Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben Ekin Başalp. 1989 Zonguldak doğumluyum. Çocukluk ve lise çağlarımı çoğunlukla Kocaeli’nin Darıca ilçesinde geçirdiysem de ailevi bağlardan dolayı her yaz gittiğim İzmir’in hayatımdaki yeri asla yadsınamaz. 2001-07 arası Şişecam Spor Kürek Kulübü’nde uğraştığım kürek sporu sayesinde bir Türkiye rekorum ve pek çok derecem bulunmakta. Bana unutulmaz yıllar yaşatan ODTÜ’den 2012’de Makine ve Mekatronik diplomalarıyla mezun oldum. Yüksek lisansı okumak için şu an nişanlım olan kız arkadaşımın o zamanlar masterını yapmakta olduğu İsveç’e gitmeye çalıştıysam da Avrupa’da uygun burs olanakları bulamadığımdan yönümü doğudaki ülkelere çevirdim. Gelen cevaplar sonrası robotik okumayı istediğimden Japonya’da son kararı kıldım. Şu anda Japon hükümeti bursuyla doktorama devam ediyorum.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Seyahatlerin hayatınızdaki yeri nedir? Kendinizi bir gezgin olarak nasıl tanımlarsınız?
Seyahat benim için bir kafa boşaltma aracı. İçinde doğa ve tarih olduğu sürece nereyi gördüğüm, gezdiğim pek fark etmez. Bilgisayar ekranından bıktığımda kısa süreliğine de olsa başka bir yerlere gitmem gerekir. Haftalar, aylar süren gezileri pek aramam doğrusu. Bir kere deneme fırsatım oldu, pek hoşuma gitmemişti. Belki bir kere daha denerim ileride ama işin özeti ben kısa ve öz gezmeyi seviyorum. Seyahat doktorumun öğütlerine kulak verip bir seferde çok gezmek yerine sık sık ama az geziyorum. Şaka tabii. Gezilerim kısa süreli olsa da gittiğim şehirde yapılacaklar listeme ne koyduysam hepsini yaparım. Bir nevi sıkıştırılmış formatta (zipli) geziyorum. Seyahate çıkmadan önce mutlaka detaylı bir plan yaparım. Böylece istisnai durumlar dışında (Mısır’da kendimi Arap Baharı kaosunun içinde bulmam veya İzlanda’daki yanardağın patlaması sonucu konferansa gittiğim Viyana’da mahsur kalmam gibi) gezilerimi çevre faktörlerden en az etkilenerek güzelce gerçekleştiririm. Dolayısıyla titiz ve düzenli bir gezgin olduğumu düşünüyorum.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Birçok ülke gezdiğinizi biliyoruz, peki favoriniz hangisi?
Takdir edilesi bir özenle korudukları tarihleri ve görsel sanatlarıyla İtalya, Avrupa’da bulunmaktan en çok zevk aldığım ülkelerin başında geliyor. Doğal güzelliklerin çeşitliliği ve çekiciliği olarak şu ana kadar beni en çok etkileyen ülke İsviçre. Sosyalleşme ve insanların güler yüzlülüğü bakımından da Avustralya kesinlikle listemin en üstünde. Ülke içi seyahat rahatlığını düşündüğümde bence dünyanın en kolay memleketi olan Japonya’ya ise gönlümden “En Pratik Ülke Oscar Ödülü”nü layık görüyorum. Mutfak zenginlikleri konusunda dünyada iddialı olan pek çok ülke olsa da benim açık ara favorim Türkiye’dir.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Lisans sonrası eğitiminize Tokyo’da devam ediyorsunuz, bize Tokyo hakkında neler anlatabilirsiniz? Tokyo’da yaşam nasıl?
