Makedonya'nın Şirin Kasabası - Ohrid

Balkanlarda bir sonraki durağım Ohrid oluyor. Balkanlarda daha önceki duraklarım olan Budva’yla ilgili yazıya buradan, Kotor ile ilgili yazıya buradan, Tiran ile ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Yazı gezilecek görülecek yerlerden ziyade, tecrübe ve tavsiyelerimi içermektedir.

Ohrid'e Gidiş Macerası

Balkanlar gezimin dördüncü günündeyim. Arnavutluk'tan sonra Ohrid’e gitmek için Struga’ya giden bir otobüse bilet alıyorum. Struga-Ohrid arası 15 km, otobüs Kichevo’ya devam ettiği için burada iniyoruz. Arnavutluk'tan 3 saat süren bir yolculuktan sonra Makedonya’ya girişimiz biraz sorunlu oluyor. Sınırda yaklaşık 1 saat bekletildik. İlk kez polis otobüsten inmemizi istedi. Bize klasik birkaç soru sordu, sonra tekrar devam etmemize izin verdi. Sınırdan sonra Struga’ya varmak 15 dakika kadar sürüyor. Struga’dan taksiyle 15 dakika sonra Ohrid’e varıyorum. Gündüz çok kısa aralıklarla minibüs bulmak mümkün. Ancak benim vardığım saat gece 10.30, fazla seçeneğim yok. Taksiciler otobüsün bıraktığı yerde bizi bekliyor, resmi tabelası yok. 10 Euro istiyorlar, pazarlıkla 7 Euro'ya anlaşıyoruz. Taksicimiz müslüman, ne o İngilizce, Türkçe biliyor ne ben Makedonca. Ancak bir şekilde anlaşıyoruz. Sevgisini belli ediyor, samimiyetinden şüphe etmiyorum.

Şehrin yukarıdan görünüşü

Otele yerleşmek de ayrı bir macera

Kısa bir taksi yolculuğundan sonra merkezde duruyoruz. Hostelimi bulmak için Google uygulamasının gösterdiği noktaya geldiğimde orada hostel olduğuna dair bir işaret göremiyorum. Sağ olsun yanıma gelen bir otopark görevlisi yardımcı oluyor. Telefonla hosteli arıyor, hostelin sahibi birkaç dakika içerisinde geleceğini belirtiyor. Bana yardım eden arkadaşın Fenerbahçeli olduğunu öğreniyorum bu arada. Makedonya’daki ilk saatlerimde konukseverliklerini anlamaya başlıyorum. Hostelin sahibi geliyor birazdan, başka yerde pek karşılaşmadığımız şekilde, rezervasyonum olmasına rağmen hostelin dolu olduğunu, beni bir arkadaşının yerine bırakacağını söylüyor. Türkiye’den tanıdık olduğumuz bu zihniyete, biraz da neredeyse geceyarısı olmasının verdiği isteksizlikle tamam diyorum. Merkezde bir hostele getiriyor beni. Girişi pizza dükkanının yanından yapılıyor. İçeride kimse yok, uykum var zaten, fazla sorgulayacak durumda değilim. Dalmak üzereyken kızın biri gelip pasaportumu alıyor. Bir daha da gelen yok. Sabah kalktığımda pizza dükkanı kapalı, içeride temizlik yapan bir kadın... Anlaşmaya çalışıyoruz ancak konuşamıyor, patronunu arıyor telefondan, bir kez daha derdimi anlatmaya çalışıyorum. Pasaportumu kimin aldığı, nerede olduğu bilinmiyor. Şehri gezerim diye sabahın köründe kalkmıştım, aç bir şekilde 11’e kadar bekliyoruz. Sebebini sonradan öğreniyoruz, kızın mesai saati 10.30'da başlıyor. O sinirle kalacak başka bir yer aramak üzere sırt çantamla bir saat geziyorum. Nereye sorsam yer yok. Booking.com üzerinden şehrin biraz dışında bir apart buluyorum. Yerleşmem saat 13.00'ü buluyor. Kalacak yere yerleştikten sonra yarısını boşa getirdiğim günün geri kalanını değerlendirmeye çalışıyorum.


Şehrin kaleden görünüşü

Sonunda Ohrid'e kavuşma

Şehir Ohrid Gölü'nün kenarına kurulmuş. Tarihi 6000 yıl öncesine kadar gidiyor. 1979 yılından beri Unesco Dünya Mirasları listesinde. Şehrin nüfusu sadece 42.000. Hakkıyla plan yapıldığında yarım günde gezilebilecek bir yer. Şehir merkezinde börekle kahvaltı ettikten sonra Ohrid Gölü'nde tekne turu yapmaya çalıştım. Burada turlara, gruplara özel tekne turları var. Boğazda dolunca kalkan teknelerden beklemeyin. Teknelerin çoğunda Türk kafileler görmek mümkün. Yalnızsanız tek şansınız küçük bir tekne kiralamak. 15 Euro’dan pazarlığa başlıyorlar ama 10 Euro’ya tamam diyorlar. Tekneler 5-6 kişi alabilir, civarda tek gezen birini görürseniz beraber açılmayı teklif edebilirsiniz.


