Bayram tatil nedeniyle bir İzlanda turu yaptık. İzlanda’nın kuzey kıyıları Kuzey Kutup Dairesi’nde yer alıyor. Reykjavik dünyada en kuzeyindeki başkent. İzlanda’nın nüfusu 330.000, bunun 100.000'i kent merkezinde olmak üzere 200.000'i Reykjavik’te yaşıyor.
İzlanda’ya doğrudan uçuş yok. Biz Frankfurt üzerinden Reykjavik’e gittik. AB ile anlaşmaları nedeniyle AB ülkelerinden girenlere pasaport kontrolu yapılmadığından pasaportlarımızda giriş ve çıkışta İzlanda damgası yer almadı.
Reykjavik modern bir kent ancak topu topu 200 bin nüfus olduğundan, özellikle hafta sonları oldukça sakin. Ancak cuma akşamları barlar, kafeler dolup taşıyor. Ülkede belirli dönemlerde kendi nüfuslarından çok turist olduğunu sanıyorum çünkü 2016 yılında ülkeye 1.700.000 turist gelmiş, neredeyse nüfusun 6 katı. Bunun da yoğunlukla haziran-eylül arasında olduğu biliniyor.
Fiyatlar çok yüksek; basit bir akşam yemeği 40-50 dolardan başlıyor. Ancak halkın alım gücü yüksek. Kişi başına ulusal geliri 57.000 dolar. Çalışanların ortalama gelirleri 5.500 dolar kadar ve halkın %80’i bu "orta gelir" grubunda. Ancak % 1-2’si alt gelir grubunda imiş. Yapılan anketlere göre dünyanın en mutlu halkı seçilmiş.
İzlandalılar çok yakın, nazik insanlar. Hemen herkes güzel İngilizce konuşabiliyor. Dünyada yalnızca 330 bin kişinin konuştuğu bir dilleri olması nedeniyle, dünyayla iletişim için bu zorunlu. Ancak kendi dillerine de büyük saygıları var, yabancı dillerin etkisinde kalmamak ve ortalığı yabancı dilde tabelaların sarmaması için çok çaba gösteriliyor. İzlanda yasalarına göre İzlandalılara yönelik reklamların İzlandaca olması zorunluluğu varmış. Elbette turistlere yönelik dükkân ve lokantalarda İngilizce yazılara rastlanabiliyor. Orada olduğunuz sırada bir gazetedeki haber dikkatimi çekti. Bir İngiliz giyim mağazasının şubesinin açılışı nedeniyle kentin merkezi bir yerinde “Grand Opening- See you at Smaralind” yazılı büyük bir ilan panosunun yerleştirilmesi büyük tepkilere yol açmış.
Reykjavik’te görülmesi gereken en önemli yerlerden biri deniz kenarındaki Harpa Konser Salonu ve Kongre Merkezi, bizim de kentteki ilk durağımız oldu. Açılışı 2011 yılında yapılan, bu yapının projesi 2013 yılında bir mimarlık ödülü almış. Diğer önemli yapı olan Hallgrimskirkja(Hallgrim Kilisesi) 17. yüzyılda yaşamış şair ve din adamı Halllgrimur Petursson adına yapılmış. İzlanda’nın bu en yüksek kilise binasının 1937 yılında projesi çizilmiş ancak II. Dünya Savaşı nedeniyle 1945’te yapımına başlanıp 1986’da bitirilebilmiş.
Reykjavik’teki ve tüm İzlanda’daki evlerin çoğu son derece basit yapıda adeta prefabrik görünümünde, az katlı, parlak renklerde boyalı. Ara sokaklarda çok şirin evler, küçük kafe ve restoranlar sıklıkla karşınıza çıkıyor. Hemen hepsi basit olsa bile zevkli döşenmiş.
İzlanda’nın en bilinen yerlerinden olan Mavi Lagun (Blue Lagoon) volkanik bir bölgedeki sıcak su kaplıcası. Egemen olan mavi rengi nedeniyle bu adı almış ve sıcak su banyosu yapmak isteyenler, özellikle de turistler, burayı dolduruyor. Belki girmeye değil ama görmeye değer bir yer.