Tokyo’da yaşamın çok kolay olduğunu söyleyemem tabii ki. Başka yerlerde bulamayacağınız artıları olduğu gibi bir takım eksileri de var. Şehrin temizliği, güvenirliliği; yaşayanlara sunduğu envaı çeşit fuarı, festivali; en şıkırından en salaşına mekânlarıyla olması gerektiği gibi size abilik eden bir şehir. Öte yandan bu abinin bazı kötü huyları da yok değil. Öncelikle önüne gelen herkese kollarını açan Tokyo ne yazık ki insanı bunaltan bir kalabalığa sahip. Bir de şu sigara sorunu… Tam başa bela! Sokaklarında bile sigara içmenin yasal olmadığı bu ironi dünyası şehirde mekânlarda sigara içmek serbest. Tabii benim gibi hassas bireyler için bu sosyal yaşamınızdan zevk almanızı bir nebze engelleyebiliyor. Dünyaya kıyaslandığında teknoloji hayatınıza daha çok girmiş gibi gözüküyor ama bir yandan geleneksel alışkanlıklardan kurtulamadığı için batıdakilere çok garip gelen yanları var. Daha doğrusu dünyanın en büyük metropolünde insan hala nasıl geleneklerini bu denli korur, bizler buna akıl erdiremiyoruz sanırım. Tokyo’da aç kalmanız veya sıkılmanız neredeyse imkânsız. Geceleri toplu taşıma çok seyrek olduğundan sıkıntı çekseniz dahi 24 saat uyanık bir şehir. Sanki karanlık çökünce resmi yetkililer halkın üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturmak için Tokyo’yu bilerek kapatıyor; fakat uyumamakta ısrar eden bir insan güruhu yine de kenti ayakta tutmak istiyormuş gibi geliyor. Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir.

Tokyo’ya gidecek olanlara ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Yarım kilo baklava ve 50’lik bir rakıyla beraber gelmeleri : ) Çok özlüyorum. Şaka bir yana, Tokyo’yu ziyaret edecekler açısından bence en önemlisi mevsim. Dondurucu soğuklarla, fırtına ve bunaltıcı nemle uğraşmamak için kış ve yaz aylarına kesinlikle plan yapmayın. Eğer kiraz çiçeklerini (sakura) merak ediyorsanız Mart-Nisan ortası bir mevsim gezginler için en uygunu olacaktır. Sonbaharın renklerine hayran biriyseniz o zaman ekim ortası ile Aralık başı arası zaman Tokyo’nun en güzel biçimde kızardığı döneme denk gelir. Biraz da sonbahar yağmuruyla beraber tabii. Tokyo’ya en az 1 hafta ayırmak gerekir. O kadar yol kat edip burada bazı görülecek yerleri pas geçtiklerinde, insanlar adına üzülüyorum. Tokyo’dan bile daha çok sevdiğim Yokohama olsun; Fuji Dağı ve çevresindeki göller olsun pek çok yer var. Gitmeden “Japan-Guide” web sitesine mutlaka göz atılmalı.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Japonya genel olarak pahalı bir ülke olması ile tanınıyor, Japonya’da yaşam sizce de çok pahalı mı?
Japonya Türkiye’den gelenler için elbette pahalı gelecektir. İlk zamanlar benim de gözümü korkutmuştu ama artık pek pahalı gelmemeye başladı. Çünkü burada para kazanan biri için (devlet bursu da olsa) kaliteli yaşamak Türkiye’deki gibi lüks değil. Tek sorun, küçücük evlere bir ton kira veriyor olmanız. İstanbul’da emlak balonu dediğimiz şey Tokyo’da emlak zeplini. Market alışverişi ise canınızı kesinlikle sıkmıyor. Tükettiğiniz meyve ve sebzeyi bulunduğunuz coğrafyaya göre düzenlerseniz canınız yanmaz. Ama iflah olmaz bir zeytinyağlı taze fasulye hastasıysanız ithal edilen bu ürünler için tabii kesenin ağzını açmak gerekiyor. Et alışverişinde ise Okyanusya menşei ürünleri alarak Japonlarınkine göre daha az yağlı etleri oldukça uygun fiyatlara alma şansınız oluyor. Bu tür taktikler geliştirerek bütçenizi pek üzmüyorsunuz. Motorlu taşıtlar için özel bir sevdanız yoksa trenle ulaşım, kent kart muadili toplu taşıma kartları kullananlar için uygun. Fakat şehir değiştirecekseniz ve hızlı hareket etmek için meşhur Shinkansen’lere (hızlı tren) binecekseniz o zaman oldukça pahalı olabilir. Tokyo çoğu Avrupa şehrinden daha pahalı değil. Özellikle de İskandinavya, İngiltere veya İsviçre’ye göre Tokyo oldukça ucuz bile. Gezginlerin nispeten uygun fiyatlara konaklamayı halledebileceklerini söyleyebilirim. Parayı daha çok dışarda yemeğe ve ulaşıma harcayacaklar ama bu da zaten her daim gezmenin bir parçası. Ekonomi yaparak gezmek niyetinde olanlar için Japonya bir hayli zorlayıcı olabilir.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Japonya’da başka hangi şehirleri gördünüz? Tokyo ile çok farklılıkları var mıydı?
