Ayağa Kalkmaya Çalışan Bir Şehir - Tiran

Balkanlarda bir sonraki durağım Arnavutluk'un başkenti Tiran oluyor. Daha önceki duraklarım olan Budva ile ilgili yazıma buradan, Kotor ile ilgili yazıma buradan ulaşabilirsiniz. Yazılar gezilecek görülecek yerlerden ziyade; tecrübe ettiklerim, tavsiyelerimi içermektedir. 

Balkanlarda ilk durağım olan Karadağ'da geçirdiğim 2 günün ardından Arnavutluk'a geçmek için otobüsü seçiyorum. İki ülke arasında uçuş yok, Sırbistan gibi yakın bir ülkeyi kullanarak aktarma yapmanız gerekiyor. Budva’dan saat 9.00’da hareket eden otobüsümüz Bar-Ulcinj istikametini takip ederek Podgorica’ya doğru yola çıkıyor. Yolda birkaç noktadan yolcu alıyoruz. Onun dışında durmadan Podgorica’ya yaklaşık 1,5 saatte geldik. Burada 15 dakikalık moladan sonra Arnavutluk sınırına, İşkodra’ya doğru yola koyulduk. Otobüs biraz eski olmakla birlikte rahattı. Klimaları çalışıyordu. Yollar kıvrılarak ilerlediğinden genellikle 60-70 km hızla ilerliyorduk. Otobüs yolculuğumuzun oldukça büyük bir kısmı İşkodra, onların tabiriyle Skoder Gölü'nün çevresini dolaşarak geçiyor. 

İşkodra Gölü

Sınırda biraz beklemek durumunda kaldık. Klasik olarak önce Karadağ polisi otobüse binip pasaportları topluyor, çıkış damgaları vuruluyor, 50 metre ilerledikten sonra bu kez aynı işlemi Arnavut polisi yapıyor. Bu işlem yaklaşık 30 dakika sürdü. Ancak ilginç bir şekilde Arnavut tarafının damgasını bulamadım. Belki uygulamaları böyledir, daha sonra çıkarken öğreneceğim sanırım.
Sınırdan sonra meşhur İşkodra Gölü geliyor; Avrupa'nın en büyüğü, hem Karadağ hem de Arnavutluk’ta pek çok kasabaya geçim imkanı sağlıyor.


İşkodra boyunca sizi takip eden manzaralar

Yol boyunca birbirinden ayrı konumlanmış, oldukça güzel, genellikle önü ağaçlı ve çiçekli evler İşkodra’ya kadar bizi takip ediyor. Cami minareleri görmeye başlıyoruz. Arnavutluk nüfusunun yüzde 60’ı müslüman, yüzde 20-25 civarında da hristiyan ve ateist yaşıyor. Enver Hoca zamanında bu şehir Ateistliği resmi din olarak kabul eden ender ülkelerden biri. İşkodra’da 15 dakika mola veriyoruz. Biraz fotoğraf çekme fırsatı buluyorum. Arnavutlukla ilk izlenimlerim burada oluşuyor. Orta Anadolu’da bir kasabanın 10-15 yıl önceki halini anımsatıyor. Eski, komünist zamandan kalma evler, yol kenarlarına serpiştirilmiş dükkanlar, sağa sola yürüyen insanlar. Karadağ’da olmadığı kadar gençler ve çocuklar.  Hafta içi olmasına rağmen oldukça da kalabalık.


İşkodra Ebu Bekir (El Zamil) Camii
 
İşkodra’yı geride bırakıp 1 saat kadar sonra Tiran’ı görüyoruz. Şehrin girişinde Türk markaları göze çarpıyor. En azından Bosna’da olduğu gibi buraya da geç kalmamışız diye seviniyorum. Amerika Yatırım Bankası'nın yanında Alpet’i, Flo’yu, LC Waikiki’yi görmek güzel. Otobüsümüz bizi şehrin merkezinde bırakıyor. Sonradan şehirde otobüsler için garaj olmadığını öğreneceğim. Hostelim fazla uzak değil. Eşyalarımı bırakıp hemen şehri keşfetmeye çıkıyorum.

Budva’da hostelde tanıştığım gezginler hakkında pek olumlu şeyler söylememişlerdi. Üzülerek haklı olduklarını görüyorum. Aslında hayal kırıklığım şehrin kendisi için değil. Beklentim daha düşüktü. Canlı sokakları, kalabalıkları, geniş caddeleri, kafeleri hoşuma gitti. Ancak etrafta görebilecek turlar aradığımda fazla seçenek bulamadım. Fazla turist de göremedim. Şehir merkezinde turist danışma ofisi yok. Şehrin sundukları bir kaç saatte bitirilebilecek cinsten, o yüzden şehri yarım güne sığdırıp hızlıca Ohrid'e geçmeye karar verdim. Makedonya'ya otobüs bileti bulmak da ayrı macera oldu. Şehirde bizim bildiğimiz anlamda otobüs garajı yok. Biletler turizm acentelerinden alınıyor. Otobüsler şehrin bilinen, merkezi yerlerinden kalkıyor. Birçok ofise girip çıktıktan sonra en sonunda Makedonya’ya otobüs bileti bulabildim. Maalesef günde bir otobüs vardı; o da öğlenden sonra saat 16.00’da. Bu bileti satan seyahat acentesini Tiran international Hotel’in arkasında bulabilirsiniz. Fiyat 10 Euro, kalkış yeri de tur ofisinin önü.


