Beytüllahim'den çıktıktan sonra amacımız El-Halil şehrindeki Hz.İbrahim'in türbesinin olduğu İbrahim Camii ve Atababalar Mağarası'nı ziyaret etmekti. Şehirde çok takılmayacak, bir saat kadar türbeyi ziyaret edip çıkacaktık. Ama kader ağlarını örmüş bizi bekliyordu ve bizim hiçbir şeyden henüz haberimiz yoktu.
Önce gitmek istediğimiz yer ile ilgili biraz bilgi vereyim; sonra nasıl gittiğimizi anlatacağım. El-Halil (Hebron), Kudüs'ün güneyinde bulunuyor. Yahudiler ile Filistinli Müslümanların ortak yaşadığı iki şehirden birisi. Diğeri de Kudüs... Şehirde 210 bin Filistinli ve 1000 kadar Yahudi var. Yahudi mahallesi İsrail askerleri tarafından korunuyor. Şehirdeki en önemli yapı Peygamber mezarlarının bulunduğu mağara ve üzerindeki İbrahim Camii.Hz.İbrahim (Abraham) peygamberler şehri Şanlıurfa'da doğmuş ve yaşamış, buraya göçmüş ve burada vefat etmiştir. Oğlu Hz. İshak ve torunları Hz.Yakup ve Hz. Yusuf'un türbeleri de burada bulunuyor. Eşleri ile birlikte gömüldükleri için buranın diğer bir ismi de Çifte Mezarlar Mağarası.
Burası Müslümanlar için yeryüzündeki en kutsal dördüncü mekan, Yahudiler için ise Kudüs'den sonra ikinci.
Mağaraların üzerine Büyük Hirodes zamanında dikdörtgen şeklinde kale benzeri bir yapı yapılmış. Sonrasında özellikle Selahattin Eyyubi döneminde minareler de eklenerek burası yüzyıllarca cami olarak kullanılmış. 2000'li yıllara kadar bu mağaralara indiği bilinen tek bir Yahudi olmuş. 2000'li yılların başında ise Yahudiler ilginç bir hikaye ile bu mağaralara girmeyi başarmışlar. Bu ilginç hikayeye buradan ulaşabilirsiniz.
Yukarıdaki resimde mağaraların şematize hali bulunuyor. Cami ikiye bölünmüş durumda; bir kısmı Yahudiler, bir kısmı Müslümanlar için. Bir de burada çok kanlı olaylar yaşanmış yakın tarihte. 1994'de El-HalilKatliamı olarak adlandırılan bir olayda bir İsrail askeri sabah namazında makineli tüfekle içeri girerek öldürülene kadar 30 kadar kişiyi öldürmüş ve yüzlercesini yaralamıştır.
Haritadan baktığımızda hedefe ulaşmak için en kısa yolun yukarıdaki okun olduğu yer olduğuna karar verdik.
Arabayla o yola girdiğimizde gördük ki yol askeri barikatlar ile kapatılmış. Geri dönüp bir alttaki yoldan girmek istedik, haritada varmış gibi gözüken yolun tarla vari bir yol olduğunu gördük. Bir altı daha denedik o da kapalıydı. En sonunda en alttaki okun olduğu yerden şehre girdik. Şehrin tek girişi varmış meğer. Girdiğimizde şu tabela ile karşılaştık...
Görünce insanın içi ürperiyor aslında ama İsrail vatandaşı olmadığımız için devam ettik tabii ki. Buraya kadar yarım saat kaybetmiştik bile çoktan. Şehre girdikten sonra telefonumuzun interneti bitti ve GPS'siz kaldık. Haritada kocaman bir bulvarmış gibi gözüken yol daracık bir yol aslında. Neyse sora sora Bağdat bulunur dedik ama Bağdat'ı çoktan geçmiştik bile. Şehir tam bir labirent, tam bir kaos... Anayoldan bir kere çıktınız mı vay halinize. Neredeyse bütün yollar çıkmaz sokak. İncecik daracık yollar ve sokaklarda yanmış araba hurdaları, lastikler falan var. Bir de çoğunda yokuş çıkmak zorunda kalıyorsunuz. En tepeye varınca ise çıkmaz sokak olduğunu anlıyorsunuz; ama geri dönmek için manevra yapabileceğiniz bir alan da olmuyor. Yollarda tek tük tabela var, onlar da Arapça. Bir tek Latin harfi yok.
