Nijerya Hematoloji ve Kan Transfüzyonu Derneği’nin çağrılısı olarak Kano kentindeki ulusal kongrelerine katıldık.
Ülkeye girebilmek için yeşil pasaport dâhil vize gerekiyor. Vizeyi alırken ‘Yanınızda beyaz kadın götürüyor musunuz?’ diye sorulması ilginç ama önemliydi. Kadınları özellikle geceleri dışarıda görürlerse rahatsız ettikleri söylendi. Ayrıca gece sokağa çıkarken yanımıza siyahî polis almamız konusunda da uyardılar. Tabii, “nasıl bir yere gidiyoruz” diye düşündük. Eşlerimiz, böylece, bizimle gelmemekle iyi yaptıklarını düşündüler ve bizi birbirimize emanet ettiler. Yolculuktan en az 10 gün önce sarıhumma aşısı olmanın da hem gereklilik hem de ülkeye girebilmek için bir yasal zorunluluk olduğunu öğrenerek Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü’nün Seyahat Sağlığı Merkezleri’nde (ben İstanbul-Karaköy’de, diğer meslektaşım Ankara’da) aşılarımızı olduk. Her iki merkezde çalışan hekimler son derece bilgili ve yardımcı idiler. Nijerya’nın kuzeyine gittiğimizi öğrenince polio aşısını da önerdiler, onları da olduk. Ayrıca yolculuktan iki gün önce başlayarak orada olduğumuz sürece ve döndükten sonra bir hafta sıtma profilaksisi için ilaçlarımızı da verdiler. Böylece vize ve sağlık işlerini tamamlayarak Kahire aktarmalı olarak Kano’ya uçtuk.
Nijerya federal bir yönetime sahip ve 37 eyaleti var. Nüfusu 180 milyon ve bu durumuyla Afrika’nın en kalabalık ülkesi. Başkent Abuja, en büyük kenti Lagos’un nüfusu ise 9 milyon. Kuzey’deki Kano kenti ise Kano Eyaleti’nin başkenti ve Nijerya’nın nüfus bakımından ikinci sıradaki kenti. Eyaletin nüfusu 10 milyon, kentin nüfusu 3 milyon.
Havaalanına iner inmez bizi bir kargaşa karşıladı, alıştığımız düzgün polis, gümrük bankoları yok. Havaalanına girince bir görevli aşı sertifikalarımız istedi. Aşılı olduğumuzu görünce ilk sınavı geçtik. (Kongreye katılan Alman profesör geçen yıl geldiğinde aşısız birisini ülkeye almayıp derhal geri gönderdiklerini anlatınca ne kadar ciddi olduklarını daha iyi anladık.) Daha sonra yanımıza sivil giyimli iki kişi, ellerinde adlarımız yazılı bir kâğıtla geldiler, bizi karşılamakla görevli olduklarını söylediler ama o sırada henüz pasaport kontrolümüz yapılmamıştı ve bu adamlar buraya kadar gelmişlerdi!
Pasaport kontrolünün yapıldığı bölüm 2x2 metre boyutlarında üç tarafı camlı bir bölme. İçinde 4 belki 5 kişi var. Pasaportu alan kişi bakıp bir başkasına verdi, o pasaportun fotokopisini çekti (ya da tarayıcıdan geçirdi), bir başkasına verdi, o da elle bir yerlere bir şeyler yazdı, bir başkası damgaladı, sonuçta 3-4 el değiştirdikten sonra pasaportumuzu geri aldık. Hemen yanında bagajların geldiği hatta bavulları beklerken bizi karşılayan kişi yine bizi almak üzere geldi, bavul beklediğimizi söyledik. Sivil giyimli bir başkası daha gelerek pasaportlarımız istedi, biz pasaport kontrolümüzün yapıldığını, başkasına pasaport vermeyeceğimizi söyledik. “Kim bilir neden istiyor” diye düşündük.