İskeleden şehrin görünüşü

Rıhtımda Türkçe konuşan bir baba-oğulu bulunca selam verdim. Burada yaşıyormuş, ailesinin büyük kısmı İstanbul-Fatih’teymis. Tekne turlarını sorunca, gezdirdikleri yerlerin sahil kenarında olduğunu, gölün üzerinde pek görmeye değer bir şey olmadığını, karadan gezmemi tavsiye ettiğini söyledi. Ben de dediğine uydum.


Kaleye çıkışınızı kolaylaştıran şirin sokaklar

Şehrin içi labirent gibi. Her yol farklı bir yere çıkıyor. Bir yol sizi sahilde dolaştırırken, diğeri kaleye götürebiliyor. Zamanım olduğundan sıkılmadan hepsini gezdim. Yol üzerinde rastladığım kiliseleri, çiçeklerle donatılmış evleri, dar sokakları dolaştım. Yollarda çalışanlara Türkiye’deymiş gibi elimi kaldırıp selam verdiğimde, anlaşamasak da karşılığını aldım. Her İstanbul dediğimde “abi, kardeş” seslerini duydum.

Şehri ve gölü yukarıdan görmeye en müsait yapı Ohrid kalesi. Fazla zaman harcanacak bir yer değil. Girişi 30 dinar. Kalenin hemen altında bulunan bir türbe ve kilise var. Orasının girişi için 100 dinar istediler. Çıkışa yöneldiğimde görevli nereli olduğumu sordu, İstanbul deyince, “hoşgeldin, haydi” deyip ücret almadan girmeme izin verdi.


Saint Panteleimon Manastırı

Kalenin surlarından şehrin ve golün her köşesini detaylıca görmek ve fotoğraflamak mümkün. Oraya ulaşmak sıcak havada biraz zor olabiliyor ama manzaraya değer.


Surlardan göl manzarası

Surların bir ucunda oturmuş şehri seyrederken, yalnız seyahat etmenin güzelliklerinden birini yaşadım. Dünyanın farklı bir köşesinde ortak bir noktanız olan bir yabancıyla karşılaşmak. Bu sefer ki Hırvat bir gazeteciydi. Konuşmayı o başlattı, nereli olduğumu öğrenince gazeteci olduğundan bahsedip Türkiye’de bulunduğundan bahsetti. Bir süre sonra konu politikaya geldi. Soruları biraz da benim düşüncelerimi öğrenmeye yönelikti, konuşmanın birazdan daha uç noktalara gittiğini hissettim. Beni bu konularda biraz açık görüşlü bulmuş olacak ki ülkenin doğusuyla ilgilendiğini, Diyarbakir’dan Hakkari’ye kadar gittiğini, hatta Kandil’de bazı üst düzey örgüt yöneticileriyle görüştüğünü söyledi. Objektif olmaya çalıştığından ama Türkler tarafından her zaman açık sözlülük göremediğinden yakındı. Türkiye hakkında oldukça donanımlıydı. Terör konusunun başlangıcından, günümüzdeki olaylara kadar pek çok konuda konuştuk. Böyle durumlarda kendi fikirlerimi ifade etmekten ziyade, karşı tarafın görüşlerini öğrenmeye daha fazla çabalarım. Resmi tarih, ideoloji bizi şekillendiriyor; ancak tarafsız ya da farklı bir noktadan yapıcı bir eleştiri, tüm bildiklerimizi, inandıklarımızı ters yüz edebiliyor. Medeni bir şekilde ifade edildikten sonra, en uç düşüncelerin ifade edilmesinde bile pek çok yarar olduğunu bizzat görmüş oldum.

Aslında pek çok yerde bu tarz birine rastlayabiliriz belki ama en azından ben Ohrid Kalesi'nde karşılaşmayı beklemiyordum. Bana bir kahve ısmarlayıp biraz daha konuştuktan sonra Kosova’da buluşmak üzere sözleştik. Orada yaşayan bir haberci arkadaşıyla şehri gezmek istiyormuş, beni de davet etti. Tabii ki yerel birinden hikayeleri dinlemek her zaman daha ilgi çekicidir, ben de tereddütsüz kabul ettim.

Akşam üzeri sahile inerken her tarafta resim çizen gençler görmüştüm. Tayland’dan tutun, Hong Kong’a kadar, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş yaklaşık 80 kişi. İçlerinden altısı Türk, burada Bitola’da kalıyorlarmış. Uluslararası bir resim yarışmasına katılmak için gelmişler. Biraz konuştuktan sonra yemek yemek için sahilde bir restoranta indim. Orada da kendi aralarında Türkçe konuşan 4 genç arkadaşla tanıştım. Gayet güzel ve doyurucu bir sohbet yaptık. Yemekten sonra otelime geçip yarınki Üsküp yolculuğu için hazırlığa başladım.


