Uzun bir yolculuktan sonra Faroe Adaları’nın başkentiTorshavn’dayız. Faroe Adaları'nın en büyük şehri olan Torshavn, ilk olarak Vikingler tarafından 10. yüzyılda kurulmuş. Kente girmeden önce bir tepede durup kenti fotoğraflıyoruz.
49 bin kişi nüfuslu ülkenin 21 bini bu kentte yaşıyor. Torshavn o kadar küçük bir yerleşim ki neredeyse tüm şehir tek bir fotoğraf karesine sığıyor.
Şehrin limanı oldukça gelişmiş ve nüfusuna kıyasla büyük bir liman.
Kentte temel geçim kaynağı tüm ülke genelinde olduğu gibi balıkçılık. Asıl mesleği balıkçılık olmayanların bile teknesi var. Onlar da boş zamanlarında balıkçılık yapıyorlar. Yani anlayacağınız burada yaşayanlar balığa para ödemiyor ve işin bir ilginç tarafı da balıkçılık burada üniversitede ayrı bir bölüm. Mühendislik okur gibi balıkçılık okuyorsunuz.
Ülkede tek bir üniversite, tek bir büyük stadyum ve üç tane de hastane var.
Viking kökeninden gelen halkın büyük kısmı Hristiyan (Evangelist Lutheran). Şehir merkezine giderken gördüğümüz üçgen çatılı kilise bir hayli dikkat çekiciydi.
Kent merkezine balıkçıların bulunduğu limana geldik. Burada limana paralel uzanan renkli binalar özellikle puslu havaya meydan okuyor. Binaların en alt katlarında kafe ve restoranlar var.
Binaların hemen arkası ise Torshavn’ın ilk kurulduğu yer, eski kent merkezi. Ama biz burayı gezmeye başlamadan hemen önce kafelerden birine geçip fast food tarzı bir şeyler ile midemizi bastırıyoruz.
Bu kafelerin baktığı noktada üzerinde 2 tane kuş uçar şekilde resmedilmiş denize doğru bakan bir adamın heykeli var. Heykelin de bir hikâyesi…
1856 senesine kadar Faroe Adaları sadece Danimarka ile ticaret yapabiliyormuş. Ancak bu şahsın girişimleri sayesinde Faroe Adaları, 1856 sonrası dünyadaki diğer ülkelerle de ticaret yapmaya başlamış.
Artık eski şehre giriş vakti… “Tinganes” adı verilen eski kente girişte 1788 senesine tarihlenen beyaz badanalı bir kilise var. Kulesi ile birlikte bu bölgedeki yapılar arasında en yüksek olanı diyebilirim. Çünkü evler tek katlı ya da iki katlı...
Buradaki evlerin çoğu siyah ya da kiremit rengi badanalı ve çatıları çim kaplı. Bunun belirli bir sebebi yok. Yani evi sıcak tutsun izole etsin diye çatıya çim ekmiyorlar. Eski bir gelenek sadece. Evlerinin doğaya uyumlu olmasını istiyorlar.
Buradaki evlerin fiyatları çok yüksek. Kulübe gibi küçük olan tek katlı evlerin fiyatları 250-300 bin Euro aralığında. Satılık fiyatları bu kadar yüksek olunca haliyle kiralar da çok yüksek. Mesela iki katlı bir evi tek bir aile kiralayamıyor. Genelde bir katı bir aile, diğer katı başka bir aile kullanıyor. Her katta bir salon, bir yatak odası, mutfak ve banyo bulunuyor. Bunun aylık kirası da 1000 ila 1250 Euro arasında değişiyor.
Kentte limanı merkez alırsak, limanın batı kısmı daha modern bölümü. Batı kısmında üniversite, hastane, balık fabrikaları yerini almış. Eski kent kısmı ise limanın doğusunda kalıyor. Yine eski belediye binası, parlamento binası, yönetim merkezi de burada yer alıyormuş.
Bölgede yürürken en çok dikkati çeken şey sessizlik oluyor. Sanki kentte bizim dışımızda kimse yok gibi, özellikle de eski kent merkezinde.
Bu eski kent merkezinin batı tarafında balıkçı limanı yer alırken doğu kısmında ise büyük liman yer alıyor. Kargo gemileri, cruise gemileri hep doğudaki limana giriş yapıyorlar.
Eski kent de bu iki liman arasında ilk olarak 800 senelerinde Vikingler tarafından kurulmuş. Vikingler buraya geldiklerinde ticaretlerine uygun olacak şekilde liman bölgesine küçük evler yapıyorlar. Ama bizim gördüğümüz bu evler tabii ki zaman içerisinde Vikinglerin evlerinin üzerine inşa edilmiş. Günümüzde bu evler 300-350 yaşında. Eski şehir merkezinde Danimarkalıların ilk toplanmaya başladıkları dönem ise 1800’lü yıllara rastlıyor.
Buradan büyük limana doğru yürüyoruz. Büyük limana hâkim konumda bir kale ve deniz feneri dikkat çekiyor. Buradaki kale 1600’lü yıllarda korsan saldırılarına karşı kenti korumak için inşa edilmiş. Daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlara karşı kenti korumada büyük rol üstlenmiş.
