Berlin’e mart ayında giderek iyi mi kötü mü yaptım diye düşünerek uçağa bindim, uçağa binerken Berlin’in 5 derece olduğunu görünce üşütecek bir hafta sonu serüveni başlıyor diye düşünmüştüm. Oysa 2 saat 45 dakika sonra Berlin’e yerel saat ile 12.20 gibi indiğimde hava gerçekten 5 derece olmasına rağmen üşütmeyen güneşli bir hava karşıladı beni Berlin’de.
Berlin’de iki havaalanı bulunuyor ve ben daha küçük olan Schönefeld Havalanı’na indim, daha çok ucuz hava yolu şirketlerinin kullandığı Schönefeld Havaalanı Berlin merkeze 40 kilometre mesafede küçük bir havaalanı, ancak şehir merkezine ulaşım olukça rahat, terminalden çıkar çıkmaz 171 numaralı otobüsler ile U-Rudow metro istasyonuna gelip metro ile istediğiniz her yere rahatça gidebilirsiniz. Taksi kullanmak istiyorsanız 40 euro civarında tutuyor.
Berlin toplu taşımanın en rahat olduğu şehirlerin başında geliyor, 24 saat geçerli bilet alırsanız, otobüs ve metroları 24 saat sınırsız kullanabiliyorsunuz. 7,70 euro karşılığında günlük bilet alıp sınırsızca gezmenizi öneririm. Şehir merkezinde oteller biraz daha pahalı, eğer metroya yakın bir otelde kalırsanız şehir merkezinde olmanıza gerek kalmadan rahatça ulaşım sağlarsınız.
Berlin benim için her şeyden önce 2. Dünya Savaşı şehriydi, giderken de kendimi 2. Dünya Savaşı’nda bölünen bu kentin dramlarına hazırlamıştım. Berlin Duvarı’nın utancını yıllarca yaşayan bu şehirde artık savaşın üstünden çok sular akmış olmasına rağmen Berlin Duvarı anılarıyla yaşamaya devam ediyordu. Duvar, 1961 yılında Doğu Alman hükümeti tarafından Batı’ya kaçışları engellemek için yapılmaya başlamış, üstüne elektrikli dikenli teller çekilmiş, etrafı ise mayınlara döşenmiş ve koca bir şehrin yarsını hapseden bir duvarmış.
46 kilometre uzunluğunda bu duvar 1989 yılında Doğu Alman hükümetinin Batı’ya geçişleri serbest bırakacağını açıklaması ile yüzbinlerce Doğu ve Batı Alman tarafından yıkılmaya başlanmış. Yıkılana kadar 200 kişiden fazla kişi Batı’ya kaçarken öldürülmüş buna rağmen 5.000 kişi kaçmayı başarmış. Bugün ise 1.300 metre uzunluğunda bir kısmı Spree Nehri’nin kenarında ziyaretçilerini bekliyor. East Side Gallery olarak üstünde yüzlerce grafiti ile her gün binlerce turist ağırlıyor. En ünlü grafiti ise 1979 yılında gerçekleşen görüşmede Rus Lider Brejnev ile Doğu Alman lider Honecker’in o çok ünlü öpüşme gfaritisi. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra izleri kaybolmasın diye paket taşlarla izi belli edilmiştir, bugün Berlin’in hemen yanında paket taşlarından izler görürseniz anlayın ki bir zaman orada bir utanç duvarı yükseliyordu.
Berlin’in en çok ziyaretçi alan yeri kuşkusuz ki Brandenburg Kapısı, Brandenburg Kapısı’nı 1788 yılında yapılmış ve zamanında Kral’ın Berlin’e girdiği kapıymış, Napolyon 1806 yılında kapının üstüne bulunan Quadriga’yı yerinden söktürmüş ve Paris’e götürmüş, Alman heykeltıraş Johann Schadow tarafından yapılan Quadriga, 1814 yılında tekrar Berlin’e getirilmiştir. Brandenburg Kapısı’nın az ilerisinde Alman parlamentosu Reichstag bulunur, Brandenburg ile arasında sadece 300 metre mesafe olmasına rağmen her iki yapının biri batıda biri doğuda kalmış ve aralarında Berlin Duvarı sınır olmuştur. Bugünse kapıdan çıkar çıkmaz Berlin Duvarı izlerini artık araçların kullandığı yollarda görüyorsunuz.
