TK0603 ile 19.00’da İstanbul’dan hareket ile 7 saatte ulaştık Darüsselam’a. TK’nın yine muhteşem hizmeti ile boş olan uçakta rahat rahat yayılmanın da etkisi ile yolculuğumuz çok iyi geçti. Şu anda hiç de konforlu olmayan bir yerde, bankların üzerinde gözlerimiz valizlerde oturuyoruz.
Burada yaklaşık 2-3 saat bekleyip, diğer havaalanına geçeceğiz. Sabah 07.00 uçağı ile de Zanzibar’a yolculuk başlayacak. Buralarda uyusak bile, nöbetleşe uyumamız konusunda uyarıldık. Kalbimiz hafiften güm güm atıyor. Ama sefillik de öyle böyle değil hani, korkmamak imkânsız.
Bu arada, Tanzanya’dan adaya ufak bir uçak ile gideceğiz. Kişi başı 50 dolar. Yolculuğumuz son derece samimi geçiyor, eşim pilotun yanına oturuyor, ben de arkaya oturuyorum.
15 dakikalık bir yolculuğun ardından, havaalanından Stone Town’a, şehir merkezine geliyoruz. Arkadaşımız Alp sağ olsun, kendisi Zanzibar’da su sporları istasyonunu işletiyor. Zaten gelmemizdeki en büyük neden de kendisini ziyaretle karışık bir tatil. Alp’ten; adanın boydan boya 120 km. olduğunu, burada 1 milyon kişinin yaşadığını, Arapça, İngilizce ve Swahili dilini konuştuklarını ve halkın %99’unun Müslüman olduğunu öğreniyoruz.
Stone Town, inanılmaz bir yer; balık pazarı, sebze-meyve pazarı… Kalabalık, sefillik inanılır gibi değil. Yerdeki balık tezgâhlarının üzeri, milyonlarca sinek dolu ve genellikle herkes yalın ayak geziyor. Kadınlar rengârenk kıyafetleri içerisinde, kapalılar. Minicik kız çocuklarının başları kapalı…
Bu arada adadaki yolculuğumuzun ilk durağı ve konaklayacağımız yer; en kuzeydeki Nunqui. Burada denizlerde günde 2 kez gelgit olayı yaşanıyor. Halk futbolu çok seviyor. Balıkçılık ve tarım ana geçim kaynakları. Topraklar verimli ve her yer yemyeşil. Meyve de balık da bol, ama halk çok fakir. Ana kara, adanın iliğini kemiğini kemiriyor. Çatıların çoğunluğu sazlardan yapılmış. Son derece görkemli olan bu çatılara MAKUTA deniliyor.
Biz Nunqui’de Smiles Beach Hotel’de kalıyoruz (+255 0242240472 - [email protected]). Burası 16 odalı, bir butik otel. Odamızda kocaman cibinlikli bir yatak, televizyon ve buzdolabı var. Banyo biraz eski tip ama olsun. Daha ne isteriz ki… Normalde günlüğü 100 dolar olan otelde, arkadaşlarımız sayesinde 60 dolara oda-kahvaltı dâhil kalıyoruz. Çalışanlar son derece güler yüzlü. Otelimiz büyük bir bahçe içerisinde, önü deniz, son derece iyi konumlu.
Uçak saatleri insanı biraz zorlasa da, en güzel yanı adaya indiğinizde gün kaybı olmadan hemen tatile başlıyor olmanız. Biraz sersemlik yaşansa da geçiyor. Biz de otele keyif ile yerleşip, koşar adım gidiyoruz Zanzibar Parasaling’e (+255 0779073078 - www.zanzibarparasailing.com). Adada oldukça fazla Türk var. Ankara’dan, İstanbul’dan gelmişler ve hemen herkes belli bir saatte Zanzibar Parasailing’te toplanıyor. Gün batımında rakı-peynir keyfi de harika oluyor hani…
Adadaki yaşam; turist olarak gelmiş biri için, konuşulanlardan ötürü biraz korkutucu olabiliyor. Yemek ve avlanmak için, hemen her adalının elinde, cebinde bıçağı var ve buna çocuklar da dâhil. Adada hırsızlık ileri boyutta, ada halkının ticari ahlakı çok kötü, su alırken bile pazarlık şart. Dükkânda beğendiğiniz herhangi bir ürüne de 1/5 fiyat söyleyebilirsiniz çekinmeden. Çünkü turistler için, özellikle şişirilmiş fiyatlar. Burada hemen herkes balıkçı ve tutulan balıkların boyutları dehşet verici şekilde devasa… Boyasız, ahşap tekneler yelkenli, bu tekneler ağaçların doğal halinin el ile oyulması şeklinde yapılıyor ve geneli kürekli.