Bagajı aldıktan sonra tam çıkışta, bu sivil kişi kolumuza yapışarak pasaportlarımız yine istedi. Yine vermeyeceğimizi söyledik ama bu sefer yanındaki resmi üniformalı görevli vermemizi söyledi. Neden vermemiz gerektiği konusunda bir açıklama yapmadı. Biz üsteleyip neden istediğini, kim olduğunu sorunca onun “gizli servis” olduğunu söyledi. “Gizli servis” elemanı sonunda, göğsündeki kimlik kartını gösterdi: FAAN: Nijerya Federal Havacılık Otoritesi imiş. Form doldurmamız gerektiğini bildirdi. Biz, form doldurduğumuzu ve pasaporta verdiğimizi söyleyince, bir başka form daha doldurulması gerektiğini söyledi. Pasaportlarımızı aldı, çaresiz onu izleyerek giriş salonunun arka taraflarında kırık dökük eşyaların (masa ve 3-4 sandalye) olduğu bir odaya aldı. Orada anladık: Nijerya’ya ilk kez gelenler için ayrıca bir form daha gerekiyormuş. Bunu en başta söyleyip ona göre yönlendirselerdi daha iyi olacaktı. Neyse “gizli servis” ikimiz için de formları doldurdu, davet mektuplarımızı inceledi, nerede kalacağımızı not aldı ve bir başkasını bizi alması için çağırdı. Gelen kadın görevli bizi çıkışa götürdü ve biz almaya gelen kişilere “tutanak ile teslim etti.” Evet, doldurdukları formların en altına bizi almak için gelen kişinin adı, telefonu, adresini yazıp imzalattı. Güvende olduğumuzu, başımıza bir şey gelir ya da kaybolursak kimden hesap sorulacağını bilmenin huzuruyla gelen araca bindik. Aslında iki araç vardı. Biz arkadakinde idik, önümüzdekinde makineli tüfek taşıyan güvenlik elemanları vardı. Daha sonrakilerde de olduğu gibi, öndeki araç sürekli korna çalarak bizimkine yol açıyor, mümkün olduğunda kırmızı ışıklarda durmadan, bazen trafiği durdurarak bizi geçiriyordu. Yani gerçekten üst düzeyde bir koruma altında gidiyorduk.
Yol boyunca kalabalık, sefalet, bakımsız yollar, bol bol seyyar satıcılar, seyyar tezgâhlar, rengârenk giyimli insanlar, kafalarında sepet, tepsi ya da başka şeyler taşıyan kadınlar ve bazen erkekler, yol kenarında su ya da yiyecek satan her yaştan çocuklar, duvar diplerinde oturan, sohbet eden, pinekleyenler, hayvan pazarları (kurban bayramı yakın diye herhalde) görerek otelimize doğru yol aldık. Binaların hepsi yıkık dökük, eski, bakımsız ve çoğu da terk edilmiş görünümdeydi. Bazı yerlerde bozuk asfaltta, bazı yerlerde toprak yollarda giderek otele vardık. Otelimiz kentin en yeni ve bakımlı binası idi. Gerçekten tertemiz, yepyeni ve güvenle kalınabilecek, belki de tek yer burası idi. Otel avlusuna güvenlikli demîr bir kapıdan geçtikten sonra girdik ve tertemiz odalarımıza yerleştik. Bristol Palace Hotel 6 ay önce açılmış, 4 ya da 5 yıldızlı bir otel.
Biz kongrenin ilk günü sonunda oraya varmıştık, geldiğimizde günün son oturumu başlamak üzereydi. Kongre düzenleyicileri bizi çok sıcak karşıladılar.
Akşamüstü 18.30’da odama telefon ederek aşağıya çağırdılar, geleneksel giysi için ölçü aldılar; dikilecek giysiyi ertesi akşam gala yemeğinde giymemiz bekleniyormuş. Daha sonra Kano emîrinin sarayına gidileceğini söylediler. Akşam yine koruma arabası önümüzde, yola koyulduk. Gece, yolların bir bölümünde, hatta otel çevresindekilerde bile, hiç aydınlatma yoktu. Yağmur altında emîrin sarayına ulaştık. Saray deyince çok şatafatlı bir yer anlaşılmasın. Büyük bir alan içinde birkaç binadan oluşan bir kompleks. Önce emîrin tahtının olduğu bir salona alındık, bir süre orada oturup resimler çektik. Daha sonra bir başka tahtlı salona alındık. İlkinin yeşil ve kırmızı renklerde olmasına karşılık bu ikinci taht odası beyaz ağırlıklıydı. Duvarlar, tavan ve taht oldukça süslü idi. Bir süre sonra ortalık hareketlendi ve emîr geldi. Nijeryalılardan bazıları adamı yerlere kapaklanarak selamladılar. Daha sonra odaya giren hizmetliler de emîrin karşısında yerlere kapaklanarak konuştular. Emîr 40-45 yaşlarında. Beyaz bir geleneksel giysi giymiş olarak geldi. Bazı doktorları tanıdığı belliydi; zaten o gün kongre açılışında da bulunmuş ve konuşma yapmış. Konuşmalarından açık düşünceli ve eğitimli biri olduğu anlaşılıyordu ki daha sonra bir dönem Nijerya Merkez Bankası başkanlığını yaptığını öğrendik. Emîr (ya da prens) Kano Bölgesi’nin hükümdarları ailesinden gelen, resmî bir yetkisi olmayan ancak Kano eyaletinde sözü geçen ve hükümete önerilerde bulunan devlet protokolünde de yer alan ve bölgede çok sayılan bir kişi.
