görünüyorlardı. İtalya'dan sonra Slovenya da fiyatlar gerçekten ucuz, tüm maliyetleriniz bir anda dörtte bir oranına düşüyor.
Şehir nehir kıyısında kurulmuş. Tepede kalesi olan, Preseren'in heykelinin olduğu meydan ve onu takip eden trafiğe kapalı sokaklarla çevrili şirin bir başkent. Ağustos akşamında üşümek, bomboş sokakları olan bir başkentte dolaşmak, farklı bir histi.
Lubliyana'yı 5 arkadaş keşfettiğimizi inandığımız bir ağustos gecesinde, bir anda her köşeden bağır çağır Türkçe konuşmalar gelmeye başladı. 5 kişinin bu kadar gürültü yapması imkansız. Bu işte bir terslik var dediğim anda, şehrin en merkezi noktasında neredeyse 150'ye yakın Türkü görünce iyice aklım hafsalım gitti, ne oluyor ya :) Mevzu bir süre sonra anlaşıldı, tüm gezi ekipleri gece konaklama noktası olarak, hesaplı olmasından dolayı Slovenya'yı tercih etmişlerdi. Lubliyana'nın merkezinde kahve evi tarzı bir mekanı bir anda 150'ye yakın Türk basmıştı. Sakin bir akşam geçiririm, kasayı kapatırım ve evime giderim düşüncesindeki Sloven kasiyer ve garsonların hallerini hala hatırlıyorum. Biz Türkler hiç birşeyi beğenmiyoruz, bağır çağır sipariş veriyoruz, şakalar havada uçusuyor. Avrupa'nın bu köşe kenar ülkesinde Slovenler nezdinde nasıl bir Türk algısı oluştu bilmiyorum ama mucize bir geceydi, bir anda şehrin bomboş sokaklarında 150 Türk vardı. Heykeller, binalar, sokakların önünde fotoğraf çektiren, şakalaşan bir sürü Türk :) Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama bence ilginç bir geceydi.
Şehri çok kısa zamanda yürüyerek dolaşabilirsiniz, her bir kenarında ejderha heykellerinin olduğu şehrin simgesi köprüde fotoğraflar çekebilirsiniz.
Lubliyana geniş ormanlık alanları, parkları, nehir kıyısı binaları ve küçük meydanı ile şirin bir başkent ve serin bir ağustos gecesi olarak hafızamda yer etti. Gerek hesaplı bir ülke olması gerekse de tabiatın acımasızca güzel olduğu Slovenya'ya yolunuzu düşürmenizi tavsiye derim. Hem belli mi olur; şansınıza sizde oralarda küçük bir Türk kolonisinin kurulmasına tanıklık etmiş olursunuz :)
Gezip, gözlem yaptığınız, mutlulukları fotoğraf karelerine sığdırabildiğiniz nice anlamlı yeni serüvenlere...
İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.
Saygılarımla
Egemen ÇINAR
Kişisel blog: http://egemencinar.blogspot.com.tr/