Mardin'de Bir Telkâri Öyküsü

TEL TEL İŞLENEN BİR ŞEHİR*

Mardin’de kışlar öyle soğuktur ki gördüğünüz bir ateş hemen sizi kendisine doğru çeker. Bu bazen taş bir evdeki soba ateşi bazen de dar sokaklar arasında ısınmak için yakılan küçük bir odun ateşi olur. Ama bu kış beni bu ayazda kendine doğru çeken ateş ne ocak ne de soba ateşiydi. Gökyüzünün kızıla döndüğü bir akşamüstü küçücük bir dükkandan gelen cılız bir kaynak ateşi çağırdı beni öyküsünü dinlemeye…

Küçük dükkanın içi geniş bir salon hissi uyandırıyordu. Her yer gözlenmek için sizi çekiyor ama gözler telaşla nereye bakacağını şaşırıyordu.

Bu dükkan bir telkari dükkanıydı; dükkanın yaşlı ustası atölyesinden kalkıp vitrinin önünde selamladı bizi. Vitrinde ince gümüş ipten motiflerle bezenmiş küpeler, kolyeler, bilezikler çeşit çeşit takılardan gözlerinizi almak zor. Küçücük bir küpenin yapımında bile büyük bir emek var belli…

Bu kadar ince bir işçiliğe emek vermiş ve yüzünde “bende ne hikayeler var!” ifadesi ile bakan Suphi Usta ile tanışıyoruz. Suphi Hindiyerli, Süryani bir telkari ustası... Yıllarını bu işe vermi; tecrübeli, olgun ama biraz da buruk. “Telkari Mezopotamya’da milattan 3 bin yıl önceden beri yapılıyor. 5 bin yıllık bir el sanatı. O zamanlar kullanılan bin ayar gümüştü; ben de onu kullanıyorum çünkü bin ayar olmadan telkari olmaz. Bu iş çok emek ister, gümüş teller bükülüp küçük motifler oluşturulur, bu motifler de birleşip takıyı oluşturur. Ama artık değerini düşürüyorlar; ya düşük ayar gümüş kullanıyorlar ya da bakır ip. .  Mardin’de hatta Türkiye’nin dört bir yanında telkari takılar var ama kalitelisini bulmak zor. Bu durum sanatın değerini, önemini düşürüyor”.

Suphi Usta bunları anlatırken belgeler, takdirnameler, fotoğraflarla dolu duvarlar dikkat çekiyor. Bir fotoğrafta plaket alıyor Usta Cumhurbaşkanı’Nın elinden; bir başka  fotoğraf Amerika’dan, bir diğeri  Suudi Arabistan’dan… Suphi Usta dünyaca ünlü bir telkari ustası, Mardin’de başlayan telkari serüveniyle birçok sanat, takı fuarında, Türkiye’de ve dünyada takdir toplamış. “Mardin’de doğdum, ilkokula giderken ağabeyimden öğrendim telkari yapmayı. 1974’de ayrıldım Mardin’den İstanbul’a göç ettim. Sonra 1997’de dönmeye karar verdim telkari için. Bir atölye açıp sanatımı öğretmek istedim, Mardin’in kendine özgü bu sanatını yaşatmak istedim. Çok ilgi gördü telkari; birçok organizasyona katıldım, takdirnameler aldım. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk geleneksel el sanatları sanatçısıyım. Amerika’da gittiğim katıldığım fuarda inanmadılar telkarinin el emeği olduğuna, bir iki parça gümüş tel götürmüştüm yanımda gözlerinin önünde yaptım, hayran kaldılar. Bugüne kadar çok kişiye telkariyi öğrettim, kurslar açtım, telkari ustaları yetiştirdim bu sanat devam etsin diye. Çünkü istedim ki ben ölüp gitsem bile bu sanat ölmesin devam etsin.”

