Atalarımızın İzinde Burana Antik Kenti

Ortaokulda, lisede tarih kitaplarında okurken sıkıldığım, hoca dersi iptal etsin diye beklediğim Orta Asya tarihi konusunda bir gün böyle heyecanlanacağımı o günlerde söyleseler herhalde inanmazdım.

Kırgızistan macerası benim için ülkeyi keşfetmenin ve Kırgızistan’ın doğal güzelliklerini görmenin ötesine gitti ve Orta Asya’yla kültürel köklerimizi tespit etmenin heyecanıyla bulduğum her eski Türk bağlantısını bir maceraya dönüştürdü.

Kırgızistan’a giderken yaşayacağınız kültür şaşkınlığı öncelikle uçakta başlıyor. Kırgızca’yla Türkçe birebir aynı dil değillerse de gramer ve kelime hazinesi olarak çok büyük ortaklıklar taşıyor. Uçakta Asyalı yüzlü biri gördüğümde otomatik refleksimle İngilizce olarak cam kenarında oturmak isteyip istemediğini sordum. Anlamadı, Türkçe denedim “tabii ki abi” deyince anladım ki bu seyahat boyunca Türkçe konuşmak için bol bol fırsatımız olacak.

Kırgızistan’da Türkçe KonuşmakKırgızlar kendi aralarında konuştuğu zaman kesinlikle anlamıyorsunuz ama aralarda kelimeler geliyor. “Anam ben Bişkek’e geldim” diyor mesela telefonda annesine. Ya da “burada çay cok” diyor (‘y’leri ‘c’ olarak okuyor Kırgızlar, “burada çay yok” demek istiyor). Onlar da bizim konuştuğumuz dili aynı şekilde biraz anlıyor, biraz anlamıyor. Yıllar içinde Kırgız toplumu zaten biraz farklı olan lehçelerini Rusça’dan gelen kelimelerle ayrıştırırken biz Türkiye Türkleri de Arapça, Farsça, Fransızca, Yunanca, Ermenice gibi dillerden kelimeler katmışız dilimize. Sonuç işte bu kadar ayrı düşmüş iki kardeş dil. Özbekçe’de fark o kadar fazla değil ve bunun muhtemel nedeni Özbeklerin Kırgızlara göre daha fazla Arapça kelime kullanıyor olması. Azerilerle ise, malumunuz üzere, neredeyse aynı dili konuşuyoruz, biraz şive farkıyla tabii...

Kırgızistan’ın özellikle güney bölgelerini gezerken (Özbek nüfusun yoğun olduğu yerler) birçok kişi sizinle Türkçe konuşacak. Bize defalarca oldu, özellikle de zevk alıyorlar Türkçe biliyor ve sizinle konuşabiliyor olmaktan. Garson kızdan şoför amcaya, elma pestili satan köylü teyzeden polis memuruna kadar birçok kişiyle Türkçe konuşma macerası yaşayacaksınız. Ama bizim başımıza gelen en ilginç ve en tatlı macera iki tane küçük kızla Türkçe konuşmamızdı. Seraksi Türbesi’ni gezerken yanımıza gelen ve adının Meryem olduğunu söyleyen 8 yaşındaki kız kusursuz Türkçe konuşuyordu (diğer Özbekler çoğunlukla tekliyor). Neden böyle olduğunu sorduğumuzda verdiği cevap: “Ben Türk dizilerinden kendim öğreniyorum evde”.

Burana Açıkhava Müzesi
Bu yazıyı mümkün olduğu kadar kültürel keşif tecrübemizin etrafında tutmak istiyorum. Kırgızistan rehberi niteliğinde , Celalabad, Uzgen, Bişkek ve Issık Kul (link) gezi notlarımızdan daha fazla gezi tavsiyesi alabilirsiniz. Ama burada benim özellikle anlatmak istediğim Burana Antik Kenti.

Bişkek’ten yaklaşık 1-1,5 saatlik bir araba yolculuğuyla ulaşabileceğiniz Burana Açıkhava Müzesi, Kuzey Karahanlı Devleti’nin başkenti olarak önemli bir yere sahipmiş tarihte. Antik kentin hemen girişinde size Burana Kulesi, yani Burana Minaresi karşılayacak. Boyut ve tarz olarak Güney Karahanlı Devleti’nin başkenti olan Uzgen’de gördüğümüz Uzgen Minaresi’ne büyük ölçüde benziyor.

Her iki kule de depremde yarı yarıya yıkılmış ve 1920’lerde restore edilmiş. Burana Minaresi, Uzgen’e göre daha fazla zarar görmüş. Kulenin yarıdan yukarısı olduğu gibi yıkılmış, bir tarafındaki tuğlaların çoğu yerinden çıkmış. Kaidesindeki tuğlaları ise çevredeki halk yıllar içinde söküp inşaatlarda kullanmışlar. 1970’lerde ikinci bir restorasyona uğrayan kulede sağlam kalan tarafın mimari yapısı ve tuğla desenleri örnek alınarak kule yarı yüksekliğine kadar tamir edilmiş. Uzgen Minaresi'nin tepesinin restorasyonu tamamlanmışken Burana Kulesi’nde henüz tepe açık durumda.

