Bodrum tatili deyince akan sular duruyor. Siz de benim gibi yaz mevsimi delisi iseniz, daha Haziran başında kanınız kaynamaya başlamış olmalı. Her an işten izin alıp tatile gitme hayalleri kura kura Temmuz, Ağustos fark edemeden geçmiş bile. Eylül başında çok geç kalmış olduğumu hissederken ani bir planla Bodrum’a gitmeye karar verdik. Böyle zamanlarda otelli, 5 yıldızlı tatil ayarlamak yerine aile evinde kalarak son dakikada bu yazın tatilini de planlamış olduk.
Küçüklüğünden beri her yaz Bodrum’a giden, her yaz tatilini Bodrum’da geçirenlerden değilim hatta birkaç yıl öncesine kadar henüz adımımı bile atmamıştım ama bir kere gidince bu kadar yaygaranın neden koptuğunu anladım. Farklı bir havası var, beyaz evlerin ve begonvillerin güzelliği zaten tartışılmaz fakat başka bir şey var. Belki havası, belki suyu, denizi, belki de insanları tam olarak bilemiyorum ama döndükten belli bir süre sonra kendini özlettiği bir gerçek, yaz her geldiğinde insanı kendine çeken bir cazibesi var bunu inkar etmek zor.
Dediğim gibi Bodrum’a dair uzun yıllara dayanan tecrübelerim yok, bu yüzden size adam akıllı bir Bodrum Rehberi sunamam, ama severek gittiğim yerleri paylaşmaktan da geri durmak istemedim, kim bilir belki işinize yarar diye düşünüyorum..
Yolculuk ve tatil fikri, bu hayatta en heyecan duyduğum şeyler arasında. Uçağa binip 1-2 saat sonra gideceğin yere varmak tabii ki çok pratik ama uzun yol yolculuğunun tadı bir başka. Saatler ve saatler sonra bir yere varmak, yorgunluk tabii ki çok keyifli değil ama geçilen yollar, verilen molalar, manzaralar her zaman buna değiyor. Tüm bunlar da her tatili bir roadtripe çevirmek için bence yeterli sebepler. Bu yüzden biz de uçağa atlayıp 1 saatte gitmek yerine yaklaşık 8-9 saati bulan bir araba yolculuğu ile başladık tatile.
Eylül ayına gelmiş olmanın ve yaklaşan sonbaharın hüznü siz ne kadar göz ardı etseniz de belli oluyor. Yemyeşil ağaçlar hafiften sararmaya başlamış, pek çok noktada çılgınca sağanak yağmurlarla karşılaşabiliyorsunuz. Moral bozmaya gerek yok çünkü Temmuz ayının deli sıcakları gitmiş, akşamları hafif serin, yollarda trafik yok, serinlikte gitmek güzel. Esas güzel kısmını Bodrum’a geldiğimizde fark ediyoruz, çılgın tatilcilerden biraz da olsa arınmış, akşam olduğunda hafif serin, gündüzleri bunaltmayacak kadar sıcak, boş şezlongların kolayca bulunduğu, akın akın tatilci tarafından istila edilmemiş nefis bir Bodrum...
Akyarlar
Bodrum’un her yerini, tüm koylarını görmedim ama denizindeki kumundan insanlarına, esnafına kadar en sevdiğim yer Akyarlar. Turgutreis’in biraz daha ilerisinde bir semt. Denizi o kadar güzel ki kendimi her seferinde tropik bir adada hayal edebiliyorum. Açık renk kum ve turkuaz bir deniz. Bir tane bile yosun ve kaya yok. Benim için tam bir cennet.