Tokyo’yu da barındıran Kanto bölgesindeki şehirlerin yanı sıra Kansai bölgesinde bulunan Osaka, Kyoto, Nara, Kobe’yi; daha güneyde yer alan Hiroshima’yı ve sub-tropik bölgede olan Okinawa adalarını gördüm. Osaka az çok Tokyo’ya benziyor. İstanbul ile İzmir arasındaki fark burada da mevcut. Osaka’nın başkentliğini yaptığı Kansai bölgesinde insanlar çok daha girişken. Tokyoluların aksine “utangaçlıkları” daha az. Bu yüzden kendimi Osaka’da çok daha rahat hissetmiştim. Hiroshima büyük şehirlerden sonra oldukça ufak geliyor insana. Hatta şehir içinde metrodan ziyade tramvaylara binildiğinden Avrupa’nın küçük bir şehrindeymişim izlenimi uyandırmıştı. Nara dediğimiz yer de yemyeşil, zamanında Japon İmparatorluğuna başkentlik yapmış bir kasaba. Sokaklarına serbestçe yayılmış geyikleriyle meşhur. Japonya tarihinden önemli eserleri görebileceğiniz, sakin bir yer. Okinawa adaları ise bizdeki Antalya’nın muadili. En ufak bir tatili bile deniz kenarında geçirmek isteyen soluğu bu tropik adalarda alıyor. Amerikan hava ordusunun Pasifikteki en büyük üssü bu adada olduğundan başta biraz yabancı geliyor. Ama çok daha ucuza, lezzetli yemek seçenekleriyle karşılaştığınızda Amerikalıları öyle pek de umursamıyorsunuz. Daha küçük adalara gittiğinizde zaten dünyadan soyutlanabileceğiniz topraklardasınız. Kyoto ise açık ara en sevdiğim şehir. Japonya’ya yaklaşık bin yıl başkentlik yapmış bir yer. Tarih ve doğa kardeş kardeş yaşıyorlar. Ara sıra turistler yüzünden kalabalık olabiliyor ama Tokyo’dan gelen biri için bu hiç önemli değil. Daha çok yaşlıların yaşadığı, otantik bir yer. Küçük. Bir genç olarak bu dinginlikten sıkıldığınızda yarım saatte Osaka’ya trenle geçme fırsatınız oluyor. Yaşam koşulları dolayısıyla adanın en yaşanabilir şehri diyebilirim rahatlıkla. Japonya’yı ziyaret edeceklerin listesinde Kyoto mutlaka ama mutlaka olmalı. Çünkü Tokyo, Japonya’nın kalbiyse Kyoto, bu adanın ruhudur!

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Japon mutfağı ile ilgili deneyimlerinizi paylaşır mısınız?