Projesini 189 aday arasından Mimar Paul Wallot’un kazandığı Reichstag, 1894 yılında tamamlandı, Hitler zamanına kadar kullanılmış, Nazi dönemi Almanya’sında ise kundaklama nedeniylekullanılmamıştır. 2. Dünya Savaşı’nda harap olan binaya savaşın sonlarına doğru SSCN zafer sancağı çekilmiştir. Soğuk Savaş döneminde Batı’da kalan binada 3Ekim 1990 tarihinde iki Almanya’nın birleşmesinin ardından sembolik meclis toplantısı yapılmıştır. Bina 1999 yılında restorasyonların bitmesi üzerine tekrar Almanya parlamentosu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bugün ziyarete açık olan binayı gezmek için internet üzerinden önceden rezervasyon yaptırabilirsiniz. Ziyaretin ücretsiz olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Almanya, Hitler döneminde yaşanan Yahudi soykırımlarının izini hâlâ yaşıyor, Berlin de bu izi yaşayan şehirlerin başında geliyor. Brandenburg Kapısı’nın hemen yanında bulunan Yahudiler Anıtı ya da diğer ismi ile Holokost, Berlin’de katledilen Yahudilere adanmış 19.000 metrekare alana yayılmış bir anıttır. Her biri 2,38 metre uzunluğunda olan stel kütellerinin üzerinde Yahudi medeni kanunu, tören kuralları ve dini metinler bulunur. Toplam 2.711 beton kütle bulunan anıt 2005 yılında ziyarete açılmış ve 25 milyon euro’ya mal olmuştur. Anıtın altında bulunan müzede ise gerçek mektuplar ve o döneme ait eşyalar sergilenmektedir.
Berlin Katedrali de yine Brandenburg Kapısı’na yürüme mesafesinde olan adı katedral olmasına rağmen içinde hiçbir zaman piskopos olmadığı için gerçek bir katedral olmayan gezilmesi gereken yerlerden biridir. Ziyaretçilerine kubbesine çıkıp kubbesinden Berlin’i seyretme imkânı sunan yapı, Berlin’e gelen turistlerin uğrak noktalarından biri olmaya devam ediyor.
Yerel halk tarafından Alex olarak adlandırılan Alexanderplatz, Spree Nehri ve Berlin Katedrali’nin yakınındadır. Rus imparatoru I.Aleksandr'ın Berlin'i ziyaret etmesi şerefine 25 Ekim 1805 tarihinde Alexanderplatz olarak adlandırılmıştır. Bugün bir alışveriş ve ulaşım meydanı olan Alex, Berlin’in merkezi konumundadır.
Alexanderplatz’ın hemen yanında yer alan Berliner Fernsehturm (Berlin TV Kulesi) 368 metre yüksekliği ile hemen tüm Berlin’den görülen ve Berlin’in en önemli simgelerinden biridir. 204 metre yükseklikte bir bar ve dönen bir restorana ev sahipliği yapan kulenin içinden Berlin’iizlemek, Berlin ziyaretçileri tarafından yapılan en önemli görevlerden sanırım. Yaklaşık 2 saat kuleye girmek ve 204 metre yükseğe çıkmak için beklemeniz gerekebilir ancak 204 metreden Berlin’i izlemek gerçekten çok keyifli. Açık havada 42 kilometrekareye kadar izleme olanağı sunan kule Doğu Almanya tarafından Batı’ya gücünü göstermek amacıyla 1965 yılında inşa edilmiş ve hâlâ Berlin’in en gözde turist mekânlarından.
Berlin’de beni Berlin Duvarı’ndan sonra en çok etkileyen diğer yer de Checkpoint Charlie oldu, zamanında sadece yabancı uyrukluların ve kamu yöneticilerinin geçmesine izin verilen Checkpoint Charlie, Amerikan askerilerinin nöbet tuttuğu ve zaman zaman soğuk savaş yıllarında Rus ve ABD askerlerinin birbirlerine güç gösterisi yaptığı bir sınır geçiş kapısı.
Özellikle 1961 yılında karşı karşıya gelen birlikler tam 16 saat boyunca tek bir kurşun atmadan beklemişler ve bu bekleme zamanı boyunca tüm dünya nefesini tutmuş, atılacak bir kurşun ile 3. Dünya Savaşı’nın çıkmasına kesin gözle bakılıyormuş. Günümüzde ise kapitalist sistemin bir parçası olarak Amerikan bayraklı askerlerle para karşılığı fotoğraf çekilebilirsiniz. Geçmiş yıllardaki acıları yansıtmayan bir görüntü olsa da Checkpoint Charlie mutlaka görülmesi gereken bir yer. Yanında bulunan müzede ve billboardlarda zamanında savaşların eşiğinden nasıl dönüldüğünü ve çok iyi anlatılmaktadır, müzenin bahçesinde Berlin Duvarı’ndan kalan bir duvar bloğu da sergilenmektedir.
Berlin’de geçirdiğim 3 günü dolu dolu geçirdim, daha çok yakın tarihte yaşanan büyük dramlar ve bu dramlara ev sahipliği yapan bölünmüş, parçalanmış, yıkılmış Berlin. Bugün artık o eski günleri çok geride bırakmış olsa da savaşın ne kadar büyük acı olduğunu, birbirlerinden ayrı düşen dostların, akrabaların yıllarca aynı şehirde ama bambaşka bir dünyada yaşadıklarının gerçeğini bir kez daha öğrendim. Batı tarafına kaçıp bir daha geri dönmeyen insanların özgürlük mü aile mi sorusuna verdikleri o zor cevaplar Berlin Duvarı’nın yanında dururken kafamı kurcalamaya devam etti.Berlin’den gelirken alınması gerekenler magnet, anahtarlık, Berlin Duvarı’ndan kalan parçalar dışında bu acıların bir daha yaşanmaması için dersler ve edilecek dualarda olacaktır.