Bir iş seyahati sayesinde yolum ilk kez bir İskandinav şehrine düştü ve biliyorum ki bu son olmayacak. Yıllardır merak ettiğim ama hep çok pahalı olduğunu duyduğum için gitmeye bir nebze çekindiğim bir ülkeydi İsveç. Aynı zamanda yalnızca IKEA ve Volvo’yla tanıdığım, öğrencilik yıllarımdan bu yana özellikle IKEA’yla şahsi bir bağ kurmuş olmam haricinde çok da detaylı bir bilgiye sahip olmadığım bir yer… Bu sebeple ben de kendimi gezinin akışına bırakıp şehir ve ülke hakkındaki bilgileri önden yaptığım araştırmalarla değil, yerinde öğrendiğim nadir yerler arasına girmiş bulunuyor.
Kalbimi çalan şehir Göteborg
Şehir dümdüz, yollar kaymak gibi. Ayağına rahat ayakkabıyı geçirip tüm gün yürümek için ideal bir yer. Tramvay ve otobüsler de vızır vızır geçiyor, ama rotalarını bilmediğim ve öğrenmeye uğraşmak istemediğim için (ve ihtiyaç da duymadım açıkçası) yürüyebildiğim tüm bölgeleri gezdim. Yarı kaybolarak yarı haritayı izleyerek görmek istediğim her yere ulaşabildim.
Göteborg'da Gidilecek Yerler
- Haga Bölgesi (Old Town olan bölge – pahalı ama çok sevimli butikler, antikacıları ve kafelerle dolu)
- Liseberg Eğlence Parkı (bölgedeki en büyük eğlence parkı – kışın ride’lar aktif değil ama Christmas’a yakın dönemde Winter Wonderland temasıyla çılgıncasına süsleniyor ve aydınlatılıyor)
- Avenyn Caddesi (mağaza ve restoranların olduğu uzun bir ana cadde)
- Nordstan Alışveriş Merkezi (İskandinavya’daki en büyük alışveriş merkeziymiş ama bildiğiniz gibi bu konuda Türkiye’nin eline su dökülmediği için yarım saat içinde gezilip çıkılabiliyor)
- The Viking (limanda sabitlenmiş, 1906 yapımı, İskandinavya’nın en büyük yelkenlisi – şimdi otel ve restoran olarak hizmet veriyor ama bu mevsimde kapalı olduğu için içini göremedik)
- Göteborg Operası (yine limanda yer alıyor)
- Botanik Bahçesi (daha sıcak mevsimlerde görmek daha mantıklı olacaktır).
Göteborg’da Yiyecek-İçecek Durumları
Gitmeden aldığım tavsiyeler, meşhur İsveç köftesi, Kanelbulle, Lussekatt, somon yemem ve bolca kahve içmem yönündeydi. Hemen hemen hepsini yaptım ama en çok kahveye vuruldum sanırım.
*Öncelikle, IKEA’nın bize kakaladığı İsveç köftesi, İsveç’teki köftenin uzaktan akrabası bile olamazmış, onu anladım. Süper bir sosla servis edilen lezzetli köftelerin yanında kremamsı kıvamda patates püresi ve ayrı bir tabakta da marine edilmiş ince dilim salatalıklar ve lingonberry geliyor. Lingonberry bizde yetişemeyen bir böğürtlen olsa gerek, çünkü IKEA’daki reçeli haricinde hiçbir yerde denk gelmedim. Minik kırmızı taneleri, acımtırak bir tadı var, fakat köfte menüsüne çok yakışıyor. Bunu, geleneksel İsveç yemekleri sunan Berzelius adında bir restoranda yedim, kesinlikle öneririm.
*Kanelbulle konusunda, tarçın delisi biri olarak beklentim daha yüksekti, ancak bu tarçınlı çörek beklentilerimi pek karşılamadı diyebilirim. Muffin şeklinde beyaz uzun ekmek formunda yapılabiliyor ve üzerinde yine bizde kullanılmayan, mat beyaz renkte ve himalaya tuzu büyüklüğünde olan bir şeker ile pişiyor. Çöreğin kendisinde bir aroma veya tat olmadığı için sadece tarçın sürülmüş sade bir hamur gibi geldi bana açıkçası, o yüzden İsveç yemek denemelerimde geri plana düştü.
