Rüzgârı, Sokakları, Taş Evleri, Denizi ile Harika Gökçeada

Gece 02.30’da çıktık yollara… Yolda karışık ama öyle böyle karışık değil, karmakarışık bir cd dinlediğimizden, yolların nasıl geçtiğini bile anlamadık. Mehtabın batışını, güneşin doğuşunu, ayçiçek tarlalarındaki ayçiçeklerin güneşe dönüşünü  gördük. Acıktıkça çiğ kejumuzdan yedik...

Şu an Kabatepe’de sabah saat 07.00, inanılmaz bir kuyruk var. Bulunduğumuz yerden gişeye yürümek bile uzun zaman alıyor, bilet 29 TL. Vapur saatleri 2 saatte bir, 08.00’e binemez isek bir sonraki 10.00’da. Kısmet diyoruz ve bekliyoruz. Sırada tırların da olmasından dolayı biraz ümitsizliğe kapılıyorsak da tatildeyiz, stres yok, prensibimiz!! Bu arada bileti önceden internetten almanın esprisi yok, sıraya göre biniyorsunuz.
 
Saat 07.45 gibi arabalar alınmaya başlıyor, son dakika 3 tırı almıyorlar ve işte feribottayız…  Yaşasın : ) Yol yaklaşık 1,5 saat ama keyifli… Bir çay, bir kahve içimlik diyebilirim. Size eşlik eden  martıları seyrederken varıyorsunuz adaya. Ada girişi, Bozcaada kadar keyifli değil, ne yalan söyleyeyim... Araba ile merkeze gidiyoruz hemen, otelimize Kale Palace’a … Yeni ve temiz, tam merkezde iki kişi iki gece oda-kahvaltı 140 Euro... Ucuz değil, hatta pahalı, ama yalnızca 2 gün için gittiğimizden riske atmak istemedik ve booking.com’dan yaptık rezervasyonu. Yoksa adada pansiyon alternatifleri çok fazla, gidince de bulunabilir.
 
Otele saat 10.00 gibi varmamıza rağmen odalar hazırdı. Hemen eşyalarımızı yerleştirip kendimizi atıyoruz yollara. İlk hedef güzel bir kahvaltı… AÇIZZZZ…  Yer “Yukarı Kaleköy” Mustafa’nın Kayfesi… Mekân çok güzel, ağaçların altında… Derinden  gelen Yunan müziği  eşlik ediyor köy kahvaltımıza. 2 kişilik kahvaltı 31 TL (www.mustafaninkayfesi.net).

Ardından parke taşlı yollarda başlıyoruz yürümeye. Hemen yakınımızda “İmroz Poseidon Restoran” var. Gün batımı için çok keyifli (No: 42 Bergüzar Hanım Sokak Telefon: 0541 318 7927) Yakamoz restoran da çok keyifli, liman manzaralı… Rezervasyon şart.  Aynı zamanda moteli de mevcut. Sokaklar çok hoş,  pembe zakkumlar süslüyor taş evleri. Birden yolumuza ada kokulu sabunlar atölyesi çıkıyor ve çeşit çeşit mis kokan sabunlardan almadan duramıyoruz.
 
Gün akşama yaklaşır iken, Aydıncık koyuna geçiyoruz. Bulgarlar kite sörf okulu açmışlar burada. Yüzmek keyifli değil, ama sörf yapanlar seyredilmeli. Gökyüzünde onlarca kelebek uçuyor gibi. Muhteşem  görünüyorlar. Derslerin saati 350 Euro. Kesinlikle öğrenilmeli ve yapılmalı…
 
Aydıncık koyunun diğer tarafında ise, tuz gölü ve denizin arasını kumsal ayırıyor. Tuz gölü tarafında kite yapanlar, deniz tarafın da ise “windsurf”cüler mevcut. Bu arada tuz gölünün kıyı tarafında çamur banyosu yapanlar da ayrı bir renk katıyor kumsala... Deniz tarafının kıyısında mutlaka denize girin. Derin ve muhteşem. Günü burada, tepedeki kafede buz gibi bira içerek sonlandırabilirsiniz.
 
Akşam yemeği için Kaleköy’deki Son Vapur Restoran’ı tercih ediyoruz. Kalamar soteyi tavsiye edebilirim. Çok büyülenmedim diyebilirim ama denenebilir. Günün yorgunluğu ve gecenin uykusuzluğu ile tabii ki sarhoş dönüyoruz otele…

Keyifli bir gündü.