Tiran'da bir cadde

Tiran merkezde döviz bozdurmak sorun değil. Gelirken sorun yaşar mıyım diye merak etmiştim ama gelince gördüm ki yolda bozdurmak bile kolay. Pek çok banka ve döviz bürosunun dışında cami etrafında elden satanlar bile var. Yemek yiyip dinlenmeye karar veriyorum. Fiyatlar çok çok ucuz. Şehrin göbeğinde, görece lüks bir yerde yedigim yemek 10 TL civarı tuttu. Eğer ara sokaklarda yemek sorununuz yoksa 1 TL’ye kocaman bir dilim börek alabilirsiniz.

Yemekten sonra gezerken, şehrin merkezinde her gün ücretsiz bir tur düzenlendiğini öğreniyorum. En azından şehri tanımak adına bir fırsat, üstelik yerel birilerinden dinleyerek. En azından şehirde yapabileceğim bir şeylerin olduğunu düşünerek hostelime dönüyorum. Ertesi gün saat 10.00’da şehir merkezinden başlayan ücretsiz tura katılacağım için erkenden kalkıyorum. Arnavutlar börek, poğaça tarzı hamur işlerini seviyorlar. Adım başı satan bir yer bulunuyor ancak oturup yemek mümkün değil. Satın alıp, ayaküstü yemeniz lazım. Oturmak istiyorsanız pek çok kafe tarzı yerler mevcut; kahve, kek vb. şeyler satıyorlar ancak börek bulmak mümkün değil. Fırının birinden  2 dilim kıymalı börek alıp, bir parka yöneliyorum. Börekler sadece 70 leke tutuyor, yaklaşık 1,5 TL. Saat 10.00’a doğru meydana, ücretsiz tura katılmak üzere yola koyuluyorum. Hava oldukça sıcak, insanlar çimenlerin üzerine oturmaya başlamış bile. Boynunda yaka kartı olan 2 arkadaş geliyor. İsminin Gazi olduğunu öğreniyorum. Tanışana kadar aramıza birkaç kişi daha katılıyor. 5 Alman, 1 Fransız, 1 Japon ve ben. Tur yaklaşık 2 saat sürüyor. Tur tamamen ücretsiz ancak tur bitiminde herkes gönlünden ne koparsa veriyor. 10 Euro civari veren de var, 1 Euro veren de. Tur boyunca Tiran’ın bugünkü haline hangi şartların getirdiğini öğreniyoruz. Yüzyıllarca Romalılar, Osmanlılar, sonra da komünist sistem ve Enver Hoca bugünkü şeklini vermiş ülkeye. Osmanlı yaklaşık 500 yüzyıl kalmış; ancak komünist dönem, izlerin çoğunu alıp götürmüş. Sadece dillerindeki kelimeler, İskender Bey Camii ve surlar kalmış.


İskender Bey Camii

60’lı, 70’li yıllarda ülke zamanının Kuzey Koresi olmuş. Enver Hoca Tito’ya bile komünistlik dersi vermeye kalkmış, kafa tutmuş, yumuşaklıkla suçlamış. Sonunda ne olmuş? Bosna’da, Makedonya’da hala Tito’yu özlemle ananlar bulunabilirken; Enver Hoca’nın mezarı bile unutulmuş. Dönemin izlerini şehirlerin eski binalarindan, geniş sokak ve parklarından, soğuk hükümet binalarından ve her yerde karşınıza çıkan, sığınaklardan görebiliyorsunuz.


Zamanında Enver Hoca'ya anıt mezar olarak düşünülmüş piramit

Sığınaklara ayrı bir paragraf açmak lazım. Rehberimizin dediğine göre ülkenin tamamında 700 bin civarı olduğu tahmin ediliyormuş. Bunlar savaş ihtimaline karşı yapılmış. İçine en fazla 2 kişinin girebileceği, genellikle beton ya da demirden dökülmüş, bazen tünellerle birbirine bağlanmış yapılar. O kadar saçma sapan yerlerde karşınıza çıkıyorlar ki sanırım imha etmesi oldukça zor. Köylerde, tepelerde, parklarda, her yerdeler. Köylerdekilerin saman koymak, hayvan kapamak gibi garip şekillerde kullanıldığına şahit oldum.


