Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Adım Deniz Pehlivan. 26 yaşındayım. Doğma büyüme Fethiyeliyim. Küçük şehrin, az da olsa Akdeniz sahillerinde büyüme şansına sahip olan, o güzel şehrin çocuklarındanım. İstanbul Üniversitesi işletme bölümünü kazandıktan sonra İstanbul’a taşındım. 9 yıldır da İstanbul’da yaşıyorum. Sonrasında da kaldık bu kaotik şehirde ve o gün bugündür de yaşamaya devam ediyorum. Son 5 yıldır dünyanın en büyük 4 danışmanlık firmasından birisi olan bir yabancı firmada, Finansal Risk Analisti olarak çalışıyorum. Son 6 yıldır da Hindistan’dan Japonya’ya, Filipinler’den Norveç’e gidebildiğim her yere gitmeye çalışıyorum.

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Kendinizi bir “gezgin” olarak nasıl tanımlarsınız?  
Aslında ben kendimi gezgin olarak değil de sırt çantası ile gezmeye aşık sıradan bir adam olarak görüyorum. İnsanların “Ya Deniz, nasıl oldu da 26 yaşında 53 ülke gezdin. Tam bir gezginsin he!” diye kinayeli sözlerinden sonra her daim gezgin olmadığımı, 9-6 çalışan, fırsat buldukça gezen birisi olduğumu söylemeye çalışıyorum. Lakin nafile. Bir türlü beyaz yakalı sıradan bir çalışan olduğuma kimseyi ikna edemiyorum. Hâlbuki herkes istedikten sonra beyaz yakalı bir gezme sevdalısı olabilir. Ama sanırım gezgin olamaz. Doğrusunu söylemek gerekirse, bizim o noktalara ulaşmamıza daha çok yol var.

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Fethiye’de doğup büyümüş biri olarak sizin gözünüzden Fethiye’yi dinleyebilir miyiz?
İstanbul’da yaşayınca, insan bazı şeylerin farkına varıyor doğrusu. Biz küçük şehrin mutlu insanlarıymışız. Yüzümüz gülüyormuş oralarda. Bir yere koşmak zorunda değilmişiz. Her şeyden öte, kalabalık şehrin yalnız insanları yokmuş bizim oralarda. Yalnız kaldık mı, arkadaşımız olsun diye sahillerimiz, yanı başımızda Akdeniz havası varmış. Şanslıymışız. Nefes alıyormuşuz oralarda. Arkamızda dağlar, önümüzde Akdeniz. Canımız sıkıldığında Ölüdeniz’in rengârenk suyuna dalıp serinliyormuşuz. Tarih istedik mi yanı başımızdaki Kaya Köyü’nde kayboluyor, keyif yapmak istediğimizde envaı çeşit balığı tadabileceğimiz Fethiye Balık Pazarı’na gidip muhabbetin belini kırıyormuşuz. Akşamüzeri kırmızı ve turuncunun renk cümbüşünü görebileceğimiz ender anlara şahitlik etmek için kordonda günbatımı keyfi sürermişiz. Damak tadımıza düşkünüzdür biz. Keyif, yemeklerde lezzet, en önemlisi sohbet mühimdir. Fethiye, her daim güzeldir. Kabak Koyu, 12 adaları, arabayla ulaşamayacağınız daha bin bir çeşit gizli saklı koyları ile çok ama çok güzeldir. Eğer farklı bir tatil arayışı içerisinde olursanız, özellikle Faralya Köyü’nde bulunan otellerde, Akdeniz manzaralı bir otelde kalmanızı şiddetle tavsiye ederim. Bekleriz efendim.

Gezdiğiniz ülkelerden favoriniz neresi oldu?
En çok sorulan soruların başında gelir bu soru. En güzel neresi? “Hepsi güzel. Hepsinin yeri, tadı, kokusu ayrıdır bende” dediğimde inanmıyor insanlar. Neden biliyor musunuz? Çünkü benim için önemli olan yolda olmak. Bu duyguyu, sırt çantasının özgür ruhunu yaşamak. Gideceğiniz yerin pek de önemi yok aslında. Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğin şehirlere yol alırken hissettiğim duygular. Ama özellikle belli yerleri sıralamamı isterseniz; doğa için Norveç, tarih için İtalya, mistik bir yer ise Hindistan, refah için Singapur, farklı olsun diyorsanız Japonya, deniz-kum-güneş ise Filipinler ve son olarak aşk ise Endonezya’nın en güzel adalarından Bali. Özellikle Bali harikadır. Hala aklımda. Yeri başkadır.

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Blogunuz http://birhayalinpesinde.com nasıl ortaya çıktı? Hikâyesi nedir?
50. ülkeme 25 yaşımdayken gitmiştim. Yol arkadaşım Ozan “Deniz, senin bu ülkeleri anlatman lazım. Sen biliyorsun ama inan bana kimse senin bu bildiklerini bilmiyor. Gel sana bir blog açalım.” dedi. Sonrasında en çok gezdiğim arkadaşlarımla oturduk. Sohbet, muhabbet darken. Dedim ki” Bizim en büyük var olma sebebimiz ne? Ne iş, ne aşk, ne başka bir şey. Biz neyin peşindeyiz? Bizim hayalimiz ne ?” diye laflarken, sitenin adı zaten meydana çıkmıştı. Birhayalinpesinde. Biz, seyahat etmeye aşıktık. Tek hayalimiz buydu. Dünyada 196 resmi ülkenin, on binlerce şehrin olduğunu düşününce, sonu gelmeyen bir yolculuk, bir virüstü aslında. Vücuda bir girdi mi, ne bir daha çıkar, ne de siz çıkmasını istersiniz. Dünyanın en güzel hastalığıdır kendileri. İşte Birhayalinpesinde de bu virüsten esinlenerek meydana geldi.

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Interrail yapacaklara vereceğiniz en önemli tavsiye ne olur?
Öncelikle, sakın korkmasınlar. Çekinmesinler. Tereddütleri de olmasın. Hayatlarının en güzel yaşında, en güzel, en özgür serüvenini yaşayacaklar. Plan dahi yapmasınlar. Interrail’in olayı zaten plansızlıktır. Sadece, belli başlı etkinlikler varsa onları kaçırmamak adına planları olsun ama özellikle rota konusunda gün gün ayırmasınlar. Başlangıç ve bitiş belli olsun yeter. Gelişme kısmı, zaten su misali akıp gidiyor olacak. Bunu tüm gençlere, hatta genç olmayanlara da şiddetle tavsiye ederim. Interrail, gezmek için değil, kendinizi tanımak için bu hayatta yaşayabileceğiniz en güzel fırsatlardandır. Umarım herkes bir gün bu güzel maceranın bir parçası olur. Akşam Barcelona’da uyur, sabahına Paris’te uyanırlar. Yeter ki birazcık araştırsınlar. Teknolojinin bu kadar kolaylaştığı 21 yüzyılda aslında uzaktan göründüğü kadar da zor şeyler değil. Sadece bir kıvılcım. Zaten sonrasında o kıvılcım, ne ateşlere neden olacak, bunu Interrail’i deneyimleyen herkes zamanla anlayacaktır.

Peki Work and Travel için özel bir tavsiyeniz var mı?
Work and Travel’ın kazandırdıklarını söylemeden önce, Work And Travel’ın ne olduğunu anlamak lazım. Bu bir tatil programı değildir. Amerika’da, o filmlerde gördüğünüz gibi değildir. Hayatın gerçeklerini, daha ABD’ye gitmeden önce kabullenmek gerekir. O yüzden, psikolojik olarak buna hazırlanmalarını öneririm. Adı üzerinde, önce iş, sonra seyahat. Gitmeden önce, biraz da İngilizce öğrensinler. En azından biraz taban olsun. Sonra kendi karakterlerine özgü güzel bir iş. ABD çok eğlencelidir. Büyüktür. Keyiflidir. Bir araba satın alın derim şöyle 2-3 arkadaş buluşup, kişi başı 300-400 dolar vererek, çok güzel bir araba alabilirsiniz. Son olarak, asla korkmayın. Çalışacağınız zaman işinizi yapın, gezip, keyif süreceğiniz anda da son raddesine kadar eğlenin. Özellikle üniversite öğrencilerine bu programı da mutlaka ama mutlaka katılmalarını şiddetle öneriyorum. İlk başta zor görünebilir. Ama unutmayın ki insan bilmediklerinden korkarmış. Bir başlarsanız meğer korkacak hiçbir şeyin olmadığını göreceksiniz.

Japonya hakkındaki izlenimleriniz neler? Japonya’da nereleri gördünüz?
Önce Güney Kore’ye uçtuk. Çok sevdik Güney Kore’yi. Seul ve Gyeongju şehirleri çok güzeldi. Fotoğraf çekmekten ellerimiz ağrıdı. Ama bayılırız fotoğraf çekmeye. Seyahatlerimin % 99’unu Ali ile yaparım. Birbirimize bakıp, şaşkınlık içerisinde kaldığımız bir ülkeydi Güney Kore. Ama neyi far kettik biliyor musunuz? Meğer Güney Kore frangmanmış. Filmin kendisi Japonya imiş. Japonya’ya daha iner inmez onu anladık. Osaka-Kobe-Nara-Himeji-Hiroşima-Miyajima-Kyoto ve Tokyo’yu gezdik. Dünyanın en hızlı trenleri ile gezerken, kulağımda kulaklığım, elimde notlarım, gözlerim saatte 400 Km yapan trenin hız göstergesindeyken insan bazı şeyleri sorguluyor. Medeniyet, saygı, temizlik, düzen, nezaket. Japonya bu konuda gördüğüm en güzel ülkeydi. Hele Kyoto’nun Gion bölgesinde, bir yaz mevsiminde elinizde şemsiyeniz ile yağan yağmur tanelerinin sesini dinleyerek sokakları arşınlıyorsanız, aynen filmlerdeki gibi küçücük kapısı olan bir restorandan içeriye girince, bambaşka bir dünyaya açılan manzarayı görünce şaşkınlığınızdan ne yapacağınızı bilemiyorsanız, siz de Japonya’ya hayran olanlardan olursunuz. İnsanın nefesini keser. Sözler biter. Zaten hayat, nefes aldığımız değil, nefesimizin kesildiği anlardan ibaret değil midir? İşte Japonya böyle bir yerdir. Sonu gelmeyen sorularınızın, ardı kesilmeyen hayranlıkların var oluş nedeni! Ama özellikle Kyoto mutlaka 3 gün görülmesi gereken bir yer. Hiroşima’da da en az 2 gün kalmalı ve bir ülkenin asıl yerler bir olup, sonrasında şaha kalktığına şahit olmak gerekli. Kalabalık kavramını tam olarak bilmeyenler varsa, Tokyo’ya davet ediyorum. Dünyanın en kalabalık şehri kendileri.

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Deniz Pehlivan: “Beni asıl heyecanlandıran, o çantayı sırtıma alıp hiç bilmediğim şehirlere yol alırken hissettiğim duygular”

Lübnan’a gideceklere ne önerirsiniz?
Lübnan’ın en önemli şehri Beyrut, eskiden doğunun Paris’i olarak bilinen bir yermiş. Ama 90’larda meydana gelen iç savaş ve kaos, ülkeyi yerle bir etmiş. Şimdilerde yeniden ayaklanmaya çalışan bir ülke. Özellikle Beyrut. Marinalar, lüks araçlar, pahalı restoranlar şehri olmuş. Ama aslında bu ülke, tezatlar ülkesi. Bir yanda milyon dolarlık evler, diyar tarafta fakirlikten kırılan bir toplum. O yüzden bunları bilerek gitmek lazım. Bir de pahalı bir ülke. Beyrut şaşırtıcı derece pahalıydı. Zaitunay Bay, Beirut Souks, Güvercin Kayalıkları gibi yeler Beyrut’ta görülmesi gereken yerler ama özellikle Jeita Grotto, Harissa ve Byblos gibi şehirler de muhakkak görülmeli. Gelmişken en az 3 gün kalmalı. Özellikle Nisan ve Mayıs aylarında çok güzel bir rota olabilir. Unutmadan, Lübnan yemekleri de çok lezzetli ve bizim damak tadımıza çok da uzak değil.

Seyahatleriniz sırasında gezdiğiniz ülkelerden birine yerleşmeyi hiç düşündünüz mü? Yoksa dönüp dolaşıp Türkiye’ye gelmek mi sizi mutlu ediyor?
Singapur en çok beğendiğim ülke oldu. Bir tek havası çok nemli ama insana ve topluma olan saygıları beni çok etkiledi. Refah seviyesini zaten söylemeye gerek yok. Bir de Endonezya ve Tayland gibi ülkelere de çok yakın. Canınız sıkıldığında hafta sonu 2 günde olsa dünyanın en güzel coğrafyasına yolculuk yapabiliyorsunuz. Ama nedense ben bir türlü yerleşemedim. Gidemedim. Olmadı. Ev, arkadaşlar, sokakların bilindik ritmi, Türkiye’nin şehirlerinin  atmosferleri beni her defasında geri çağırıyor. Her ne kadar gezmeyi sevsem de benim için en güzel yer evim. Tipik bir yengeç burcunun, ev ve gezme aşkı arasında kaldığı nadir durumlardan aslında. Ne onla, ne de onsuz olmuyor. Ama bu yıl için, şimdiden 7 ülkeye gitmeyi planladım bile. O yüzden sanırım yine bir yerlere gideceğim ama döneceğim yer yine Türkiye olacak. Yurtdışında yaşamasak da bir şekilde gezerek telafi etmeye çalışıyorum.