Duvarlar o kadar kalabalık ki her köşe de farklı bir hikaye. Bir fotoğraf dikkatimi çekiyor, Suphi Usta’yı bir kadın çırağını çalıştırırken gösteren fotoğraf; soruyorum, telkari yapan kadın ustalar da var mı diye, “He babam, ilk kadın telkari ustasını ben yetiştirdim. 8 yıl çalıştık onunla şimdi o da bir usta. Sanatın cinsiyeti , dili, dini olmaz. Ben Süryani’yim ama bir sürü Müslüman telkari ustası yetiştirdim. Sanat barışı pekiştirir.“

O sıcak dükkanda yalnızdı Suphi Usta. Ufacık bir atölyede, mütevazı bir tezgah başında tek başına telkari yapıyordu. Merak ettim çıraklar nerede diye; “Ben usta yetiştirmek istiyorum. 40-50 kişi yetiştirmedikten, onlara bu sanatı öğretmedikten sonra neye yarar. Kendi kendime mi öğreteceğim bu sanatı, Türkiye’de 20 kadar telkari ustası kaldık, ben en yaşlısıyım,  öğreteceğim ki bu sanat Mardin’de yaşasın. Prens Charles geldiğinde Mardin’i ziyaret etti. Benimle görüştü sanatımı gösterdim ona, bana bu sanat geliştirilmeli dedi ben de ona cevaben her köyde bir kurs her köyde bir atölye olursa gelişir dedim. Bu sanat el emeği, yani insan gerektirir. Usta olacak ki çalışacak üretecek. Ama maalesef artık yetiştirmek için çırak bulamıyorum.  Gençler ya okula gidiyor el sanatı öğrenmek istemiyor ya da çok kazançlı bir iş gibi gelmediği için  yanaşmıyor telkariye.  Ama bilmiyorlar ki bu iş insan gerektirir; yapan kişi artarsa bu iş kazançlı olur. Bir çocuk 10 yaşında sanat öğrenmeye başlarsa 30 yaşına geldiğinde mesleğin piri olur. O yüzden genç yaşta öğrenilmeli bu sanat. Ama tabi bu sanat öğrenilmekle bitmez, ben 70 yaşındayım hala bir şeyler öğreniyorum böyle bir sanat bu.”

Takılara bakarken iç taraflarındaki Mardin damgasına gözüm takılıyor, Suphi Usta özel olarak yaptırmış bu  damgayı. “Telkari Mezopotamya’da doğdu Mardin’de yaşadı gelişti. Trabzonlu, Kırıkkaleli, Egeli sahiplenmeye çalışsa da telkari Mardin’indir. O nedenle ben Mardin damgası yaptırdım tüm yaptığım çalışmaların arkasına; gümüş tabakaya basıyorum bu damgayı.”

Vitrindeki takılar o kadar güzel ki bir kolye deniyorum, bir de küpe... Ama Suphi Usta dur diyor sana özel bir parça göstereyim. Bir çift küpe çıkarıyor çekmeceden gül şeklinde ince bir el işçiliği ile yapılmış, iyice açmış gri parlak bir gül. Suphi Usta heyecanımdan anlıyor hemen anlatıyor bu gül küpelerin hikayesini, “Telkaride en klasik takıdır bu küpeler, altını da yapılır bunların kat kak motifler işlenerek. Eski zamanlarda Mardin’de evlenen genç kızlara mutlaka gül küpe takarlardı. Bir geline kat kat kolyeler, bilezikler alsalar da telkari gül bir çift küpesi olmazsa mutlu olmazdı. Gelenektir bu gül küpeler...”

Mardin ayaza kesti iyice; hava karardı artık gitme vakti. Telkari ustası Suphi Hindiyeri’nin anlattıkları mutlu ediyor beni... Çıkıyorum küçük ama dopdolu dükkandan kulaklarımda bir çift gül telkari küpeyle…

*TRT Haber Dijital Dergi'de yayınlanmış yazı