"""Beş Başam Var"""

Eylülün başlarında Gezimanya Kırgızistan Turizm Bakanlığı’nın basın davetlisi olarak Dünya Göçmen Oyunları’na gözlemci oldu. Davetlerini memnuniyetle kabul ettik, iyi ki de etmişiz. İşte kısa maceramız...

Her şeyden önce uzun süredir ihmal ettiğimiz Orta Asya coğrafyasını ziyaret etme fırsatı bulduk.Kırgızistan’ı, özellikle de Kırgız halkını çok sevdik. Yaylalarda kollarında kartalla at üstünde koşturan avcılar, koyun yününden dokuduğu heybeyi satmaya çalışan, biz almayınca da hediye eden göçebe teyzeler, bozüy dedikleri rengarenk göçebe çadırlarının arasında gezerken komuz çalan yerel müzisyenlerin tatlı ezgilerinin kulağınıza dolması… Bunların hepsi zaten müthiş tecrübeler. Ama bizi en çok etkileyen bu güzel ülkenin bu güzel kültüründen başka bir şeydi.

Dünya Göçmen Oyunları’nı da atlamamak gerek. Ata sporumuz ciritin de dahil olduğu çeşitli atlı sporlar gördük. Kökbörü (ya da gökbörü) oyunu mesela bildiğiniz basketbol. Tek farkla; yaya değil atlı oynuyorsunuz, topla değil doldurulmuş koyun postuyla ve de pota yerine yüksek ve geniş bir çömlek kullanıyorsunuz.

Çeşit çeşit güreş oyunları, tazıyla, kartalla yapılan av oyunları, satranç türevi zeka oyunları hepsi göçebe kültürünün özellikle Orta Asya’daki geleneklerinden geliyor. Ama bu oyunlara katılımı yalnızca Orta Asya olarak düşünmeyin. İzlanda’dan tutun ABD’ye, Avustralya’dan Brezilya’ya kadar dünyanın 100’ü aşkın ülkesinden sporcu katıldı oyunlara. Biraz düşününce anlamak kolay tabii, her bir ülkenin mevcut modern kültürünün arkasında göçebe kültürünün izleri yatıyor. Örneğin ABD’nin katılımcıları kovboylar ve Amerikan yerlileriydi.

Bir sonraki Dünya Göçmen Oyunları, 2018’de yapılacak. Türkiye’de yapılması için hükümetimizin çalışmaları olduğunu duyduk. Umarım başarılı olurlar çünkü gerçekten bu müthiş deneyimi hepinizin yaşamasını isteriz. Ama bizi bu gezimizde esas etkileyen şey Dünya Göçmen Oyunları da değildi.

Bizi en çok ne etkiledi biliyor musunuz? Atalarımızın izlerini bulmak!

Karahanlılar’ın iki başkenti Üzgen ve Burana’yı ziyaretimizde yaşadık bu deneyimi ilk kez. Bizdeki Selçuklu mimarisini andıran minare ve bir mozoleden başka bir şey kalmamışsa da yine de bu kentler buram buram Türk tarihi kokuyor. Bahçede yüzlerce balbal taşı var örneğin. Bilmeyenler için balbal taşı, eski (soylu) Türkler’in öldüğü zaman mezarlarına dikilen taşlar. Her bir hakanın mezarında altettiği büyük rakibinin sayısı kadar balbal taşı dikiliyormuş. Lisede haylazlık yapmaktansa tarih hocamı daha iyi dinlemediğime pişman olmak 40 yaşından sonraya kısmetmiş meğer.

Yalnızca Kırgızistan’da değil, tüm Orta Asya’da çok derin bir tarihimiz yatıyor. Nasıl ki Türkiye topraklarında 1500-2000 yıllık harabeler ya Roma ya da Antik Yunan’a aitse, Kırgızistan’daki antik kentler ve ören yerleri de eski Türk boyları ve Türk devletlerine ait şehirlerden ibaret. Ama yalnızca antik kentler değil size tarihin kokusunu solutan.

İnsanlar örneğin; davranışları, gelenekleri, sıcakkanlı, misafirperver tavırları ta çocukluğumdan beri bildiğim, son yıllarda (maalesef) yavaş yavaş kaybetmeye başladığımız o hoşgörülü Anadolu insanı karakteriyle aynı. Konuştukları dili, Kırgızca’yı tanıdıkça yaşadığımız şok ve içimizdeki tatlı his ise burada satırlara dökülemez. “She says she has 5 children..” diye çeviri yapan rehberi durdurup göçmen teyzenin konuştuğu Kırgızca’nın içinden “Beş balam var” lafını duyduğunuz zaman gerçekten nereye ait olduğunuzu, köklerinizin nerede olduğunu anlıyorsunuz. Ve yüzünüzde tatlı bir gülümseme beliriyor. İşte bizim için bu gezinin en önemli anlamı buydu.