Işık Doğudan Yükselir: Mardin

Büyüye inanmıyorsanız daha önce hiç Mardin’e gitmemişsinizdir. Mardin ilk andan itibaren sizi büyüleyecek bir atmosfere sahip, tarihinde birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, binlerce yıllık tarihini günümüz ile harmanlayan büyülü bir kent.

Gezilecek, görülecek, yaşanılacak o kadar çok yeri var ki, bir de tadılacak mükemmel yemekleri, içilecek şarabı, kahvesi… Bir gezgin olarak size çok şey vadediyor Mardin, gecesi ile ayrı, gündüzü ile ayrı…

İstanbul’dan 2 saate yakın bir zamanda başka bir çağa iniyorsunuz, Eski Mardin sizi kollarının arasına alıp kucaklıyor ve başka bir alemde, başka bir zamanda yaşamaya başlıyorsunuz, hele de benim gibi 850 yıllık bir konakta konaklayacaksanız Eski Mardin’in buğulu havasından, terastan Mezopotamya’yı izlemekten, Süryani kahvesini yudumlamaktan daha güzel gelmiyor başka hiçbir şey.

Mardin seyahatinde birçok yere gitmek istiyorsanız araç kiralamanızı tavsiye ederim, ben de seyahatimde araç kiraladım, ancak hemen hatırlatmak isterim Eski Mardin’e sadece bir yol çıkıyor ve çok kalabalık oluyor, bu sebeple yolun girişinde Artuklu Belediye Otoparkı'nı kullanabilirsiniz ya da gece geç saatlerde   Sabancı Müzesi'nin bulunuğu meydanı otopark olarak kullanabilirsiniz.

Mardin mutfağı, Anadolu’nun hemen her kenti gibi zengin bir mutfak, birçok kebapçı mevcut, Mardin kebabı olukça lezzetli, ancak Adana’daki gibi bol meze servisi yapılmaması dikkatimi çekti. Buna rağmen kebabın tadı mezelerin azlığını unutturdu diyebiliriz. Kahvaltısı da olukça doyurucu Meşhur Kahvaltıcı Kadri’de ilk gün kahvaltımızı ettik ve oldukça memnun kaldık, özellikle yöreye özgü peynirlerin tadı mükemmeldi. Mardin’de yapacağınız seyahatte bir iki kilo almanız kaçınılmaz olacak.

Zinciriye Medresesi, Artuklu Sultanı Sultan İsa tarafından 1385 yılında yaptırılmış, zamanında bahçesinde bulunan havuz astronomi derslerinde kullanılmış, şimdi de fotoğraf çekerek güzel yansımalar yakalayabiliyorsunuz. Medrese'nin tamamında simetrik bir mimarî hâkim, Medrese “Bu dünyada ne ekersen ahirette onu biçersin ve yaptığın her şeyin karşılığını alırsın” manasında yapılmış.

Eski Mardin’in sokaklarında kaybolurken aslında oradaki her binanın, her sokağın tarihi olduğunu ve tarihin içinde yürüdüğünüzü hissedeceksiniz, konakladığım konak 850 yıllık geçmişi ve taş duvarları ile beni karşıladı, duvarlarının kalınlığından telefonların bile çekmediği tarihin içinde uyumak çok keyifli geldi bana serin bir Mardin gecesinde.

Sabah uyanıp ilk iş rotamızı oluşturmak ve keyifli bir güne başlamak oldu. Bu sefer kahvaltıyı Eski Mardin’de bulunan Beyzade Konağı'nda yaptık, yine keyifli bir kahvaltı ile güne başlayarak ilk durağımız Deyrul Zafaran’a doğru yola çıktık.

Deyrul Zafaran 5. yüzyılda inşa edilmiş 1.500 yıllık bir manastır, uzun yıllar Süryani Ortodoks patrikliğine ev sahipliği yapan manastırda, Azizler Evi, Meryem Ana Kilisesi, Mor Hananyo Kilisesi gibi yapılar bulunuyor. Çok cüzi giriş ücreti olan manastır, Mardin’in en çok ilgi çeken yapılarından biridir.

Deyrul Zafaran’dan Nusaybin'e doğru ilerlerken yaklaşık 20 kilometre sonra ise insanlık tarihi açısından çok önemli bir yer olan Dara Antik Kenti'ne ulaşıyorsunuz, 1.400 yıllık tarihi ile sizi karşılayan Antik Kent, Mardin’in her yeri gibi büyüleyici bir güzelliğe sahip.

Pers kralı 3. Darius’tan ismini aldığı varsayılsa da ne zaman yapıldığı ya da kimlere ev sahipliği yaptığı tam olarak bilinmiyor, kazı çalışmaları devam eden kentin %30’una ulaşılabilmiş ve 2017 yılında ziyarete açılmış. Girişin ücretsiz olduğu Antik Kent'i gezerken bir açık hava sinemasında olduğunuzu ve en iyi filmi izlediğinizi hayal edin, çünkü kent gerçek değil bir filmden çıkmış gelmiş gibi karşılayacak sizi.