İzlanda’nın en önemli jeolojik özelliği fay hatlarının üzerinde yer alan volkanları ile sıcak su ve buhar kaynakları. İzlanda kırsal alanında pek çok yerde kırılmış, kimi yerde çok derin olan, fay hatlarını, yakınlarında yeryüzüne sıcak su ya da buhar fışkıran kaynakları, çevrede volkanik kayaları görmek olağan. Bu bölgelerde toprak olmaması ve çok soğuk iklim ile nemli ortam, volkanik arazide doğal bitki örtüsü olarak yalnızca yosunlara izin veriyor. Bu özelliklerin en iyi görülebildiği yerlerden biri olan Thingvellir Ulusal Parkı çok sayıda ziyaretçi çekiyor.
Bizim gayzer dediğimiz, yerden basınçlı su ve buhar fışkıran oluşumlar İzlanda’daki Geysir Bölgesi'nde çok sayıda bulunuyor ve adını bu bölgeden alıyor. Her 5-10 dakikada bir altta biriken basıncın etkisiyle 8-10, bazen de 40 metreye kadar su ve buhar çıkışı oluyor. Benzeri kaynaklar İzlanda’nın birçok yerinde var, ülkenin temel enerji kaynağı olan jeotermal enerjiyi sağlıyor. Evlere sıcak su ve ısıtma jeotermal enerjiyle sağlanıyor. Sıcak su kaynaklarından yerleşim bölgelerine izolasyonlu boru hatlarıyla aktarılan su, sisteme verilmeden önce biraz soğutularak 80 dereceye indiriliyor. Evlerde ısıtmanın % 89’u, tüm enerji gereksiniminin %54’ü jeotermal enerjiyle sağlanıyor. Elektriğin ise %75’i hidroelektrik, %25’i jeotermal kaynaklardan sağlanmakta. Sözün özü, İzlanda’nın altında tam anlamıyla fokurdayan ve zaman zaman sıcak su, buhar ya da bazen yanardağ olarak patlayan bir şeyler var. Dünyayı bir düdüklü tencereye benzetirsek İzlanda tencerenin buhar çıkan tepesi gibi de düşünülebilir.
İzlanda’nın görsel olarak en etkileyici yerlerinden bir başka grubu çok sayıdaki çağlayanları. Çağlayanların kaynağı temelde eriyen buzullar ve bu nedenle oluşan akarsular. Vatnajökull, 8100 km2 alanıyla İzlanda ve Avrupa’nın en büyük buzulu. Biz buzullara gitmedik ama uzaktan birkaçını görebildik ve buzulların erimesiyle oluşan nehirleri, son derece güçlü çağlayanları, krater göllerini görme olanağımız oldu. DimmurborgirBölgesi, Kraflavolkanik alanı, Myvatn Gölü ve Asbyrgi Kanyonu bunlara örnek bölgeler. Özellikle bu bölgelerin vahşi doğası ve yer şekilleri etkileyici. İnsana farklı bir gezegendeymiş duygusu veriyor.
Alçak ve volkanik olmayan bölgelerde çağlayanlardan sonra sakinleşmiş olarak akan ırmaklar arasında geniş yeşil alanlar, tarlalar, otlaklardan geçiyoruz. İzlanda’nın %78’i alanı tarıma elverişli değil, tarım için kullanılan alan ise ancak %1. Bunun da büyük bölümünde (% 99) patates ve sınırlı miktarda tahıl (çavdar) ekiliyor. Seralarda domates ve muz yetiştiriliyor. İzlanda koyunları ve atları da ünlü. Ülkenin ana gelir kaynağının balıkçılık olmasına ek olarak hayvancılık ve yün de önemli bir yer tutuyor. Zaten başlıca hediyelikler yün giyim eşyaları.