Kiralık arabayı bir yerlere çarpmadan sonunda bir benzinciye vardık. Bir gram İngilizce bilmiyordu kimse. Biz de zorlamadan Türkçe'ye Arapça'dan girdiğini düşündüğümüz kelimeleri kullanarak adama İbrahim Camii'ni sorduk. Tarzanca "Sola gir, düz git, sağa gir, tekrar geri dön, sola girer gibi yapıp üçüncü sağdan gir" tarzı bir şeyler tarif etti. En azından biz öyle anladık. Neyse anayolu bulduk bir şekilde tekrardan. Sonra kalabalık bir esnaf grubunun yanına gittik sormak için. Aralarında münazara etmeye başladılar. Konuştuklarından tek anladığımız bizim hakkımızda "Ecnebi" diyip duruyorlardı. Müslüman, Türkiye filan deyince bir sevgi yumağı oluştu tekrardan. Yaklaşık 20 dakika boyunca aralarında tartıştılar. Bu arada bize gazoz ikram ettiler. Kontağı kapattık sonuç bekler olduk biz de.
En son kasap bize ortanca oğlunun bizle gelebileceğini, bize yolu tarif edeceğini söyledi. Çocuğu aldık bindik arabaya. Çocuğun bize tarif ettiği yolları inanın kendi başımıza bulmamız imkansız. Sonunda çocuk bizi bir yere getirdi. Birkaç ufaklık verdim çocuğa, çocuk hemen vın tabi. Çölün ortasında dilini bilmediğimiz bir şehirde kiralık arabamız ve eşyalarımızla ortada kaldık. Etrafta gördüğünüz her ev terk edilmiş. Dükkanlar boş. Uzakta bir yerde prefabrik askeri kontrol noktası gördük. Arabayı ortaya bırakıp oraya doğru yürümeye başladık. Birden on kadar Arap çocuk etrafımızı sardı. Bize turist rehberliği yapmak istiyorlardı. Başka da şansımız yoktu zaten. Kontrol noktasına geldiğimizde elinde G3 tüfekli bir İsrail askeri pasaportlarımızı istedi. "Ne ayaksınız?" bakışı atması üzerine o sormadan ben turistiz ve Müslümanız dedim. Geçmemize izin verdi. Çocuklar önden biz arkadan yıkık binalar arasınadan ilerlemeye devam ettik. Nereye gittiğimize dair en ufak bir fikrimiz yoktu. Sonra askeri bir aracın yanına geldik. Daha üst rütbeli olduğunu tahmin ettiğimiz bir asker bizi sorguya çektikten sonra, onu da ikna ettik. Biraz daha ilerledikten sonra kale gibi olan İbrahimCami'ni gördük ve içeri girdik. Çocuklara para vermedim ki bizi bekleyip geri arabaya götürsünler. Tabii arabayı döndüğümüzde tek parça yerinde bulabilirsek.
İçerde camiyi ve türbeleri ziyaret ettik. Müslüman rehberler bize yardımcı oldular. Derme çatma İngilizceleriyle binanın tarihini anlatmaya çalıştılar. Biz de ziyaretimizi yaptık, dualarımızı etti;, aklımız arabada olduğu için de çok kalamayıp çıktık tekrardan.
Çocuklar bizi tekrar arabaya götürdüler. Allahtan yanımda bir sürü demir para vardı. Hepsine bolca verdim. Arabaya tekrar binince önce bir rahatladık ama şimdi nereye gidecektik. Tekrar bir macera başladı. En son tepelerde bir yere çıkınca bir grup genç gördük. "Kudüs'e nasıl gideriz?" diye sorunca, bizi de götürün dediler. Leyla "Alalım Can bizi götürürler" dedi. Ben kabul etmedim. İyi ki de etmemişim. Meğer onların şehirden izinsiz çıkmaları yasakmış. Çıkar çıkmaz sınırda İsrail askerlerinin bizi yaklaşık bir saat aradıklarını hesap edersek başımıza çok büyük bela alabilirmişiz. Birkaç kişiye rica ettik arabalarıyla bize şehrin çıkışına kadar rehberlik yaptılar. 15 dakikalık bir ziyaret için yaklaşık 5 saat harcadık.
Buradan sizlere ders; Arap topraklarına gidecekseniz ya Arapça öğrenin ya da Arapça bilen biriyle gidin. Haritalar da büyük olasılıkla doğru olmuyor çünkü.