Bölge “Havnar Skansi” olarak adlandırılıyor. Bu kalenin yanı başında ise bir deniz feneri var. Eğer vaktiniz varsa oraya çıkmanızı öneririm. Çünkü kalenin tepesinden kentin manzarası çok güzel.
Kalenin üst kısmı tamamen çime bürünmüş olduğundan halk için burası bir dinlenme yeri. Kitabını alan gelmiş, çimlere uzanmış, güneşli havanın keyfini çıkartıyor.
Kalenin tepesinde zamanında savunma amaçlı kullanılmış olan toplar da görülmeye değer.
Ardından yemek öncesi kısa bir alışveriş molası veriyoruz. Bu pahalı ülkeden ne alınır sorusuna aslında en doğru yanıt; “hiçbir şey”. Ama mutlaka bir şey almak istiyorsanız, yünden yapılmış tekstil ürünlerini tercih edebilirsiniz.
Bunun yanı sıra kent merkezinde birkaç tane hediyelik eşya dükkânı ve bir de oldukça büyük bir antika 2. el dükkânı bulunuyor. Antikaya ya da ikinci el ürünlere meraklıysanız buradan çok enteresan ürünler bulabilirsiniz.
Fiyatlar konusunda bir fikir vermek gerekirse bir magnet 7-12 Euro aralığında. Diğer alışverişleri de buna göre hesaplayabilirsiniz.
Bir önerim de yünden yapılmış tekstil ürünlerinden ziyade yün yumağı almanız. Burada el emeği çok pahalı olduğu için yün kazaklar, hırkalar, atkılar, şapkalar dünyanın parası. Yün yumağı alırsanız, kendi ülkenize döndüğünüzde ya kendiniz örer ya da örgü bilen bir tanıdığınızdan size bir şey örmesini rica edebilirsiniz.
En uygun yün yumaklarını ise kentin en büyük alışveriş merkezi olan SMS Alışveriş Merkezi’nde bulabilirsiniz.
Ayrıca bu alışveriş merkezinin en alt katında ülkenin en büyük süpermarketi var. Ben seyahatlerimde market gezmeyi çok severim. Özellikle halk ne tüketiyor. Hangi ürünler pahalı hangileri ucuz, Hangi reyonlarda daha çeşitli ürün var gibi konular yerel halkı anlamada oldukça yardımcı. Burada balık ürünleri reyonuna göz atabilirsiniz. Fırsat olursa hindistancevizli kurabiyelerinden de alabilirsiniz.
Burada unutmamak gereken en önemli şeylerden biri verginin % 25 olduğu. Bu nedenle tax free almanızı öneririm. Ancak ülkeden çıkarken sadece % 15’ini geri alabiliyorsunuz.
Alışveriş merkezi ziyareti sonrasında kentin trafiğe kapalı olan ana caddesinden doğru yeniden deniz kenarına yürümeye başlıyoruz. Caddenin uzunluğu en fazla 800 metre. Ama kentin en kalabalık yeri olduğunu söyleyebilirim. Tabii işte kalabalık bu kadar… Çünkü diğer yerlerde neredeyse insan yok.
Burada çocuk nüfusunun ve genç nüfusun diğer İskandinav ülkelerine göre fazla olması dikkatimi çekti. Çünkü neredeyse gördüğümüz her çiftin yanında bir de çocukları vardı. Burası doğum kontrolün önemsenmediği ve doğum oranının en yüksek olduğu İskandinav ülkesiymiş. Nüfus düşük olduğundan arttırmaya çalışıyorlar. Bu konuda da devletin teşvikleri var.
Cadde boyunca ilerlediğimizde sol tarafımızda yeni yönetim binası ve önündeki heykeller göze çarpıyor.
Biraz daha ilerlediğimizde tam karşımıza turist bilgilendirme bürosu çıkıyor.
Şehirde çok sayıda insan figürlü heykel var; bazısı ayakta, bazısı bankta oturur pozisyonda. Kente ayrı bir görsellik katıyorlar. Tabii insanın aklına “az olan nüfusu, bu heykeller ile tamamlamaya mı çalışmışlar?” düşüncesini getiriyor.
Buradan ayrılmadan önce tekrar liman bölgesine gidiyor ve grup olarak bir fotoğraf çektiriyoruz.
Akşam konaklamak için kente 45 dakika mesafede yer alan Gjogv denilen kasabada kalacağız. Bu kasabayı ayrı bir yazımda da anlatacağım. Ancak siz Torshavn merkezinde kalmak istiyorsanız gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. Çünkü burası küçük bir başkent ve konaklama alternatifleri çok sınırlı. Eğer rezervasyon olmadan otele kapıdan giriş yapıp yer var mı diye sorarsanız çok çok yüksek fiyatlar ile karşılaşacağınız kesin. Bu nedenle önceden rezervasyon yaptırmak şart.
Biz Torshavn ve çevresinde geçirdiğimiz 2 keyifli gün sonrasında İzlanda’ya giden gemiye binerek bu ufak başkente veda ediyoruz.