Deniz kenarında pek çok beach var ama bunlar Bodrum denince akla gelen “beach”lerden değil. Bangır bangır müzik ve parti havası yok. Aksine alabildiğine sakinlik, huzur… Çalışanlar her zaman çok güler yüzlü, esprili ve cana yakın. Yemekler standart bir kafeden beklenecek şekilde; hamburger, gözleme, patates kızartması vs. Ama gidecek olana esas tavsiyem; girişteki dondurmacıdan Bodrum Mandalinalı bir dondurma. Turunçgil sevmeyen biri olarak, kışın en soğuk zamanlarında bile aklıma geldiğinde resmen koşarak Akyarlar’a gitmek istiyorum.
Meteor Koyu
Akyarlar’dan sonra gidilebilecek en keyifli koylardan biri Meteor Koyu. Sahilden bakıldığında açıklarda gözüken koyuluğun, taa zamanında düşen bir meteor yüzünden olduğu söyleniyor, adını da buradan almış. Burada açılmak her zaman beni tedirgin ediyor ama kumlu denizi oldukça güzel.
Sahilin büyük bir kısmını kaplayan Meteor Beach gayet güzel bir yer. Girişte bir kart alıyorsunuz ve içine para doldurup yiyecek-içecekleri bu kartla alıyorsunuz. Biraz pahalı bir yer olduğunu söylemeden geçemem. 50 lira doldurduğunuz kartı tek seferde bitirmeniz mümkün. Etraftaki palmiyeler, kumlu ve berrak denizi hoş fakat siz huzurla güneşlenirken şezlong parasını kartınızdan kesmeye gelen çalışanlar keyfinizi kaçırabilir. Hem özel bir beach, hem kart alıp giriyorsunuz, hem de gün boyu yiyip içiyorsunuz ama üstüne bir de şezlong parası veriyorsunuz.
Akbük
Yine bir gün Akyarlar’a giderken yol kenarında tabelasını görüp vurulduğumuz Akbük Koyu anlatılabilecek gibi değil. Kayalık bile olsa denizi o kadar muhteşem ki ta yukarılardan balıklama atlama isteği uyandırıyor. O kadar canlı bir mavi tonu insanın karşısında çok nadir çıkar diye düşünüyorum.
Tek kötü tarafı yazlık bir sitenin önünde olması. Haliyle erkenci teyzeler sabahtan renkli şemsiyelerini ve zeytinyağlı dolmalarını kapıp yerleşiyor. Halka açık bir plaj olmamasına rağmen yer bulmak kolay değil. Hadi teyzeleri umursamadan denize girerim ben dediniz, çok da geniş bir sahili yok, eşyalarınızı koyacak bir yer bile bulamayabilirsiniz. Sırf bu yüzden uzaktan bakıp geri dönmek zorunda kaldık. O kadar çok aklım kaldı ki bir daha gittiğimde sabah 7.00’ye alarm kurup, dolmaları ve börekleri kapıp teyzeleri karşılayacağım bir gün.
Gümbet
Turgutreis-Akyarlar arası o kadar güzeldi ki Bodrum’un başka hiçbir koyuna gitme ihtiyacı hissetmiyorduk fakat İstanbul’dan çok sevdiğimiz arkadaşlarımız Gümbet’e geldiklerini haber verince işler değişti. Yüksek sesli müzikleri, beach partileri ve çılgın turistleri ile bilinen Gümbet’e gitmek hiçbir zaman çekici gelmemişti. Dinlenme ve huzur beklentili tatillerle çelişen bir durum tabii ama kaçış olmayınca biz de arabaya bindik ve yola çıktık. Bodrum bir büyük şehir olsa yeri. Turgutreis’ten Gümbet’e arabayla 30-40 dakikada anca gidebildik. Şehirlerarası yolculuk gibiydi.
