Sanki bir Quentin Tarantino filmiymiş gibi maceralı geçen 2016 yılı bizi her bakımdan çok yormuştu. Hal böyleyken hayallerdeki Afrika ve Güney Amerika gezilerini yapmak hem bana hem de eşime çok zor geliyordu açıkcası. Madem vizemiz de var Avrupa'da yakın bir yere gidelim dedik. Öyle bir yer olmalıydı ki bura; hem deniz-kum-güneş sunsun, hem tarih ve kültürle dolu olsun, hem de kolay ve ucuz ulaşılabilsin. Velhasıl Yunan Adaları'na gitmeye karar verdik.
Ama hangisine gidecektik?
Deniz-kum-güneş aşağı yukarı hepsinde var.
UNESCO tarafından korunan bir mirasa sahip adalar; Sisam, Patmos, Rodos, Korfu, Delos ve Sakız.
Bunlardan birinden direk Avrupa'nın başka bir kentine uçarız düşüncesiyle uluslararası havaalanı olan Sisam, Rodos veya Korfu'dan birine gitmeye karar verdik. Üçünün de ayrı ayrı resimlerine bakınca eşim de ben de Korfu'ya daha gitmeden vurulduk. Aşağı yukarı tüm Yunan Adaları'nı gezen bir hocamız Yunan kültürünü görmek için İyon Adaları'nı yani Korfu'yu kesinlikle tavsiye ettiğini söyleyince Korfu seyahati kararımız iyice pekişti. Korfu resimlerine bakarken hafızamda bir hareketlilik oldu; "Tabi ya James Bond filmi vardı burada geçen" deyince konu kapandı; Korfu'ya gidecektik. Dahası buradan günübirlik bir başka ülkeye, yani Arnavutluk'a da geçilebiliniyordu.
Korfu'ya ulaşım hem kolay hem de ucuz. İstanbul'dan Atina aktarmalı iki saat içinde ulaşabiliyorsunuz. Biz biraz daha fazla para verip Atina'da bir müddet daha kalmayı tercih ettik.
Atina hakkında yazılıp çizilen çok şey olduğu için onları burada tekrarlamayacağım. Ama önermeden geçmeyeceğim bir yer var; Pire'deki Varoulko Restoran. Fevkalade leziz Yunan yemeklerini tadabileceğiniz bu restoran Michelin tarafından tek yıldızla ödüllendirilmiş. Ne yediysek çok keyif aldık. Deniz manzarası da cabası tabi. Buraya ulaşmak için metro ile Faliro durağında iniyorsunuz ve sahilden 15 dakika boyunca yürüyorsunuz. Rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ederim. Biz gittiğimizde her yer tıka basa doluydu.
Atina'dan Korfu'ya geçip bir hafta boyunca kalacağımız otelimize yerleştik. Konaklamak için rahatca adanın en güzel yeri olduğunu söyleyebileceğim Palaiokastritsa'yı seçmiştik. Burası gerçekten de masmavi bir denizle -daha doğrusu turkuaz- yemyeşilin buluştuğu bir doğa harikası. Akdeniz'de bu sıcakta bu kadar yeşili bulmak inanın çok zordur. Bu kadar temiz olmasının bir karşılığı var tabiki de. Burada öyle Antalya sahilleri gibi adım başı 5 yıldızlı otel bulamıyorsunuz. Tek bir tane 4 yıldızlı otel var o da bizim kaldığımız Akrotiri Beach Resort. Gerçekten mükemmel bir konumu olmasına rağmen otel çok eski. Hizmet de lüksden uzak. Sıradan bir Anadolu kasabası oteli gibi. Gel gör ki otel odamızın öyle bir manzarası vardı ki insanın aşık olup her daim karşısında sarhoş olası geliyordu.
Plajı otel adına Akron Beach Bar adlı ayrı bir kurum işletiyordu. Otel ne kadar salaşsa burası da o kadar nezih bir yerdi. Gurme yemekler, leziz kokteyler, caz geceleri hepsi mevcut. Deniz turkuaz, bizim Kuzey Ege sahilleri gibi biraz soğuk. Her daim dibi gözüküyor. Plaj ise yarı kumlu yarı çakıl.
Gitmeden önce Korfu'da gideceğimizi düşündüğümüz o kadar çok plaj işaretlemiştik ki, burada kaldıktan sonra hiçbirine gitme ihtiyacı hissetmedik. Bir tek Palaiokastritsa Ana Plaj'a gittik. Çok güzeldi ama çok kalabalıktı. Buradan yürüyerek tepedeki Palaiokastritsa Manastırı'na çıktık. Manzara tepeden daha güzel gözüküyordu.
Bölgede yeme için tavsiye edebileceğim tek yer daha önceden yazdığım Akron Beach Bar olabilir heralde. Diğer yerler pek bizi sarmadı.
Adada kaldığımız bir hafta boyunca bir günü Ionian Cruise turları ile Arnavutluk'a günübirlik bir tur yaparak geçirdik. Diğer bir gün ise adayı keşif için araba kiraladık.
Açıkca söylemek gerekirse herhangi bir Yunan Adası tatilinde şehir merkezinde kalıp bir haftalık araba kiralayıp hergün farklı bir koya gitmek akşamları ise şehirde takılmak çok daha mantıklı. Ama baştan belirtiğim nedenler bizi bu tatilde gidip bir otelde yatmaya itti doğrusu.
Adayı keşfetmeye çıktığımızda ilk durağımız İmparatorun Tahtı (Kaiser's Throne) oldu. Burası Pelekas köyünden çıkılan adanın en güzel manzaralarını görebileceğiniz bir tepe. Çoğu kişi gibi 20. yüzyılın başında Kaiser Wilhelm II.'de buradaki manzaranın hayranıydı ve ismi zamanla bu nokta ile anılır olmuştu.
Buradan sonra Achilleion Sarayı'na gittik. 1890 yılında Avusturya Kraliçesi Bavaryalı Elizabeth nam-ı diğer Sisi tarafından yaptırlan sarayın ana teması avlusunda duran Aşil heykeli. Saray ismini de buradan alıyor. Gezerken bile o kadar keyif aldık kim bilir burada yaşamak nasıl bir duygudur?
Buradan UNESCO korumasında olan Korfu Kasabası'na doğru devam ettik. Yol üzerinde Korfu adasının sembollerinden olan Fare Adası ve Vlacherna Manastırı'nı gördük.
Korfu gerçekten çok güzel bir şehir. Sokaklarında gezerken her köşesinden tarih akan tam hayallerdeki Akdeniz kasabası. Biri yeni diğeri eski olmak üzere 2 kalesi var. Biz vakit darlığından eski olanı gezebildik sadece. Spiridon Kilisesi adadaki ana kilise. Görmeden geçmemek gereken ama bizim geçtiğimiz en önemli müzesi de St. Michael ve St. George Sarayı'nda bulunan Asya Sanatları Müzesi.
Son durağımız olan eski bir rum balıkçı kasabası olan Kassiopi'den sonra gezimiz tamamlayıp otelimize döndük.
Korfu'da gece hayatı çok sade. Geceleri La Grotta Bar'da oturup kokteyllerimizi içerek geçirdik. Yılda bir gün Palaiokastritsa'da ana plajda plaj partisi düzenleniyor. Şansımıza bize denk geldi. Çok eğlenceli bir partiydi. Bunun haricinde gece hayatı için gitmeyi düşünüyorsanız başka bir adaya bakmakta fayda var.
Özetle tadı damağımızda kalan bir gezi oldu bizim için. Komşunun bu güzel adasına arada uğramakta fayda var.