Dara Antik Kenti'ndeki tarih gösterisinin ardından yolumuzu İpek Yolu'na ve Suriye sınırına çeviriyoruz. Nusaybin’e de uğrayarak önce Beyazsu’ya gideceğiz. Nusaybin yolu gerçekten Suriye sınırı ile sıfır noktasında. Yolun sağ tarafı Suriye toprakları ve tel örgülerle sınır hattı çizilmiş, ülkemizin her yeri gibi Nusaybin de güzellikten payını almış. Güzel bir doğanın, ağaçların arasında Beyazsu’ya geliyoruz. Beyazsu, belki de bölge halkı dışında çok bilinmeyen bir yer, ancak burada da doğa gösterisi başlıyor resmen, berrak ve soğuk akan bir akarsu, ağaçların arasında tam bir görsel şölen ile karşılıyor bizi. Suların üstüne kurulan taht dedikleri masalarda birçok kişi Beyazsu’dan çıkan balık ızgarası yiyor, o an kahvaltıda neden çok yedik diye hayıflanarak yemek yemeden sadece doğal gösteriye kendimizi bırakarak yolumuzu Mor Gabriel Manastırı'na doğru çeviriyoruz.

Mor Gabriel Manastırı diğer adıyla Deyrul Umur (rahiplerin meskeni) 397 yılında inşa edilmiş bir manastır, bugün günümüzde hâlâ 60 kişinin yaşadığı manastırda, 30 din adamı 30 öğrenci yaşamakta ve ibadet devam etmektedir. 5 TL gibi cüzi bir giriş ücretinin alındığı manastırda bir rehber size eşlik ediyor ve manastır tarihi ile ilgili bilgiler veriyor. Süryani din adamlarının oturarak ve başlarının doğuya döndürülerek gömüldüğünü burada öğreniyorum, Hazreti İsa doğudan için Hazreti İsa’yı yatar vaziyette karşılamamak amacıyla 15 mezarda bu şekilde gömülen 12.000 din adamının kemikleri olduğunu öğrendim, en son 1960 yılında bir defin işlemi yapılmış manastıra. Gezi esnasında Mezar Odası'nı da ziyaret ediyorsunuz, bütün mezarlar insan boyundayken yer altında olan bir mezar dikkatimizi çekiyor. Rehberin anlattığına göre Mor Gabriel vasiyet ederek mezarının yer altında olmasını istemiş. Mabedin kubbesinin özelliği ise hiç harç kullanılmamış olmasıdır. Manastırın içi şatafattan uzaktır ve buraya sadelik hâkimdir. Buranın içinde tuval yerine kumaş üzerine yapılan bir iki resim de vardır.

Mor Gabriel Manastırı ile devam eden tarih gösterisinin ardından bu sefer yolumuz Batman iline bağlı Hasankeyf’e düşüyor. Yakın bir gelecekte sular altında kalacak olan kenti sular altında kalmadan görmenin mutluluğu içindeyiz, ancak böylesine bir tarihin sular altında kalacak olmasının hüznünü taşıyoruz aynı anda. Hasankeyf ismi değerli taş anlamında, Arapçadan gelmiş bir isim. Dicle Nehri'nin iki yakasına kurulmuş tarihî kentin geçmişi 10.000 yılı buluyor ve kimi tarihçilere göre Göbeklitepe’den bile öncesinde yaşam olduğu ileri sürülüyor. Hasankeyf’e girer girmez Dicle Nehri'ne karşı kahve içebileceğiniz birçok yer mevcut, uçurumun tepesinden bakarak tarihe karşı kahvemizi yudumluyoruz. Sadece Hasankeyf’te içildiği söylenen süt ve ceviz ile yapılan hilve kahvesini tavsiye ediyor orada çalışanlar, bulunduğumuz grubun bir kısmı hilve kahvesi içerken ben Türk kahvesi içmeyi tercih ediyorum ama hilve kahvesini tatmadan de geçemiyorum.

Hasankeyf de gittiğimiz diğer tüm yerler gibi bizi büyülemeye devam ediyor, 10.000 yıllık geçmişinde birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Mezopotamya’nın bu güzel incisi Dicle’nin berrak suyu ve içinde bulunan binlerce mağarası ile ziyaretçilerini ağırlıyor ancak çok yakın gelecekte sular altında kalacağı için tarihî eserler yavaş yavaş taşınmaya başlanmış ve hummalı inşaat faaliyetleri de bir yandan devam ediyor.

Artık sadece üç ayağı kalmış köprü, Orta Çağ'ın en büyük köprüsüymüş ancak Moğol istilaları sırasında hasar görmüş. Mağaralarda ise 1969 yılına kadar yaşam varmış ancak 1969 yılından sonra devlet kararı ile mağara yaşamı son bulmuş ve halk evlere yerleştirilmiş. Eğer yolunuz Hasankeyf'e düşecekse acele edin.

Dönüşü Midyat üzerinden yapıyoruz, ancak maalesef zamanı çok etkin kullanamadığımız için Eski Midyat'ı göremiyoruz, akşam yemeği için Ciğerim adlı kebapçıya gidiyoruz ve gayet lezzetli kebaplar yiyip Mardin’e dönüyoruz.

3. günün sabahında uçağa yetişmeden Sabancı Müzesi'ni de ziyaret ederek Mardin seyahatimizi noktalıyoruz. Eski Mardin Çarşısı'ndan alınabilecek birçok hediyelik var, bunların başında gümüş çeşitleri, tesbihler, kahve ve şarap geliyor. Özellikle Süryani şarabı çok ünlü, ben şarap kullanmadığım için bir yorum yapamam ama lezzetinin dünyaca ünlü olduğunu belirtmeliyim.

Mardin benim ikinci doğu ili ziyaretimdi ve ilk ziyaretimi yaptığımVan gibi yine çok keyif aldım, gezginler için güzel bir seçenek olan Mardin tüm gezginleri bekliyor, sadece tarihi için değil çok ilgili halkı, misafirperver insanı için Mardin’i ziyaret edin ve bu tarihî kent sizi de büyülesin.