Resim yarışmasına katılan arkadaşlardan biri

Ertesi gün Üsküp’e geçeceğim için fazla erken kalkmadım. Şehir merkezinde güzel bir kahvaltıdan sonra insanlara sorarak otobüs garajına doğru yürümeye başladım. Yaklaşık 20-25 dakikalık bir yürüyüş oldu. Beklediğimden daha uzun sürdü. Taksiyle burası merkezden 2 Euro tutuyormuş. Geldiğimde saat 10.00’u biraz geçiyordu. Günün sürprizini burada yaşadım. Kaldığım hostelde otobüs çizelgesi vardı ama ülkenin başkentine Ohrid'den otobüs vardır diye düşünmüştüm. Ama buranın Balkanlar olduğunu unutmuş olmalıyım. 15 dakikayla kaçırdığım otobüsten sonra bir dahaki otobüsün 16.30'da öğrendiğimde ne kadar şaşırdığımı tahmin edemezsiniz. Garaj içine 10 tane otobüs alacak kadar alan ya var ya yok. Bir tane eski turuncu otobüs görüyorum, nereye gittiğini soruyorum. Görevli bayan Bitola diyor. Şansıma 5 dakika sonra kalkıyor. Burada sırt çantamla 6 saat geçirmektense şansımı oradan denemeye karar veriyorum.

Bitola'ya Gidiş Macerası

Otobüste benim gibi gezen 2 yabancı ile şoförle konuşmalarından oralı olduğunu anladığım bir anne kız var. Bitola, bizler tarafından manastır olarak biliniyor. Yunanistan sınırından yalnızca 12 km uzaklıkta. Ülkenin ikinci büyük kenti ama bizim standartlarımızda kasaba büyüklüğünde. Bir ucundan girip diğer ucundan çıkmak 30 dakikadan fazla sürmez.

Yolculuk virajlı yollarda yaklaşık 1,5 saat kadar sürüyor. Otobüs biraz yokuş gördüğünde gitmekle gitmemek arasında kararsız, garip sesler çıkarıyor. Bu kez bizi yolda bırakmasa bile, yakın bir zamanda birileri bu yolda heyecan yaşayacak diye düşünüyorum. Yollar Arnavutluk’tan Struga’ya gelirken gördüğümüz manzaralarla dolu. Tarla yok, her yer yeşillik, sağda solda otlayan inekler, arada sırada çayırlarda ot biçen köylüler. Arada sırada ufak köylere uğruyor, duraklıyoruz ama pek binmeye niyetlenen yok. Yola başladığımız 5 kişiyle Bitola’ya varıyoruz.

Bir sonraki Üsküp otobüsünün 14.30’da olduğunu öğreniyorum. Aşağı yukarı 2,5 saatim var. Bu küçük şehir için hiç de fena değil. Garajdan çıktığımda büyük bir park görüyorum. Pazar sabahı, insanlar pek rağbet göstermemiş. Ağaçların arasından evlerin olduğu tarafa yöneliyorum. Insanlar kalabalıklaşmaya, sesler artmaya başlıyor. Boydan boya 500 metreyi geçmeyecek ana caddesinde, tanıdık sesler ve tabelalar görüyorum. Restoranlarda oturanların Türk oldukları her hallerinden belli. İstanbul Dönercisi en cok rağbet görenlerden. Burada da döner yenir mi bilemedim. Belki çayı için ilgi görüyordur. Caddenin sonunda dün Ohrid’de karşılaştığım öğrenci arkadaşlarla karşılaşıyorum. Biraz sohbet ettikten sonra kafelerden birine ben de oturuyorum. Burada da halen güzel bir gelenek devam ediyor. Su istediğinizde çeşme suyu getiriyorlar. Şişe suyu özellikle istemelisiniz. Çeşme suyu dediğime bakmayın, hayatımda içtiğim en lezzetli su olabilir.


Bitola merkez

Zamanımın çoğunu parkta geçirdikten sonra Üsküp otobüsüne biniyorum. Tüm Balkan yolculuğum boyunca ilk kez oturacağım koltuk belli. Diğerlerin de herkes istediği yerde oturuyordu.

Bitola-Üsküp arası biraz daha düz. Dağlar tepeler biraz daha fazla uzaklaşıyor. Tarlalar daha geniş alanları kaplamaya başlıyor. Ancak yeşillikler, gökyüzü, akarsular aynı kalmaya devam ediyor. 3 saatlik yolculuğun ardından Üsküp’e varıyoruz.

Buraya kadar gelip tatmamak olmazdı :)

Yazar Hakkında

mesuttoker

Hayatın anlamını bulur muyum bilmiyorum ama gezmek bana hayat katıyor, orası kesin.