Faruk Turinay: “Seyahat ederken hiçbir zaman yazar ruhundan bağımsız, yalnızca yola çıkan biri olarak düşünemedim kendimi”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Kendimi; özgürce yaşamak, hissetmek ve bunları anlatmak ve tarif etmek için dünyaya gelmiş biri gibi hissediyorum. Hukuku, hukuki argümantasyonu, mesleğimi de seviyorum fakat bana, kitapların -paradoksal şekilde- günlük hayatın gerçekliğinden daha gerçek olan hayali dünyası daha çekici gelmiştir daima. Roman okurken ya da dizelerin arasında gezinirken hayatı hafife alan, serseri ruhlu bir "rint" olmak çok hoşuma gider. Fakat hepsinin ötesinde yazmak... Büyük Budapeşte Oteli filmindeki o iyi bir dinleyici olan yazarın rolünü biçmişimdir kendime.
 
Seyahatlerin hayatınızdaki yeri nedir? Kendinizi bir gezgin olarak nasıl tanımlarsınız?
Dalgın bir gezgin! Bir fotoğraf makinesi ya da kamera gibi gördüğünü olduğu gibi kaydeden veya bir tanıtım albümü gibi ansiklopedik bilgiler veren değil; tıpkı Proust'un “Kayıp Zamanın İzinde”sinde anlattığı, bir çikolatanın ağızda eriyişiyle gün yüzüne çıkan hatıralar gibi gördüğü duvarların, meydanların, insan yüzlerinin arkasındaki hikâyenin peşinde bir seyyah... Tabii ki geveze, meraklı, hayalci ve belki de o yüzden her yere geç kalan biriyim yollarda. Aziz Augustinus dememiş mi zaten: "Dünya bir kitaptır" diye. Bir yerden bir yere gitmemek, o kitabın hep aynı sayfasında takılı kalmak, aslında ölümü beklemektir. Bir sonraki seyahatimi hayal edemesem, yaşayabilir miydim? Bence yaşamanın kendisi de romancıların yazdıkları, şairlerin söyledikleri de bir yolculuğun öyküsünden başka bir şey değildir.

Faruk Turinay: “Seyahat ederken hiçbir zaman yazar ruhundan bağımsız, yalnızca yola çıkan biri olarak düşünemedim kendimi”

“Zamanın Üzerinde Seyahat” adlı kitabınız nasıl ortaya çıktı, içeriğini paylaşır mısınız?
Kendimi bildim bileli yazarım; günlüklerime, not defterlerime, kitaplardaki boşluklara, hiçbir şey bulamazsam kahvehanede elleri kurulamak için kullanılan bir saman kâğıdına... İlk gezi yazım 2007'de, 18 yaşındayken Radikal İki'de yayımlanmıştı. Bir Pazar günü Cihangir'de köşedeki markette gazeteyi açıp adımı gördüğümde yaşadığım hazzı tarif edemem. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 1. sınıftayken Türk Dili dersi için Haydarpaşa hakkında yazdığım bir denemeydi bu. "Zamanın Üzerinde Seyahat"in son parçasını oluşturan o yazı, aslında ilk yazımdır. Zaman tersten akmaktadır. Daha sonra gerek Radikal İki'de, gerekse Hürriyet Seyahat'te Mardin, Azionai, Dubrovnik, Amasya, Diyarbakır, Siena gibi yerleri anlatan yazılar yayımladım. Yazdıklarım yayımlananlardan fazlaydı. Biri Hürriyet Seyahat'ten, diğeri Bilgi Üniversitesi'nden olmak üzere gezi yazısı yarışmalarından aldığım derecelerle artık bir seyahat yazarı kimliğine bürünmüştüm kendiliğinden. Geçen sene Floransa, Venedik, Batum, Bodrum gibi şehirleri de ekledim. Böylece, merkezinde, eskilerin "vanitate mundi et fugâ sæculi" dediği dünyanın boşluğu ve zamanın hızlıca akıp gidişinin olduğu, güzellik kaygısından bir an bile uzaklaşmayan bir kitap çıktı ortaya. Böylece ilk edebi kitabım roman değil seyahatname sıfatıyla okurun huzurunda. Murat Belge Hoca'nın her zamanki zarafetiyle kitabın önsözünü kaleme almasıyla beraber de "Zamanın Üzerinde Seyahat" taçlanmış oldu.

Faruk Turinay: “Seyahat ederken hiçbir zaman yazar ruhundan bağımsız, yalnızca yola çıkan biri olarak düşünemedim kendimi”

Bir gezi edebiyatı yazarı olmak seyahatlerinize farklı bir yön veriyor mu?
Seyahat ederken hiçbir zaman yazar ruhundan bağımsız, yalnızca yola çıkan biri olarak düşünemedim kendimi. Yine de şunu itiraf etmeliyim: mademki “gezi edebiyatı yazarı” kimliğine iyiden iyiye büründüm, o halde anlatmadığım her şehir için eksiklik duygusu yaşamamdan daha doğal bir şey olamaz. Yaşamak ve anlatmak benim için hayatın dikotomisi, temel kırılma noktasıdır zaten.
 
Bugüne kadar gittiğiniz ülkeler arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Yurtdışında çok ülkeye gitmediğim için buna verecek cevabım seyahat okurları için pek objektif ve tatmin edici olmayabilir. Gittiklerim arasında İtalya; neşesiyle, Akdenizlilere has rahatlığıyla, imparatorluk varisi ve sanatın tapınağı oluşuyla, pırıl pırıl güneşi ve kulağı okşayan diliyle benim için Türkiye’den sonra dünyanın ikinci merkezidir.
 
Sırada yeni bir seyahat planınız var mı?
Fransa’yı, İspanya’yı, ardından kadife eldivenli İngiltere’yi, özgür Hollanda’yı, güneyde şen Beyrut’u, kuzeyde Dostoyevski’nin şehrini; kısacası her yeri bir an önce görmek istiyorum! Ama ilk hedefim Frankofonların ülkesi ve Paris olacak.

Gezmeye yeni başlayanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Sadece içlerinden gelen duygulara, sezgilere ve arzulara kendilerini bırakmayı öneririm. Dünya atlasında, Türkiye haritasında hangi nokta onlarda daha çok görme şehveti uyandırıyorsa oranın yolunu tutsunlar. Zaten uyulacak tavsiyeler verebilecek kadar olgun halkalar oluşmadı henüz hayat ağacımda. Kendisi de bir “zoraki seyyah” olan Dante’nin Araf’taki tavsiyesine kulak vermeli belki de: “Segui il tuo corso, e lascia dir le genti” (Sen kendi yolunu takip et, bırak onlar konuşsun). O yüzden bence en iyi gezgin; özgür olan, ustası olmayan gezgindir. Tıpkı Spinoza gibi okurunu serbest bırakarak yolu aydınlatan Cemal Bali Akal’ın söylediği üzere “geleceği olmasa” da özgürlüktür hayatı anlamlı kılan.