Tur sırasında bir balıkçı köyü olan Husavik’i gördük. İzlanda’da özellikle Kuzey Buz Denizi kıyısındaki pek çok noktasından yapılan balina gözlem turlarının yapıldığı köylerden biri olan Husavik küçük bir yerleşim yeri. Yol üzerinde İzlanda’nın seyrek yerleşimini daha yakından gözlemleme olanağımız oldu. Çoğu yerde birkaç evden oluşan küçük yerleşimler ve çiftlikler dikkati çekiyordu.
İzlanda’nın 20 bin nüfusuyla ikinci büyük kenti ve gezi gemilerinin uğrak limanlarından biri olan Kuzey Buz Denizi kıyısındaki Akureyri güzel bir kent. İzlanda’nın en kuzeydeki yerleşim yerlerinden biri Olafsfjördur’da 3 gece kaldık. Kalmamızın nedeni çevreye yapılacak geziler için bir bağlantı noktası olmasıydı. Yalnızca 824 nüfuslu bu küçük belde, adından da anlaşılacağı gibi bir fiyordun ağzında yer alıyor.
Kış aylarında kayak için gözde bir yer olan köyde asıl önemli gözlemimiz kuzey ışıklarını izleyebilmek oldu. Kuzey ışıkları ya da “aurora borealis” güneşten gelen elektrik yüklü parçacıkların dünya atmosferindeki oksijen ve azot gibi gazlarla etkileşimi sonucunda oluşan bir doğa olayı. Parçacıkların atmosfere daha kolay girebildiği manyetik alanın daha zayıf olduğu Kuzey ve Güney Kutup Daireleri’nde görülüyor. Güney Kutup Dairesi’nde yerleşim bölgesi olmaması nedeniyle Avustralya’nın güneyi ve Patagonya dışında güney ışıklarının izlenmesi güç. Kuzey ışıklarının izlenmesi göreceli olarak daha kolay. Görülebilmesi için havanın açık ve bulutsuz olması gerekiyor. Daha çok eylül-mart arasında görülebiliyor ve her bölge için görülme olasılığı günlük ve saatlik olarak ilgili internet sayfalarından takip edilebiliyor.
Orada bulunduğumuz son gece görülme olasılığı 9 üzerinden 7 olarak verilmişti. Saat 23.00’ten sonra görsel şölen başladı. Önce yalnızca bir noktadan belli belirsiz ve projektör tutuluyormuş gibi başlayan ışıklar giderek yoğunlaştı. Bulunduğumuz alanın her yönünden perdeler ve dalgalar biçiminde genellikle yeşil, arada kırmızı ışıklar ortaya çıktı. Bir ara dört yandan ışıklarla çevrildik. Işıklar adeta hareket halinde idi, aralarından gölgeler geçiyor gibiydi ve bizi tam anlamıyla kuşatmışlardı. Bambaşka bir âlemde gibiydik. Bu sırada yıldızları da çok net görebildik. Adeta bir astronomi dersi gibiydi, Büyük Ayı Takımyıldızı (ursa majör) ancak bu kadar net görülebilirdi. Kuzey Kutbu’na yakın olmamız nedeniyle Kutup Yıldızı aşağı yukarı tam tepemizdeydi. Olağanüstü bir deneyimdi. Bir saatten fazla süren bu görsel şölene tanık olabilmek bizler için büyük bir şanstı.
İzlanda görülmeye değer bir ülke. Yanardağları, fay hatları, volkanik bölgeleri, değişik yer şekilleri, sıcak su ve buhar kaynakları, muhteşem çağlayanları ile başka bir yerde görülemeyecek deneyimler sunuyor. Bütün bunların üstüne bir de kuzey ışıkları görülebilirse dört dörtlük bir gezi oluyor.
İzlanda’ya gitmek isteyenlere öneriler: Başkent Reykjavik’te 2-3 gün kalarak kenti ve Mavi Lagün dâhil yakın çevreyi görmek gerekir. Bir günlük Altın Çember (Golden Circle) turunu alarak ThingvellirUlusal Parkı ile Geysir ve Gulfoss Şelalesi’ni görmemek olmaz. Kuzey sahilleri ile Dimmurborgir, Krafla volkanik bölgesini görmek isteyenler de 1-2 gün ekleyebilirler.