Ertesi gün kongredeki konuşmalarımızı yaptık ve diğer konuşmaları izledik. Bu ulusal kongreye 100 kadar hematolog katılıyordu. Katılımcıların ilgileri ve bilgileri iyi düzeyde ancak ülkenin olanaksızlıkları nedeniyle, en önemli hematolojik sorun olan orak hücreli anemi için bile devlet desteğinin yeterli olmadığından yakınıyorlar. Hastalara gereken ilaçlardan biri olan hidroksiüre bir telefon şirketi tarafından sağlanıyormuş. Ülkenin resmi dili İngilizce olduğundan kaynaklara ulaşmada bir sorunları yok. Sık sık yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle kan komponentlerinin, özellikle plazmaların çöpe atıldığı söyleniyor. Cihazların (santrifüj gibi) sağlanmasındaki güçlük de cabası. Bu nedenle en sık tam kan kullanılıyor. Kongre sırasında otel kapısında sürekli güvenlik arabası bulunuyordu; ayrıca kongre salonunu girişinde de makinalı tüfekli bir güvenlik bekliyordu. Bu da biz nereye gitsek yanımızda idi. Kendisi aslında polis değilmiş, geçici olarak istendiği zaman güvenlik elemanı olarak çalışıyormuş.
Akşam gala yemeği için gittiğimiz yer bizim için özel hazırlanmış ve süslenmişti. Tabii yemeğe yerel giysilerimizle katıldık. Tüm katılımcılar da aynı şekilde gelmişti. Kadınların parlak canlı renkli giysileri dikkate değerdi. Geleneksel müzik ve dansları izledik.
Son günümüzde 2-3 saat içinde kısa ve hızlı bir şehir turu yaptık. Yine koruma aracımız önde bize yolları açtı, gezeceğimiz yerlerde kapıya en yakın yerde ve öndeki korumalar inip güvenliği sağladıktan sonra iniyorduk. Kano tarihi ve sanatlarının sergilendiği iki müze ile 100 yıl önce İsviçreli bir misyoner tarafında kurulmuş okulu (şimdi müze) gezdik.
Kentin yollarında yine kalabalık, sefalet, seyyar satıcılar, çok basit ve albenisi olmayan dükkânlar arasından ilerleyerek havaalanına vardık.
Pasaport kontrolü yine girişteki gibi, pasaport birkaç el değiştiriyor, biri yazıyor, biri kopyalıyor, bir başkası damgalıyor. Uçağa binerken, bizde yılar önce olduğu gibi, dışarıya dizilmiş bavullardan size ait olanı gösteriyorsunuz.
Sonuç olarak Nijerya son derece ilginç bir ülke. Başta petrol ve doğal gaz olmak üzere doğal zenginliklerine karşın halkın sefaleti çok çarpıcı. Asgari ücret 50 dolar, bir uzman doktorun maaşı 600-800 dolar.
Çok konuksever ve çok neşeli insanlarla karşılaştık. O yoksulluk ve güç koşullar altında bile yaşamaktan zevk alıyor, sürekli gülüyorlar. Turistik amaçla gitmek biraz güç ve dolaşmak sorunlu olabilir ancak iş ya da toplantı amaçlı olarak gidildiğinde keşfedilecek çok şeylerinin olduğu bir gerçek. Biz yalnızca kuzeydeki Kano kentini gördük. Güney bölgeleri, Atlantik Okyanusu kıyıları çok daha farklı ve çekici olmalı.