2. Gün - Pazar

Gün, otelde kahvaltı ile başlıyor. Kahvaltı net ve güzel; peynir çeşitleri, yeşillikler, çeşitli reçeller, yağda yumurta ise ekstra… Ardından merkezde kurulan pazara  gidiliyor. İstanbul’dakinin 1/3’ü fiyatındaki tazecik sebzelere bakıp iç geçiriyor, uzun yola dayanır diyerek; adaçayı, kantaron otu gibi otlardan keyif ile alıyoruz, tatlı tatlı konuşan köylü teyzelerden…

Pazar çıkışı ise, kilisedeki ayine katılıyoruz. Tamamı 65-70 yaşlarında, 15-20 kişiden oluşan Rum vatandaşları, ellerinde mumlar ile dualar ediyorlardı. Belki ölüleri, belki de ayrı kaldıkları akrabaları için… Kim bilir…
 
Sonra yine yollara vuruyoruz kendimizi. Ver elini “Yukarı Bademli Köyü”…
 
Köyün hemen girişindeki taş evin önündeki sevimli, beyaz, bol pireli köpeği sevebilirsiniz. Kucağınızda hemen uyuyakalıyor, çok şeker. Sonra üzerinizdeki pireleri silkelemeyi unutmayın ama…
 
Köyde yeni açılan “Kabuk” isimli dükkândan, el emeği çantalardan satın alabilirsiniz. Fiyatlar 35 ile 45 TL arasında.
 
Sonra da “Son Vapur Ek Seferde”de bir kahve içimlik mola verebilirsiniz ya da akşam tekrar gelip, keyifli bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
  
Ardından, ver elini Zeytinli Köyü…
 
Köydeki meydanda Madam’ın dibek kahvesindeyim… Kosta Amca ile konuştukça boğazım düğümleniyor, hüzünleniyorum ister istemez. Uçak mühendisi beyefendi, dedesinden kalan kahveyi emekli olduktan sonra işletmeye başlamış. Kahve yapıyorum işte diyor. Düşüş oldu benim için diye devam ediyor… Belki de huzur doludur şimdiki yaşamınız diyorum, gözlerimden damlaların akmasına engel olmak zor oluyor. Radyodan çalan Yunan müziği avuntuları olmuş belli ki... Neler neler, kimler kimler vardı buralarda diyor. Öyle bir lahana yetişirdi ki hem büyük, hem lezzetli… Terzi vardı, fırınımız vardı, hepsi gitti diyor. O an belli ki onlar da gözlerinin önünden geçiyor, ben bile görebiliyorum… “Çocuklar Atina’da çalışıyor, 15 gün geliyorlar senede, kışın da biz gidiyoruz” diye ekliyor. “Kışın beklesek ne olacak; belki 2, belki 3 kahve yaparız kimsecikler olmuyor” diye sürdürüyor sözlerini… Kimilerine göre huysuz bir ihtiyar gibi görünen Kosta Amca; özünde duygusal, hüzünlü ve belli ki iyi eğitimli bir beyefendi. Buna emin olun. Gözlerinin içine dikkatle bakmanız yeterli bunu anlamak için.
 
Köy sokaklarını adım adım  gezin derim. Restore edilen evler çoğunlukta, boş olanlar da bakımsız ve yıkılmaya yüz tutmuş  durumda. Ama yine de fiyatları yüksek. Zeytinli de “Panayot Amca”da eşinin elleri ile yaptığı sakızlı muhallebiden yiyin mutlaka, yanına da keçi sütü ile yapılmış dondurma da koyuyor ki çok lezzetli.
 
Akşamüzeri, “Kemancı Şarap Evi”nde şarabınızı yudumlayabilir ve sevdiklerinize satın alabilirsiniz.
 
Hristo Amca’dan domates reçeli alabilir ve orada oturup tatlı yiyebilirsiniz. Zeytinli’de yarım gününüzü rahatlıkla geçirebilirsiniz.

Günün iyice ısındığını hissettiğinizde deniz için önerim; Laz Koyu. Minik ve özel koy, sakin ve muhteşem bir denize sahip. Yukarısındaki kafenin işletmesinin süper olduğunu ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Kumsaldaki şezlonglara da boşuna para vermeyin, iki tanesi şemsiye ile beraber 10 TL. Ucuz, ama kemikleriniz 10 dakika sonra sızlayabilir. Kum daha rahat inanın.
 
Gün bitip, güneş batışını yakalamak isterseniz hemen Yukarı Kaleköy’e, Poseidon’a koşun… Bir yandan güneşin batışı ve diğer taraftan da mehtabın çıkışında, rakınızı ya da kırmızı şarabınızı yudumlayın. Burada da yemek yiyebilirsiniz ama günlerimiz az, bir de Yörük Çadırı’nı göreyim derseniz, Yeni Bademli Köy girişindeki “Yörük Çadırı”nda mutlaka oğlak tandır yiyin, isterseniz rakı da mevcut. Kuzu sac kavurma da tavsiye edilir.