Adada 12 saatte bir gelgit olayı yaşanıyor. Ama öyle pek bildiğimiz gelgitlere benzemiyor buradakiler. Denizdeki ahşap sandallar sular çekilince, denizin ortasında havada kalıveriyor, yanlarındaki ahşap dikmelerin üzerinde. Sonra hemen denizin üzerinde onlarca rengârenk kadın, çoluk çocuk beliriveriyor. Gerek ellerindeki ağlarla gerekse elle su canlılarını topluyorlar yardımlaşarak. Daha sonra bunları kurutup, yiyorlar. Bu arada çocuklar ellerindeki en büyük oyuncakları olan pet şişelerle suda neşe içerisinde oynuyorlar. Bu görüntüler milyonlarca kareye sığmayacak kadar olağanüstü.
Karada bir balıkçı köyü var ve tutulan kilolarca ağırlıktaki balıklar tüm köy halkı ile hummalı bir çalışma sonucu parçalara ayrılıyor.
Burada insanlar çok fakir, yaşadıkları yerlerde belki de bizler birkaç dakika bile geçiremeyiz. Her yerden çocuk fışkırıyor. Halkın çoğu yalın ayak, bizim ayakkabı ile yürüyemediğimiz yerlerde koşuyorlar adeta korkusuzca.
Fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmıyorlar. Hatta nefret ettiklerini bile söyleyebilirim. Gizli gizli ve korkarak çekiyorum karelerimi sürekli. Sahilde pek çok “beach boy” var. Siz yürürken yanınıza yaklaşarak sizinle yürüyüp, bıkmadan usanmadan gün batımı turu, dalış turu, safari turu satmaya çalışıyor. Tam birinden kurtuldum diye sevinirken, karşınıza bir başkası çıkıyor. Kilometrelerce uzanan sahil boyunca her yanınıza gelen beach boy, adınızı soruyor ve hemen hepsi aynı şeyleri yapıyor ; (
Gün; sahili çözmek, etrafa şakın gözlerle bakmak ve biraz da ürkmek ile geçiyor ki yakın arkadaşlarımızın yerleşik düzeninin bir adım ötesinde olmamıza rağmen. Neyse ki akşam Türk mutfağından seçmelerle sahilde mükellef bir sofra kuruluyor ve keyfimize doyum olmuyor. Gece, sahilde yıldızların altında dalgaların sesi ile son buluyor.
Sabah, otelin bahçesinde güzel bir kahvaltı ile eşsiz manzara eşliğinde başlıyor ve baharat turu ve Jozani Forest programı yapılıyor. Durmak yok, yapacak çok şey var, günler sayılı… Baharat turu oldukça keyifli geçiyor. Bir ormanın içerisinde rehber eşliğinde tüm bitki ve meyveler size tanıtılıyor ve tattırılıyor.
Adanın tropik iklimi ve toprağının verimliliği sayesinde karabiber haricinde diğer çeşitli baharatların; biber, zencefil, kimyon, tarçın, vanilya üretimi ile ada zamanla “Baharat Adası” olarak anılıyor. Karanfil ağacını, vanilya bitkisini, papaya meyvesini ve muzu dalında görme şansınız oluyor. Hindistancevizi ağacına tırmanan zenci çocuğun Hakuna Matata şarkısını dinliyorsunuz, büyülenerek ki bu tura gitmeniz için bu bile yeterli bir sebep. Ama Jozani Forest için aynı şeyi söyleyemem. Girişteki 5-10 adet maymundan başka bir şey yok (zaten onları da bedel ödemeden görebilirsiniz, açık alandalar). Dört parmaklı, su içmeyen ve yapraktan suyunu temin eden bu maymunlar çok sevimliler ancak ormanın geri kalanında hiçbir şey yok.
Bu mevsimde adada denize girmek inanılmaz keyifli, su sıcaklığı çok güzel ve çok tuzlu da değil. Çıktıktan sonra duş almasanız bile rahatsız olmuyorsunuz.
Adadaki 3. günümüzde jet ski ile safariye çıkıyoruz. Yaklaşık 75 dakika süren bu tur son derece keyifli geçiyor. Günü sahilde, denizde son derece mutlu bir şekilde geçirdikten sonra akşamı da bulunduğumuz yerden 1,5 km. uzaklıktaki bir plajda diskoda sonlandırıyoruz. “Kendwa”nın Cumartesi günleri parti girişi 20.000 şilin, diğer günler ise içtiklerinizi ödüyorsunuz. Diskoda çok güzel dans eden gençler var. Erkekler yay gibi ve bol baklava dilimli, tabii ki Avrupalı hanımların da gözdeleri. Gece son derece keyifli ve eğlenceli geçiyor.
