Üsküp ve Matka Kanyonu

Balkanlar'da bir sonraki durağım Üsküp oluyor. Balkanlar'da daha önceki duraklarım olan Budva’yla ilgili yazıya buradan, Kotor ile ilgili yazıya buradan, Tiran ile ilgili yazıya buradan, Ohrid ile ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Yazı gezilecek görülecek yerlerden ziyade, tecrübe ve tavsiyelerimi içermektedir.

Vardar Nehri üzerinden eski şehre ulaşım

Üsküp’te ilk günümde ne yapacağıma karar vermeden sabah erkenden kalktım. Üsküp pek turistik bir şehir olmadığından şehrin dışında fazla gezecek bir yer yok maalesef. Şehrin dışındaki gezebileceğiniz en ünlü yeri Matka Kanyonu.

Üsküp Gezimiz

Akşam saatlerine kadar belediye otobüsü olduğunu bildiğimden ilk olarak şehri tanımaya karar verdim. Yakınımda nereleri var diye bakarken, Tiran’da olduğu gibi burada da ücretsiz şehir turu olduğunu gördüm. Sabah saat 10’da Mother Teresa Evi'nin önünden başlıyor. Konum olarak uzak değildim zaten, saat 10’a geliyordu, katılmaya karar verdim. Gittiğimde rehber dışında kimse yoktu. Rehberimizin adı Miha; yarı Yunan, yarı Makedon bir arkadaş. Saat ilerledikçe katılanların sayısı artmaya başlıyor, 10 kişiye yaklaşıyoruz. Tanışma faslında aramızda Samsun’dan bir arkadaş olduğunu öğreniyorum. Ilk defa bu tür bir gezide Türkiye'den birine rastlıyorum.

Tarihi binaları gezerek başlıyoruz. Aslında Makedonya çok eski bir tarihe sahip, sürekli birilerinin egemenliği altında yaşamışlar. Son dönemleri hariç sadece 7 yıl birilerine tabi olmadan yaşamışlar. Şehrin bu karışık geçmişi binalarına da yansımış. Osmanlı döneminden kalma bir eserin yanında, Tito zamanından kalma bir bina bulabiliyorusunuz. 1960’lardaki depremle birlikte pek çok yapı hasar görmüş. Yenilemeye çalışmışlar ama halen izleri görülebiliyor.


Şehrin gece görüntüsü

Gezimize başladığımız yer bizlerin Rahibe Terasa, Makedonların Mother Teresa olarak bildikleri, Hindistan'da yoksul insanlara yaptığı yardımlar dolayısıyla Nobel Barış Ödülü'ne laik görülmüş bir din kadını. Tiran gezimizde de Arnavutlar tarafından sahiplenilmişti. Her iki taraf da kendi ülkesinde doğduğunu iddia ediyor. Şahsen bana Makedonya’da doğmuş olması daha doğru gibi geliyor.


Arnavutlarla paylaşılamayan Teresa Ana'nın Evi

Adına adanmış ev aslında doğduğu ev değil. Büyük depremde bu ev tamamen yıkılmış. Onuruna bu yeni yapıyı inşa etmişler. Biraz farklı dizayn edilmeye çalışılmış ama yeni bir bina olduğunu, bir nevi müze olduğunu anlıyorsunuz.
Rehberimiz Üsküp’ün biraz tezatlar şehri olduğunu, tarihi gerçeklerin dışında akıl erdirmekte zorlanacağımız, biraz da eğlenceli, komik bir gezi olacağını belirtmişti en başta. Turumuz ilerledikçe ne demek istediğini daha iyi anladım. Bunca geçmişe, tarihi yapıya rağmen mevcut hükümet, yönetim halktan topladığı paraları biraz rahat harcamış. Ortaya bir nevi taklit Avrupa çıkmış. Şehrin bir yerinde Wall Street’te görebileceğiniz boğa heykelini görürseniz şaşırmayın.


Protestolara sebep olan sahte tarihi eserler

Şehrin merkezine geldiğinizde her yerde kalitesiz malzemeden abartısız yüzlerce heykel göreceksiniz. Ama alakasızca her yerde... Binaların çatısında, köprü üstünde, hatta içinde. O kadar kalitesiz malzemeden yapılmış ki, elinizle vurduğunuzda içinin boş olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yetmezmiş gibi Vardar Nehri'ni Venedik’e benzetmeye çalışmışlar. Üç tane kocaman korsan gemisi görürseniz şaşırmayın. Akıntının içine sabitlenmiş. Yüzdükleri falan yok.

Burada yaşayanlar da bundan sıkılmış olsalar gerek, bulunduğumuz dönemde protestolar vardı. Şiddet içermeyen şekilde kalabalıklar akşam 9 gibi toplanıyor, 10 gibi dağılıyor. Ellerinde renkli boya içeren poşetleri bu sahte heykellerin, Barok dönemi sütunların, geçitlerin üstüne firlatıyorlar. Her yer rengarenk...