Her yer tabii ki turistlerle doluydu, söylememe bile gerek yok. Denizin içinde bile dans eden zenciler görüyorsunuz. Hoşlanır mısınız bilmem ama sürekli bir eğlence hali var. Hep yüksek sesli-kafa yorucu müzikler, belli bir saatten sonra başlayan zorunlu köpük partileri-kapıda yoklama bile yapıyor olabilirler. İnsanlar zaten önceki gecenin akşamdan kalmalığını üstlerinden atıp anca 15.00-16.00 gibi sahile geliyorlar, orada yine eğlenceye başlayıp akşam yine bir kulüpte noktalıyorlar. Her gün parti yorucu olsa gerek ama tabii herkesin tatil anlayışı farklı. 7/24 parti sevenler için uygun bir yer.
Elinde bir kitap, güzel bir kokteyl ile dinlenerek güneşlenmeyi tercih edenler için son derece yanlış bir yer. Etraf çok hareketli. Dediğim gibi insanlar yüzerken bile dans ediyorlar. Güneşlenirken tam dalacaksınız, masajcı bir amca geliyor, turist olduğunuza koşullanmış bir şekilde sizi masaj yaptırmaya ikna etmeye çalışıyor. Tam onu kibarca reddetmişken bu sefer akşamki partiye insan çekmeye çalışanlar geliyor. Onlar da İngilizce başlıyor söze tabii ki. Belki bu noktada uyuyor numarası yapmalısınız ama kimse inanmaz, Gümbet insanı uyutmuyor bile.
Beachlerin ne kadar pahalı olduğunu söylememe gerek yok. Soğuk su ile yapılmış bir 3’ü Bir Arada’ya 15 TL verdiğimi asla unutmayacağım. Bu kadar yoruculuğun yanında denizi de bulunmaz Hint kumaşı değil, sıcak ve bulanık.
Turgutreis / D-Marin
Turgutreis’te akşamları yapılabilecek en keyifli şeylerden biri de D-Marin’e gitmek olabilir. Klasik tatil beldesi eğlenceleri size cazip gelmiyorsa tabi. Gündüzleri nargileci olup akşamları aynı formatta birer cluba dönüşen, sadece turistlerin gittiği karman çorman müziklerin çalındığı bir eğlence anlayışı bana hep çok sevimsiz geliyor. Turistler nasıl katlanıyor hiç anlayamıyorum.
D-Marin adından da anlaşılacağı gibi Doğuş Grubu’nun işlettiği bir marina. Hem marina hem de konserlerden alışverişe, barlardan restorantlara hoş vakit geçirebileceğiniz bir yer. Temmuz-Ağustos aylarında akşamüstü denizden dönüş saatlerinde çoğunlukla güzel eventler oluyor. Buradaki en favori mekan ise Boom Bar. Binbir çeşit kokteyl menüsü ile kalpleri fethediyor. Çalan müzikler her zaman çok keyifli, sohbeti asla bastırmıyor.
Sünger Pizza
Buraya gidip garsona "Pizzanız gerçekten sünger gibi mi yani?" diye sorduğumuzu düşündükçe kendi kendime bir face palm anı yaşıyorum. Garson tabii ki tam olarak ne demek istediğimizi anlamadı ama "Sünger Pizza" deyince sizin de hayalinizde hamuru sünger gibi bir pizza canlanmıyor mu?
Adını denizde yaşayan "sünger" adlı canlıdan alıyormuş bilginiz olsun, pizzasının hamuru ile bir alakası yok yani : ) D-Marin’in karşı sırasında, Bitez Dondurmacısı’na yakın bir yerlerde çok güzel bir restorandan bahsediyorum size. Buraya geldiğimizde o kadar acıkmıştık ki çok uzun bir süre hangi pizzayı yiyeceğimize karar veremedik. Alışıldık pizzalardan oldukça farklı çeşitler var. Sanırım kararsızlık bundan kaynaklanıyor.
İşin içinden çıkamayıp garsondan yardım istediğimizde birer tane küçük boy pizzada karar kıldık. Hayatımda labneli ve jambonlu bir pizzanın bu kadar mükemmel olabileceği aklıma gelmezdi. Giderseniz kesinlikle tavsiye ediyorum.