Adada genellikle araba az, herkes ya yürüyor ya da bisiklete biniyor. Belki de atletik yapılarının nedeni budur.
Denizde içi oyulmuş ahşap tekneler var bunlara “DHOW” deniliyor. Burada kürek neredeyse hiç yok, olanlarınki de çay kaşığı formunda. En önemli aletleri ise, uzun esnemeyen sopaları…
Zanzibar’daki 5. günümüzde sabah 06.30’da uyanarak makinemi alıp, panik ile balıkçıları karşılamaya gittim. Onların gelişlerini ve gidişlerini seyretmek bile Zanzibar’a geliş sebebiniz olabilir. Hemen her yanı el yapımı olan, ahşap teknelerin, yelken açışları size eskilerden kalma bir film izlerken kendinizi içine ışınlanmış gibi hissettirebilir. Kıyıda onların gelişlerini bekleyen onlarca insan oluyor, abartısız tekneden çıkan kılıçbalığını 3 kişi kumda zor sürükleyerek götürebiliyor.
Buradaki tek sıkıntım, zor fotoğraflayabiliyor olmam. Hep tepkililer fotoğrafa ve gülümsemem, jambo jambo demem de pek kâr etmiyor. Fotoğraf çektirmek için para istiyorlar ancak o kadar kalabalıklar ki 2-3 tanesine verseniz olay çıkarır diğerleri ve tüm köy başıma toplanır eminim.
Zanzibar’a sizi bağlayan pek çok neden var inanın. Görsel şölenler, lezzetler, insanlar, ürkütücü gözler, neşeli çocuklar, balıkçılar, balıklar, doğal yaşam… Hemen her şey son derece etkileyici.
Bu arada size akşam yemeği için önerim; kırmızı şarap eşliğinde gelen balık, yanında gelen Hint lezzetlerini anımsatan pilav ve muzlu dondurma ile sunulan krep, muhteşem… Kumun beyazlığı, denizin mavisi karelerimde ama inanın gerçek renklerindeler.
Burada arkadaşlarımızın olmasının avantajını yadsıyamayız, büyük bir lükstü bizim için. Zanzibar’ı havadan parasailing ile seyretme şansımız da oluyor. Yaklaşık 300 metre uzunluğundaki ip ile 250 metreye kadar yükseldiğim paraşütten gördüğüm manzaraları karelerime değil ancak beynime ve ruhuma kaydedebiliyorum, makine ile yukarı çıkma cesaretim olmadığından. Burada yaptığımız ahşap yelkenli tekne turu ise, beni buraya milyon kere daha aşık etti. Kuş sesleri eşliğinde kıyı kıyı, denizin sesini duyarak gün batımında gezmenin keyfini anlatmaya, satırlar yetersiz, ifadelerim ise, kuru kalır inanın (yelkenli ile 1 saat tur 20usd, parasailing 100usd). Zanzibar, muhteşem bir yer… Sefillik, hırsızlık var evet ama bu görüntüler ve yaşadıklarınız için, her şeye değer.
Hele bir de Zanzibar Parasailing’te akşam gün batımında rakı ve peynir keyfi yaparsanız, oralı olasınız gelebilir. Ama rakı-peyniri İstanbul’dan getirmeyi unutmayın derim.
Bu arada kahvaltıda peynir, zeytin takıntınız yok ise hiçbir sıkıntı yok. Yumurtalı ekmek, soğanlı biberli omlet, tereyağı, reçel hepsi harika… Aç kalmak imkânsız.
Zanzibar’a gitmişken, yapılması gereken her şeyi yapın derim. Snorkelling için MEMBA adasına gidin mutlaka. 6 kişi + 4 kişi de görevli olarak botta toplam 10 kişiydik. Yaklaşık 40 dakikalık bir bot ile yolculuk çok keyifli. Memba adası ise etrafındaki kumu ve denizi ile öylesine etkileyici ki denizdeki rengârenk balık çeşitliliği büyüleyici. 1,5 saatlik dalışa inanın doyamadım.
Akşam yakınımızdaki RAS NUNGWİ BEACH OTEL’de saatlerce yedik içtik durmadan ve doymak bilmeden… Adres: Nungwi, Tanzanya Telefon: +255 24 223 3767 (davetli olarak yemeğe gittik ve masa, ortam, şıklık tam bir düğün organizasyonunu andırıyordu.