Sushi hariç diğer tüm yemeklere hemen alıştım. Sushiyi adabıyla yemeyi başarıp tat alabilmem yaklaşık 1 yılımı aldı ama şimdi azılı bir sushi tüketicisiyim. Onun dışında özellikle “Ramen” denilen ve çorba içinde çeşitli garnitürlerle birlikte sunulan erişte çeşitlerine bayılıyorum. Fakat yağlı olduklarından seyrek tüketiyorum. Zaten sanılanın aksine Japonya’da dışarda yediğiniz yemek çeşitlerinin çoğu, bazı istisnalar dışında, yüksek kalorili ve yağlı (kızartma) oluyor. Neticede pirince ve erişteye dayanan, kullanılan etlerdeki yağ oranlarının yüksek olduğu bir mutfaktan bahsediyoruz. Oldukça zengin bir mangal ve ızgara kültürleri var. Tavuğun gagası hariç yer yeri tüketiliyor. Sebzeler eğer başka ana yemeğin içinde garnitür olarak kullanılmıyorsa genellikle çeşitli soslarla ve çiğ tüketiliyor. Bu yemekler oldukça hafif ve sağlıklı. İlk zamanlar çok garipsediğim fakat artık normal gelmeye başlayan alışkanlıklar var. Mesela etli pilav yemeğinin üstüne çiğ yumurta kırmak ya da pişmiş etleri çiğ yumurtaya bandırıp, soğutarak yemek gibi. Bir de hala bamyayı ince dilimleyip yapış yapış bir meze gibi sunmalarına alışamadım ama o kadar olur artık. Her mutfağın kültüre yakın olmayan insanlara garip gelen yanları vardır zaten. Bunların dışında Tokyo’nun arka sokak mutfağıyla ve bilinmeyen lezzetleri ile ilgilenenler varsa blogumda yayınlamış olduğum “Ciddiyetsiz Mini Belgesel: Alternatif Japon Mutfağı” başlıklı videolara göz atarak yılan şarabı, kurbağa, çekirge, denizanası vb. yiyeceklerin tatları hakkında fikir sahibi olabilirler.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Şu sıralar doktoranızı tamamlamak adına staj için Lozan’da yaşıyorsunuz, Lozan’ın gezip gördüğünüz yerleri için neler söyleyebilirsiniz?
Lozan’ı turistik gözle incelersek şehre haksızlık etmiş oluruz. Tamam, görkemli sayılabilecek bir katedrale, göl manzaralı teraslara ve güzel döşenmiş sokaklara sahip; olimpiyatların başkenti, bir de ilgili müzesi var ama bunlar Lozan’ı turistik bir şehir yapmaktan çok uzaktalar. Tabii Lozan’ın Türkiye için önemi ayrı. Her ne kadar Lozan Antlaşması’nın tam olarak hangi binada imzalandığı ile ilgili net bir bilgiye ulaşamasam da Ouchi’de (Uşi Antlaşması’nın da imzalandığı yer, Lozan’ın göl kıyısı) bulunan Beau-Rivage Hoteli’nin bahçe duvarında asılı tabela, antlaşmanın otelde imzalandığını öne sürüyor. Bazı kaynaklar ise Rippone Meydanı’na bakan Rumine Saray’ında olduğunu belirtiyor. Antlaşmanın orijinal metninin bir çevirisini arayıp bulmama rağmen ben de doğru bilgiye ulaşamadım. Tabii her ne olursa olsun bu iki tarihi yapıyı da ziyaret ettiğimde üzerimde değişik duygular bırakmadı desem yalan olur. O yüzden Lozan’a geleceklerin buraları ziyaret etmelerini öneririm. Kısıtlı sayıdalar ama Lozan’da güzel barlar, gece kulüpleri ve restaurantlar mevcut. Bira ve şarap severler için ideal bir şehir. Bölgenin kendi şaraplarını pek çok yerde tadabilirsiniz. Beyaz şarabı oldukça lezzetli. Kendi biralarını üreten yerel işletmeciler de var. Meraklıları için dünya üzerinde var olan neredeyse tüm bira markalarını bulabilecekleri barlar mevcut. Yemekten ziyade içmenin daha zevkli olduğu bir şehir Lozan.

Ekin Başalp: “Tokyo, düzen imparatorluğunun başkenti olsa da araya serpiştirilmiş ufak kaosların ve yaramazlıkların hayata esas rengini verdiği bir şehir”

Tokyo ve Lozan’ı karşılaştırırsak, hangisi size daha yaşanası bir yer geliyor? Sürekli olarak bu iki şehirden birinde yaşamak ister miydiniz?