Rehberimiz Miha ve yeni yapılan pek çok kiliseden biri

Şehrin bizim tarihimizle ilgili kısmı Vardar Nehri'nin ötesinde. İki yakayı birbirine bağlayan pek çok köprüden hangisinin Osmanlı’dan kaldığını söylemek kolay, sahtelerinin yanında hemen göze batıyor. Osmanlı dönemi eserlerinin çoğu Carjiya, yani Eski Çarşı içerisinde. Yaklaşırken bile tanıdık bir hisse kapılmanız mümkün. Çarşının girişinde bugün kullanılmayan bir hamam var. Sonra sağlı sollu dükkanların bulunduğu, bugün itibariyle çoğunu kuyumcuların ve tekstille ilgili dükkanların yer aldığı pazar bölümü bulunuyor. Bunlarında ortasında medrese ve hanlar var. Bugün bile hanların alt kısımları dükkan iken, üst kısımları genellikle Arnavut azınlıktan ailelerin çocuklarına eğitim veren merkezler olarak işlev görüyor.


Eski çarşının sokakları, pazar sabahı pek kalabalık değil.

Çarşının girişinden sol yukarıya baktığınızda, şehre yukarıdan hakim bir noktadan gören kaleyi görebiliyorsunuz. Kalenin surları üç farklı katmandan oluşmuş. Aslında bu kale Roma döneminden beri burda ama Osmanlı'ya küçük gelmiş ve son geniş halkayı eklemiş. Kalenin içine girdiğinizde şehrin dört bir tarafını görebilmeniz mümkün. Giriş için ücret gerekmiyor. 


Kaleden şehrin görünüşü

Çarşıyla ilgili beklentim çok daha farklıydı açıkçası. Çok daha otantik bir ortam bekliyordum. Yerel çalgılar, telkari gibi el işçiliği gerektiren zanaatkarlar yine var ama dükkanların çoğunu turizm şirketleri, kuyumcular, kadın kiyafeti satan dükkanlar almış. Şehirde Türkçeyi en çok duyabileceğiniz yer burası. Satıcılarla anlaşmak çok kolay. Ancak konuşmalar çok ileri seviyeye pek taşınamıyor. Yine de farklı bir coğrafyada kendi dilinizde anlaşabilmek güzel bir duygu.

Matka Kanyonu

Gezi yaklaşık dört saatin ardından bitti. Günün geri kalanında Matka Kanyonu'na girmeye karar verdim. Genel bir bilgi vermek gerekirse burası eski bir baraj, halen aktif halde. Kanyon olarak turistlere açık kısmı ise baraj gölünün etrafında gezilebilecek birkaç kilometrelik alandan oluşuyor. Şehirden taksilerle pazarlık yaparak 2016 fiyatlarıyla 400 dinara ya da 6-7 Euro'ya gelmek mümkün. Dönerken otobüs saatlerine göre daha yüksek fiyat istiyorlar. Diğer yol belediye otobüsü. İlk durak şehir garajının yanı; numarası 60. Normalde şehir icinden de geçiyor ama her zaman doğru durağı bulmak kolay olmayabilir. Garaj şehir merkezinden yürüyerek 20-25 dakika uzaklıkta. 


Matka Kanyonu 

Otobüs sıklığı yaklaşık 1,5 saatte bir. En son otobüs akşam 9’da dönüyor. Fiyatı 45 dinar. Kanyona geldikten sonra yürüyüş yoluna ulaşmak için yaklaşık 10 dakika yürümeniz gerekiyor. Girişte restoranlar var, onları gördüğünüzde girişte olduğunuzu anlayacaksınız. Bu noktada internet yarım saat için ücretsiz.

Kanyonun patikalarında

Baraj gölünün kenarlarında bulunan yol zaman zaman toprak patikadan, zaman zaman da sonradan yapılmış taş, çimento zeminden yapılmış. Ben yaklaşık bir km benzer bir manzarayı takip ettim, patikanın sonunda mağara varmış; ama benden başka kimse yola devam etmediğinden pek gitme isteğim kalmadı. Yürümenin dışında restoranların bulunduğu bölümden kano kiralayıp 1,5 saatte ve oldukça yorucu bir tecrübenin ardından baraj gölünün sınırlarına ulaşabilir ya da "ne gerek var bu kadar çabaya" diyip biraz daha fazla ödeyerek bir tekne kiralayabilirsiniz. 

Kanyon gezisi sırasında aynı hostelde kaldığımızı öğrendiğim Mitka isminde Çek bir arkadaşla tanıştım. Yalnız seyahat etmenin başka bir avantajı sanırım, başka yalnız seyahat edenlerle buluşabiliyorsunuz. Mitka evli olmasına rağmen burayı tek başına görmeye gelmiş. Bu arkadaşla beraber gezerek akşam da güzel bir yemekte sohbetimize devam ediyoruz. Bu gece Belgrad’a geçiyorum. Üsküp’e uzaklığı yaklaşık 400 km. Geceyi yolda geçirebilmek adına gece 02:00 otobüsünde bilet alıyorum. 2016 fiyatıyla yaklaşık 23 Euro tutuyor. Balkan yolculuğumun en pahalı aşaması.

Bir sonraki durağım Belgrad'da görüşmek üzere.

Daha fazla fotoğraf ve bilgi için facebook ve instagramhesaplarımı takip edebilirsiniz.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı

Yazar Hakkında

mesuttoker

Hayatın anlamını bulur muyum bilmiyorum ama gezmek bana hayat katıyor, orası kesin.