Odaya döndüğümüzde ise bizi bir sürpriz karşıladı. Yatağımızın üzerine çiçeklerden bir kalp yapılmış ve isimlerimizin baş harfleri yine çiçeklerle yazılmıştı. Oldukça romantik bir ortamdı. Cibinlikli bir yatağın üzerinde rengârenk çiçekler…
Öyle böyle 6. güne geldik ve bugünü de Stone Town’a ayırdık. Çarşıyı, pazarı dolaştık saatlerce. Ancak halkın ticari ahlakının sinir bozucu olduğunu söylemem lazım. Bu nedenle bir şey almak istemeyeceğinizi, hatta bu durumdan nefret edeceğinizi söyleyebilirim. Bir kere çok yapışkanlar, dükkânın içerisine sokmak için son derece ısrarcılar. İkincisi, içeriye girdiğinizde daha büyük bir dert başlıyor. Fiyatı soruyorsunuz, yüksek geliyor, dışarı çıkamıyorsunuz. Yavaş yavaş fiyat inmeye başlıyor ta ki size fenalık gelene kadar. En iyisi baştan bir fiyat söyleyip, hemen kapıya yönelmeniz ve arkanıza bakmamanız. Kesinlikle verdiklerin fiyatın 1/5’ini kabul ediyorlar sonunda. Ama tabii ki bu süreç sizin için yorucu oluyor.
Massailerin yaptığı boncuklu ürünler ilginç… Geri kalan şeyleri artık Türkiye’de de bulmak mümkün. Öğlen yemeği için şehirde ARCİPELAGO’yu seçiyoruz. King fish; yanında, pazı kavurma ve patates ile geldi ve çok keyifli idi. 1 porsiyon 2 kişiye rahatlıkla yetti, mekânda bira yok ama dışarıdan getirmenize bir şey demiyorlar.
Akşam dönüşümüzde 2000x2=4000 şiline yerel minibüse binmeyi tercih ettik. 1 saat 20 dakika süren yol, eşine az rastlanır bir tecrübe, denenmeli. İçinde dvd seyredilebilen, ortası önce boş gibi görünen sonradan oraya da yolcu oturtulan ve pazarcıların, balıkçıların, yerel halkın ulaşım aracı olan bu minibüs yolculuğu son derece keyifli idi. Ancak minibüsten inip, sahile inme süreci biraz sancılı oldu. Fotoğraf makineleri, alışveriş paketleri ile turist olduğumuz her halimizden belli olduğundan, yanımıza yaklaşan her vatandaştan ürktük. Arkamıza, sağımıza ve solumuza bakmadan yürürken, hapşıran birine bile, elimdeki her şeyimi vermeye hazırdım. Ehh artık anlayın ortamı… Sahile arkadaşlarımızın yanına vardığımızda dizler titrer durumdaydık. Sahilde rakı eşliğinde, soslu king fish yemek ise harikaydı. Geceyi hafif çakırkeyif sonlandırdıktan sonra odadaki sürpriz ise, yatağın üzerinde çiçekler ile yazılmış olan “Welcome Again” oldu.
Burası yaşadığınız korkuların yanında, sizi buraya bağlayan bir etki yaratıyor gerçekten. Dönüş yolu sizi hiç çekmiyor ki onun da tam bir korku filmi modunda olduğunu söylemem gerek.
Dönüş için en son uçak 20.50’deydi, hemen onu seçtik çünkü İstanbul uçağı sabah 05.30’da, dolayısıyla ne kadar az havaalanında beklersek o kadar iyi olur diye düşündük. Havaalanı ve otel arasındaki ulaşımda taksiler imdadınıza yetişiyor. Ama 1 hafta boyunca adada yaşadığınız gerginliğin sebebi ile taksiciden bile ürküyorsunuz. Karanlık yollardan giderken aklınıza binbir senaryo geliyor. Uçağa bindiğinizde güven duygusunun yarattığı huzur ile adadaki büyüleyici yaşam arasında bocalıyorsunuz.
Birkaç not;
- Tanzanya Türk vatandaşlarından vize istiyor. Vizeyi girişte alıyorsunuz. Vize ücreti, 50$ ama mutlaka bozuk olsun.
- Trafik soldan ilerliyor, dikkat edin.
- Müslüman bir ülkede olduğunuzu unutmayıp, kıyafetlere bir miktar dikkat etmek gerekiyor.
- Para birimi şilin ama dolar da geçiyor. Dolar ile her yerde alışveriş yapabiliyorsunuz ama paranız mutlaka bozuk olsun.
- Zanzibar’da pazarlık esastır. Herkesle her zaman pazarlık yapmanız gerekiyor.
- Doğanın, yeşilin ve meyvelerin keyfini doya doya çıkartın. Ayrıca biraları muhteşem ve çok çeşitli.
- Balıklardan “king fish” süper!
CETİ: suyun üzerine kurulan devasa iskele
MAKUTİ: hasırdan örülen çatıMASSAİ: Ngorongoro’dan gelenler