Tokyo’dan Lozan’a gittikten sonra şunu söyledim: “Tokyo eğlenmelik, Lozan evlenmelik bir şehir”. 2,5 yıl sonra Lozan gibi küçük bir yere gitmeyi istememin en büyük nedeni Tokyo’nun hengâmesinden, kalabalığından ve beton duvarlarından sıkılmam ve bu yaşama bir mola vermek istememdi. Lozan ise şehir merkezinden 10 dakika uzaklaştığınızda tamamen doğa içinde olduğunuz; ayaklarınızın dibinde Leman Gölü yatan; karşınızda Fransız Alplerinin karlı, yüksek tepelerinin olduğu (Avrupa’nın en yüksek noktası olan Mont Blanc dâhil) bir şehir. Tam bir doğal görsel şölen yani. 15 yıldır spor amaçlı orta mesafe koşan birisi olarak hayatımın en zevkli koşu parkurlarını Lozan’da buldum diyebilirim. Lozan’ın bir diğer güzel yanı da komşu ülkelere günübirlik geçebiliyor olmanız. Kabul, Lozan’da bir iki ay kaldıktan sonra sıkılıyorsunuz. İşte bu anlarda Fransa’ya iki, Almanya’ya üç, İtalya’ya dört saatte geçip istediğinizi yapabilme özgürlüğüne sahipsiniz ya da ülkenin diğer büyük şehirlerine en fazla iki üç saatte gidebiliyorsunuz. Şubat nisan arası arabayla yaklaşık beş bin km gezdim durdum ve gitmek istediğim şehirlere dört saatten fazla araç kullandığım olmadı. Dolayısıyla Lozan Avrupa’da keyifle yaşayabileceğiniz en güzel şehirlerden. Gürültü patırtıdan sizi uzak tutan ama istediğinizde sizi içine karışmak istediğiniz şehir hayatına da kolayca salabilen.. Sanırım yaşamak için nereyi seçtiğimi tahmin ettiniz artık : )

Genel olarak seyahatlerinizden bahsedecek olursak; rotanızı nasıl çiziyorsunuz?
Önceliğimi her zaman doğal güzelliklerden yana kullanırım. Tüm ülkeleri kapsayan bir gezi listem var. Fotoğraflarını gördüğüm, etraftan duyduğum yerler hoşuma giderse bu listeye eklerim. Sonra da bulunduğum şehre göre bu listeden nispeten yakın olanlarına gitmeye çalışırım. Tokyo’ya gelme nedenlerimden biri de Asya’da bir üssümün olmasıydı. Böylece Güney Doğu Asya’daki ülkelere rahatlıkla gidebildim. Japonya’dan Türkiye’ye tatile giderken güzergâhı ikiye üçe bölüp aradaki ülkelerden atlayarak gezdiğim de oldu. Dolayısıyla bulunduğum coğrafyayı kullanmayı, yolda harcanacak süreyi azaltmayı seviyorum. Bir de şu var ki; zamanı gelene kadar bazı ülkeleri hiç merak etmem. Pek ilgilenmem hatta. Kendi içimde uyguladığım bir tür öncelik sıralaması var sanırım. Önümdekini bitirip uzaklara gitmeyi daha çok seviyorum. O yüzden önce Avrupa’yı gezip daha sonra Orta Doğu’ya; akabinde de Uzak Doğu’ya ve Okyanusya’ya yöneldim. Şimdi ise Güney Amerika’ya nihayet kendimi hazır hissediyor gibiyim.

Seyahat planlarınızda sırada neresi var?
Şu an zor bir karar aşamasındayım. Bir yandan geçen seneki Güney Doğu Asya gezimin tadı damağımdayken Vietnam’a gitmek, öbür yandan Pekin aracılığı ile gerçekleştirme imkânımın olduğu Kuzey Kore gezisini yapmak istiyorum. Bolivya, Peru ve Arjantin gibi ülkelere gitme fikri de iyice içten içe beni kemirmeye başladı. Umarım bu kararsızlık sonrası kendimi yazın ortasında Moğolistan’da bulmam : )

Gezi deneyimlerinizi paylaştığınız blogunuzun adresini öğrenebilir miyiz?
Bir şehrin anlatıldığı gezi yazılarını pek kaleme almasam da başımdan geçen ilginç olayları veya gözlemlerimi esprili bir dille anlatmaya çalıştığım blogumun adresi: ordasaatkac.wordpress.com