Bir varmış bir yokmuş... Yüzyılın başlarında Amerika’da varlıklı bir ailede dünyaya gelen bir kız çocuğu varmış. Yaşamı oldukça refah içinde sürmesine rağmen, gönlünde yatan oyuncu olma isteği her şeyin önüne geçiyormuş. Ailesinin tüm karşı çıkmalarına karşın gizlice fotomodel olmuş. Son derece fotojenik bir yüze sahip olduğundan, kısa zamanda Hollywood’un dikkatini çekerek, film yıldızı olma yolunda ilk adımı atmış.
Pek çok filmde oynamış, pek çok ödüller almış. Dünyaca ünlü bir yıldız olduğu zamanların birinde bir Prens ile tanışmış. Birbirlerine büyük bir tutku ile aşık olmuşlar. Prens kendisi ile evlenerek, ülkesinin prensesi yapmak istemiş. Sevdiği adam ile hayatını birleştirmek istemesine rağmen, çok sevdiği oyunculuğu da bırakmak istemiyormuş. Ancak “Aşk” galip gelmiş ve oyunculuğunun zirvesinde iken, her şeyi geride bırakarak, Akdeniz kıyılarındaki o küçücük ülkenin hükümdarının teklifini kabul etmiş. Muhteşem bir düğünleri olmuş. Sevdiği adama üç çocuk vermiş. Ancak gerçek bir prensesten bile daha asil olan güzel prenses sevenlerinin gözünde hiç yaşlanamamış. Hayatının en güzel döneminde, herkesi büyük bir yasa boğarak, bir trafik kazası sonucu hayata gözlerini yummuş.
Bu peri masalı, prensesin ölümü ile sona ermiş gibi görünse de ölümünden sonra bile, ülkenin adı onun adı ile anılır olmuş.
Adı Milat’tan önceye kadar uzanan eski Yunancada "Tek Ev” anlamına gelen Monako, bir Ceneviz sömürgesi olarak kurulmuş. Bu adın, halkının müstakil evlerde oturmasından kaynaklandığı ise söylentiler arasında. 13. yüzyılda François Grimaldi’ nin, bu gün üzerinde prenslik sarayı olan Monako Kayası'nı ele geçirmesinden itibaren de Monako toprakları Grimaldi ailesi tarafından yönetilmiş.
Alpler’in güney eteklerinde, Akdeniz'in kıyısında yer alan Monako Prensliği, Fransa ile sınır komşusu. Bağımsız bir devlet olan Monako’nun resmi dili Fransızca olmasına rağmen geleneksel dili “monegù” yaşlılar tarafından konuşulmakta ve okullarda öğretilmekte imiş.
Dünyanın en heyecanlı F1 yarışına ev sahipliği yapan, şıklıkta yarışan insanların doldurduğu otel, casino ve restoranlar, lüks villa ve apartmanlar, Porsche, Ferrari ve Rolls Royce’ların çokça görüldüğü sokaklar, birbirinden lüks yatların demir attığı limanı ile Monako kumar, şıklık ve zenginlik denince ilk akla gelen yerlerden biri.
Dağlık bir yerleşim yeri olduğu için üst sokaklar deniz seviyesinden oldukça yukarıda kalıyor. Neredeyse her sokak başında ya da bina içinde yukarı çıkmak, ya da deniz kenarına inmek için asansörler var.
Birisi “Bana küçücük bir ülke tasarlayın ve maketini yapın” dese “Ancak bu şekilde yapılır” diye düşündüğüm Monako’da trenden indiğimizde öğle saatleri idi. Yarım günde “Acaba her yeri görebilir miyiz?” diye düşünürken, birkaç saat içinde neredeyse tamamına yakın kısmını gezebileceğimizi tahmin bile edemezdik. “Yürüsek mi acaba?” diye düşünsek de, şehir turu yapan otobüslere binip, keşif yapmayı tercih ettik.
Öncelikle otobüslerin kalktığı kayalığın üstündeki “Eski şehir” olan ve aralarında Prenslik Sarayı'nın, surların, bahçelerin, Prenses’in mezarının içinde bulunduğu Katedral’in ve de dört binin üzerinde deniz canlısına sahip, bir süre Kaptan Cousteau tarafından da yönetilmiş olan, Okyanus Müzesi gibi yapıların da bulunduğu Monaco-Ville’ye yürüyerek çıktık. Burada birçok cadde ve sokak yalnızca yayalara ayrılmış. Sokaklarda eski halini koruyan pek çok ev ve tarihi yapı, turistlerin ve halkın vakit geçirebileceği, birçok kafe ve restoran, hediyelik eşya dükkânları ve butik oteller var.
Eski şehir bölümü bir yarımada şeklinde. Yarımadanın bir tarafından limanı görürken, diğer tarafından da turistik ve sportif bir yerleşim alanı olan Port de Fontvieille’yi yukarıdan görebiliyorsunuz.
Otobüs ile aşağıya doğru inince Hercule limanının bulunduğu yer olan La Condamine bölgesine geldik. Bu kadar lüks yatın bir arada olduğu bir limanı daha önce hiç görmedim diyebilirim. Kıyı boyunca ilerlerken tanık olduğumuz zenginlik, lüks binalar ve spor arabaları görünce büyülenmedik desem yalan olur. Monte-Carlo bölgesine geldiğimizde ise ünlü gazinodan gözümüzü alamadık.
Monako'nun 4 büyük yerleşim yerinden biri olan bu bölgede Monako Prensi 3. Charles'ın (Carlo) izniyle, denize karşı inşa edilen ve 1861'de açılan kumarhanenin çevresinde gelişen yerleşim yerine daha sonra bu ad verilmiş.
Ardından ülkeye gelir sağlamak amacıyla, lüks ve görkemli bir kumar merkezine dönüştürülmüş. Binayı süsleyen resimler, rölyefler, heykeller ile bina oldukça gösterişli. Monte-Carlo Opera’sı da Casino’nun içinde.
Şehir turumuzu tamamladıktan sonra, başladığımız noktada otobüsten inip, ara sokaklarda kaybolurcasına yürürken ve prenslik sarayının karşısındaki bir kafede kahvemi yudumlarken; varlıklı ve ünlü bir film yıldızıyken, her şeyi geride bırakıp, bu ülkenin prensesi olmayı seçen Grace’i anladığımı düşünüyorum.