Burana Kenti’ndeki Burana Açıkhava Müzesi’nin tek önemli özelliği minare değil elbette. Kazılarda tespit edilmiş 3 adet mozele (mezar) var. Kentin ortasında ise yüksekçe bir tepe görüyorsunuz. Bu tepe yine kazılarda tespit edildiği kadarıyla sarayın kalıntılarının üst üste yığılması ve yıllar içinde üstünün toprakla kapanması sonucu oluşmuş. Bu müthiş sarayın ortaya çıkarılması için burada epey bir kazı yapılması gerektiği aşikar. Ev sahibimiz olan Kırgızistan Kültür Bakanlığı’ndaki bağlantımızın verdiği bilgiye göre 2017 yılında devlet Burana’ya yatırım yapacakmış.

Antik kente daha girer girmez minareden başka bir şey daha çekiyor dikkatinizi. Etrafınıza baktığınızda 5-6 metre boyunda tepelerle çevrili olduğunuzu görüyorsunuz. Bunlar şu anda yıkılmış ve yığıntıya dönüşmüş olan Burana Surları. Bir yönde iki tepenin tam ortasındaki delik ise şehrin giriş kapısının kalıntısı.

Bu kapıya doğru o dönemde değirmentaşı olarak kullanılmış yuvarlak taşları da dizmişler. Büyüklükleri ve sağlamlıkları nedeniyle doğal olarak o dönemden bu döneme ancak böyle büyük taş parçaları dayanabilmiş. Ee dile kolay, 1000 ila 1400 yıl arası bir süreden söz ediyoruz.

 

Balballar
Burana’da enfes görünümlü bir minare, gözünüzün önüne getirdiğinizde şehrin 1000 yıldan fazla zaman önceki ihtişamını canlandırabileceğiniz kalıntılar, hepsi etkileyici... Ama bizi en çok etkileyen surlara doğru, mozolelerin arka tarafında yere dizilmiş olan balballardı.

Türklerin İslamiyet'i kabulünden önceki şaman inancına göre ölüler, özellikle de zengin ve önemli kişilerin ölüleri, gömülürken özel bir ritüel izlenirdi. Göçebe atalarımız yerleşik şehirliler gibi ölülerini sıkışık mezarlara koymayı sevmez, onları evleri ya da hayattayken kendileri için önemli olan bir noktada tüm eşyaları ile birlikte toprak bir yığının altında bırakana kadar gömerdi. Adeta bir tümülüsü andıran bu tepelerin üzerine ise taştan oydukları bu “balbal” ya da “taş balbal” ismi verilen heykelleri koyarlardı.

Balbal Nedir?

Balbal kelimesinin eski Türkçedeki anlamı kakmak, çakmak. Yani taşların mezarın başına çakıldığı anlamını veriyor. Balbalların konma amacı ise daha da enteresan: Ölünün hayattayken alt ettiği düşmanlarını simgeleyen bu taştan heykellerin hem mezarı beklediğine hem de sonraki hayatta o kişinin hizmetçisi olup onu koruyacağına inanılırdı. Bu yüzden balbalların kiminin elinde bir hançer görüyorsunuz. Genelde diğer ellerinde ise bir şarap kadehi oluyor.

Göktürkler’de bir kağanın düşmanını alt etmesi ve onun balbalını kendi “kurgan” isimli mezarına diktirmesi bir gurur meselesi imiş. Hatta bununla ilgili mezar taşlarına çoğunlukla aynı yazı yazılırmış: “Alplerini öldürdüm, kendime balbal yaptım." Bir kağan ne kadar çok rakibini öldürüp balbalı dikilirse o kadar şanlı olurmuş.

Burana Açıkhava Müzesi’nde açık bir alana dizilmiş olan balbalları görünce etkilenmemek elde değil. Her birinin yüzündeki detaylar, eski Türkler ve onların rakiplerinin işlendiği yüz ifadeleri insanı etkilemek için fazlasıyla yeterli. Burana Antik Kenti’ne yaptığınız ziyaret bu balbalları gördüğünüz anda birdenbire İslamiyet öncesi Türk tarihine yaptığınız bir yolculuğa dönüşüveriyor.

Burana Müze Evi

Burana Açıkhava Müzesi’nin girişinde bir yurt (çadır) ve hemen yanında da küçük ve harap bir bina göreceksiniz. 1970’de yapılmış bu bina aslında bir müze. Görevliler içeride fotoğraf çekmenize izin vermiyor. Karahanlılar döneminden kalmış bir demir pullu zırh, kolye ve yüzük parçaları, ok ve mızrak uçlarının yanı sıra Burana Minaresi'nin restorasyonu sırasında (1970’lerde) çekilmiş fotoğraflar ve bir bölge haritası gördüğünüz ufak bir müze burası. İçeride göreceğiniz bir diğer sürpriz ise Kutatgu Bilig eserinin yazarı Yusuf Has Hacib’in bir büstü.

Bu küçük ve harap müze kötü koşullarda olmasına rağmen özellikle bulunduğu konum nedeniyle içine girdiğinize pişman etmeyecek durumda sizi. Ancak tabii ki bu dönemin (Karahanlılar) gerçek değerli eserleri Saint Petersburg’taki Hermitage Müzesi'nde sergileniyor.

Burana ziyareti benim için yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı çok etkileyici oldu. Gidip de atalarımızın 6. yüzyıldaki geleneklerini ve sanatlarını, 11-12. yüzyıllarda geldikleri güçlü noktayı gördükten sonra bu dönemdeki varlıklarını, sonradan kurdukları devletleri ve yaşadıkları politik çalkantıları daha iyi anlamak mümkün oluyor.