3. Gün - Pazartesi

Sabah otelde yapılan kahvaltının ardından bavulları toplama zamanı, tatilin son günü… Güzel şeyler çabuk bitermiş. Olsun varsın; sevgiler, sevdalar, öpücükler bitmesin. Sağ kalındıkça yine gelinir.

Program aslında yarım günü denize ayırmak ama nerdeee... Kahvaltının ardından merkezde araba ile bir tur yapalım azıcık diyoruz ve İş Bankası’nın sokağındaki “Kokina”ya takılıyor gözlerim. Eşimin itirazlarına rağmen, arabadan atlayıp giriyorum dükkâna… Tepedeki ahşap tekneler ve seramik melekler takılıyor gözüme hemen. Benim de işim hediyelik olduğundan duramıyorum konuşmadan, bakıyorum eşim de dükkânda… Bir kahve, bir çay derken sohbet mekân sahibi Önder Bolluk ile son derece keyifli oluyor. Belki tesadüfler belki de büyük şehrin yorgunluğu atmış onu buralara... Eşi ile birlikte keyifli bir mekânda, kıymet bilen, maneviyatı yüksek insanlar beklerler inen her gemiden… Dileğim, zevkli mekânların uzun soluklu olması…
 
Gün, öğleni geçiyor sohbet ile ve bu sefer de gizli liman kumsalında buluyoruz kendimizi. Orada upuzun bir kumsal durur iken, biz patika yoldan, dikenler arasından yürüyüp bacaklarımızı çizdirip minik arka koya iniyoruz. Bizden başka bir çift daha seçmiş bu zorlu yolu. Kocaman taşların arasından sessiz ve mavi bir denize  giriyorsunuz. Harika bir duygu… Buradaki deniz keyfini de bitirdikten sonra, tam arabaya binecek iken, kumsaldan da denize girmeliyiz diyoruz ve koşarak atlıyoruz. Harika… 2 adımda derinleşen, masmavi bir deniz…

Saat 16.00 vapuruna yetişmek hedef iken halen buralardayız… Gitmek istemiyoruz, daha yapacak pek çok şey var, 3 gün yetmiyor bize. Yıldız koya da uğramadan dönülmemeli diyor ve koşuyoruz. Burada keyifli bir deniz günü geçirip, hemen arkasındaki güzel bahçeli kafede buz gibi biranızı içip ızgara keçi peyniri yiyebilirsiniz. Bizim, ne yazık ki vaktimiz yarımşar bira ve 1 porsiyon keçi peynirine yetti. Aynı koydaki Kayıkçı Kafe’de bira bulamazsınız.
 
Ve işte ben… Son dakikaya kadar faaliyet zihniyetindeki ben, ıslak mayolarımı yolda gemiye giderken değiştirebildim ve tam kalkmasına 5 dakika kala vardık limana.

Adadan izlenimler:

  • Hüzünlü bir ada… Terk edilmiş, güzelim taş binalarda ne yaşanmışlıklar var kim bilir. Hemen hepsi de ocağını ve yuvasını istemeden bırakıp ayrılmış dostlarından, anılarından, emek verdiği topraklardan…
  • Gezilecek, görülecek pek çok yer var. Göletler çok güzel… Manzaralar harika.
  • Ada, Yunan Adaları ile kıyasladığımda; içki, yemek ve konaklama anlamında pahalı. Mevsimin kısalığı ve gelenlerin sayısının azlığı bunda etken sanırım.

Adada yapılacaklar: 

  • Zeytinyağı, zeytin, efi badem (bademli kurabiye), SUVLA ya da TINI şaraplarından almak.
  • Kendi ürettiği ahşap tekneleri ve zevkli seramikleri  satan KOKİNA’dan alışveriş yapmak.
  • Aydıncık koyunda kite sörf öğrenmek.
  • Zeytinli’de dibek kahvesi içmek. Sakızlı muhallebi yemek, domates reçeli almak.
  • Yörük Çadırı’nda oğlak çevirme yemek.
  • Laz koyunda, gizli liman kumsalında denize girmek.
  • İmroz Poseidon’da güneşi batırmak.
  • Kaleköy’deki Pembe Kaval barda canlı müzik dinlemek.
  • Erol Saygı’nın Gökçeada kitabından almak.
  • Mis kokulu ada sabunlarından almak.
  • Tepeköy’deki 625 yıllık ağacı görmek.
  • Nerede ise tamamı boş olan Dereköy’ü gezmek ve hüzünlenmek.
FULYA EROKYAR

Yazar Hakkında

FULYA EROKYAR

1967 istanbul doğumluyum..İlk -orta -liseyi Yeşilköy de bitirdikden sonra, 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldum.