Eğer biri İstanbul ve çarşı terimlerini yan yana getirirse eminim hepimizin aklına ilkönce Kapalıçarşı gelir. Kapalıçarşı, sadece İstanbul’un değil, dünyanın da üstü kapalı olan en büyük çarşılarından biri… İlk alışveriş merkezi, yani bugünkü deyimiyle Osmanlı’nın AVM’si… Üniversite yıllarında içerisinde çok zaman geçirmişliğim olmasına rağmen, son yıllarda hiç yolum düşmemişti. Geçen hafta fotoğraf çektiğim arkadaşlarım ile yeniden gidince tüm anılarım canlandı ve üniversite yıllarına dönmüş gibi oldum.
Kapalıçarşı’nın temeli 1461 yılında atılmış (İç Bedesten), Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmaya başlanmış. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş, bundan sonra da zaman içerisinde adeta devleşmiş bir çarşı… Öyle ki 30.700 m2’ye yayılmış 66 sokağı ve içerisindeki 4000 dükkanı ile adeta bambaşka bir dünya… Kim ben Kapalıçarşı’yı tam biliyorum derse bence yalan olur, çünkü her gittiğimde kaybolduğum bambaşka bir sokağından çıkıp yeni dükkânlar ve yerler keşfettiğim tam bir labirent… İçerisinde cami, okul, çeşmeler, kuyular, hanlar barındıran koskoca bir semt sanki… Öyle ki gün içerisinde en yoğun zamanlarında, yarım milyona yakın insan barındırdığı söyleniyor.
Evliya Çelebi’nin, seyahatnamesinde Kapalıçarşı’yı yazarken 4399 dükkân ve farklı sayılarda türbe, han, hamam sayısı vermesinin sebebi ise birçok yapının depremlerden ve 1898 yılında yapılan tadilatlardan sonra çarşının dışında kalmasıymış.
Orijinal yapımında amaç, her sokağın farklı mesleklere ayrılmış olarak insanlara hizmet etmesiydi. Günümüzde bir kısım orijinalliğini koruduysa da depremler ve geçirdiği yangınlar sonrasında yapılanmasında farklılıklar olmuş. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Topkapı Sarayı adeta imparatorluğun beyni iken, Kapalıçarşı da kalbi olmuş.
Kapalıçarşı’da İç Bedesten (Cevahir Bedesteni) Bizans’tan kalma İstanbul’un önemli yapılarından biri… Yeni Bedesten (Sandal Bedesteni) ise sonradan eklenmiş ve o dönemde “Sandal” adı verilen bir kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni olarak adlandırılmış. Öyle ki buralarda esnaflık yapan ailelerin elinde, 3 hatta 4 kuşaktan beri bulunan Osmanlı Devleti’ne ait tapular bulunmaktaymış.
Bir yandan fotoğraf çekerek yürüdüğümüz Kapalıçarşı sokaklarında, esnafın farklı dillerde dikkatimizi çekmeye çalışarak konuşmaları her zamanki gibi çok eğlenceli… Hatta aramızdaki iki arkadaşımızın da sarışın olmaları, bizim de fotoğraf makinelerimizle turist muamelesi görmemizi sağlıyor. Ne zaman alaylı-okullu kavramını duysam aklıma buradaki esnaf gelir. Kuşaktan kuşağa aktardıkları maharet ve ustalıklarını, yıllar içerisinde farklı dillerle de geliştirmeyi başarmışlar. Bakıyorum da ciddi ciddi her dilde muhabbet edebiliyorlar artık…
Aklıma, Orhan Veli Kanık’ın dizeleri geliyor; “Kapalıçarşı deyip de geçme Kapalıçarşı kapalı kutu” demiş.
Mısır Çarşısı’ndan girip, o envaı çeşit baharatın kokusunu içine çekerek yürüdüğümüz yollardan dönmek yerine bambaşka sokaklara dalıyoruz. Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmış. Ama ne ararsanız bulabileceğiniz dükkânlar var valla ne yalan söyleyeyim iç çamaşırcıların olduğu sokak Amsterdam sokaklarını andırıyor!
Yurtdışından gezdirmek için bir arkadaşınızın gelmesini beklemeyin bence, arkadaşlarınızla keyifli bir gün geçirmek ya da alışveriş için bu sefer de Kapalıçarşı’ya gidin. Hatta gitmişken, Havuzlu Restaurant’ta günün yemeği ne ise benim için tadın : )
Yazı ve fotoğraflar: Banu DemirBanuyollarda.wordpress.com banuyollarda.twitter.com