Sığınaklardan biri

Enver Hoca ve halkı bu hazırlığı yapmış ama hiç kullanmak zorunda kalmamışlar. Sistem Enver Hoca'nın ölümünden sonra fazla dayanamamış ve 90'ların başında ülke dışa açılmış. O dönem gençler İtalyan kanallarından italyanca öğrenmiş. Ülkenin yönetimsiz kaldığı dönemde, askeri cephanelikler yağmalanmış, ordunu malı olan kalaşnikoflar insanların eline geçmiş. Arnavut mafyası yakıştırması bu dönemden kalma. Yüzlerce insan bu dönemde hayatını kaybetmiş. Pek çoğu daha önce yasak olan ülke dışına kaçmış. Geride kalanlar da hayatta kalıp yerinde saydıkları yılların farkını kapatmak için çalışmak zorunda kalmış. Kanunsuzluk, düzensizlik almış başını yürümüş. Ülke doksanlar ve 2000'in başlarında kaçak araba cennetine dönmüş. Avrupa'dan çalınan lüks arabalara burada resmi plakalar verilmiş. Taksiler bile Mercedes marka... Ancak son yıllarda alınan tedbirlerden olsa gerek, modelleri hep belli bir yılda kalmış. Yeni modelleri göremiyorsunuz.  Çok şeyler de başarmışlar bu 25 yılda. Ancak yine de katedecekleri çok yol var. Diğer Balkan ülkeleriyle kıyaslandığında en büyük avantajları genç ve kalabalık yeni nesıl olsa gerek. Yaşlanan Avrupa'da 20-30 yıl sonra Arnavutluk adından daha fazla söz ettirebilir.


Domino oynayan yaşlılar

Bir turist olarak ülkede yapabileceğiniz şeyler kısıtlı. Turizm ofisleri yok, tur şirketleri yetersiz sayıda, İngilizce konuşan fazla kişi bulamıyorsunuz. Şehrin içinde görebileceğiniz yerler en fazla 4-5 saatinizi alır. Belki yakındaki Berat ve Durres şehirleri ziyaret edilebilir. Tura katıldığımda fotoğrafını çekmek için genç bir kızdan izin istiyorum. Biraz konuştuktan sonra nereli olduğumu söyleyince kızın buradaki cemaat okulunda okuduğunu öğreniyorum. Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Oldukça sıcak davranıyor. 


Opera Binası

Arnavutluk'tan Makedonya’ya gelmek için fazla seçenek yok. Öğlenden sonra 16.00'da kalkan bir otobüs var. Fiyatı 2016 rakamıyla 10 Euro.Tirana international Hotel'in arkasında bulunan tur firmalarına sorarsanız nerede satıldığını gösteriyorlar. Kalkış da otelin önünden bir alandan yapılıyor. Eski ve kliması pek iyi çalışmayan bir otobüs. Yolculuk yaklaşık 5 saat sürüyor. Bunun 1 saati sınır kapısında geçiyor. Otobüste benim dışımda 6-7 kişi var. Muavinden bir Türkün daha olduğunu öğreniyorum. Struga’da okuyan Kayserili bir arkadaşımız. Bana yolda oldukça yardımcı oldu.

Yol aslında çok uzun değil. Ancak gerek yolun kıvrımlı yapısı, gerekse farklı şehirlere uğramak yolu uzatıyor. Sınır kapısındaki zaman da eklenince 2 saatlik yol 5 saat oluyor. Ancak bir şikayetim yok. Her yer yemyeşil. Bahçelerinde asmaların bulunduğu köy evleri... Karadeniz'deki gibi ayrık yapılmış evler, tek tük inekler, koyunlar... Tarlada ot biçen, taşıyan insanlar... Hepsi harika yol arkadaşlığı yapıyorlar. Trakya’daki köyüme benzetiyorum ama burada daha fazla su var. Çiçekler, ağaç türleri aynı ancak ilaveten portakal, zeytin ağaçları göze çarpıyor. Osmanlı'nın buraya olan ilgisini daha iyi anlıyorum. Trakya’da yada Türkiye”nin herhangi bir köşesindeki bir göçmenin özlemini de. Şehirler, lisanlar, insanlar değişiyor ancak bu coğrafya değişmiyor.

Struga’dan Ohrid yaklaşık 15 kilometre. Otobüsten indiğiniz gibi taksiciler yanınıza yanaşıyor. 6-7'den sonra minibüs olmadığından biriyle anlaşıyorum. 10 Euro istiyorlar ancak taksi plakası olmayan biriyle anlaşırsanız 6-7 Euro'yu kabul ediyorlar. Nerden geldiğinizi öğrendiklerinde kardeş, abi, nasılsın gibi kelimelerle jest yapıp ilgilerini gösteriyorlar. İnsanın hoşuna gitmiyor değil.Yollarda pek çok Türk turist kafilesiyle karşılaşıyorum. Beni en çok sevindiren hususlardan biri bu. Mümkün oldukça konuşmaya çalışıyorum. Yıllarca imrendiğimiz yabancılar gibi kendi ülkemizin insanlarını böyle gezerken görmek güzel.

Bir sonraki durağım Makedonya'da görüşmek üzere..

Yazar Hakkında

mesuttoker

Hayatın anlamını bulur muyum bilmiyorum ama gezmek bana hayat katıyor, orası kesin.