*Lussekatt, üzeri pürüzsüz, sarı renkte bir hamurişi. Üzerinde 1-2 tane kuru üzüm atılıyor. İçinde safran olduğunu okuduğum için bana pek cazip gelmedi, dolayısıyla bunu pas geçtim.
*Somona gelecek olursam, işte burada anlatmak istediğim güzel bir yer var: Seyahatimizin ilk gününde İsveç’in en güneyinde Kotingebro diye bir yere gittik ve buradan Göteborg’a dönerken, dışarıdan çok sade, prefabrik bir bina gibi görünen bir yerde durduk. Laxbutiken adındaki bu yer, inanılmaz sade ve temiz görünümlü, geniş bir food court’a benziyor ilk bakışta. Lax, somon demek bu arada. Alıp orada yiyebileceğiniz ve paket yaptırabileceğiniz iki ayrı büfe var. İsveç’teki pek çok yerde olduğu gibi tepsinizi, çatal-bıçağınızı alıp sıraya giriyorsunuz ve beğendiğiniz yerde soğuk tabakları tepsinize alıyorsunuz. En sonda da ızgaradan somon siparişinizi veriyorsunuz (5-6 seçenek var yanlış hatırlamıyorsam) ve birkaç dakika içerisinde pişmiş olarak tepsinize geliyor. Buranın özelliği şu ki, büfedeki tüm yemekler somon içeriyor – cheesecake bile! Yediğim en güzel somonu yedikten sonra buraya hayran kalıyorum. Çıkışta da, gittiğinizde restoranı açık bulamazsanız diye LAX-O-MAT var, yani kredi kartınızla somon otomatından istediğiniz soğuk çeşidi satın alıp götürebiliyorsunuz.
*Kahve ise, İsveç’te en çok sevdiğim şey oldu. İsveçliler kahvelerini sert ve acı olarak ve günde sayısız defa içiyorlar. Kahveyi sütsüz ve şekersiz içen biri olduğum için bu durum bana fazlasıyla hitap etti. Hatta günlük kahve dozajını biraz abartmış bile olabilirim!
*Son olarak, bu ülkede yemeğin ne kadar pahalı olduğunu ve buna rağmen suyun da bedava olduğunu söylemem gerekli. Ortalama bir yemek, Türkiye’nin tam iki katından başlıyor ve artıyor. Restoranda yeme kültürü çok yaygın. Birçok yer ‘after-work’ dedikleri bir konseptle hafta içi iş sonrası için özel bir menü alternatifi sunuyor.
*Su, çeşmeden içilebiliyor ve tadı oldukça güzel. Dolayısıyla restoranlarda su istediğinizde ücret yok. Ancak şişe su almak gibi bir gaflette bulunursanız, 0.5 litrelik bir şişe suyu marketten 10 TL ve üzerine fiyatlarla alabilirsiniz.
Göteborg'a Dair Genel Gözlemler
*İsveç’te her şey çok minimal, sade ve her şeyden tam yeteri kadar var, fazlası değil. Restoranlarda, otellerde, havaalanında hep böyle. Tasarımlar kullanışlılık ve amacını yerine getirme esaslı, kesinlikle abartmak değil. Mesela Christmas sebebiyle neredeyse şehrin tüm sokakları süslenmiş, kocaman ışıklı ağaçlar var. Ama daha önce hiçbir yerde görmediğim şekilde, incecik kablolardan ağaç şekli yapılarak ve büyük olasılıkla çok ciddi bir elektrik tasarrufu sağlayacak şekilde dizayn edilmiş.
*Sebebini anlayamadığım bir şey, şehirde inanılmaz çok şeker dükkanı olması ve şeker tüketilmesi. En ufak marketlerde bile kiloyla şeker alabildiğiniz stantlardan var. Souvenir shop diye girdiğimiz, dışarıdan minicik görünen bir dükkanın da devasa bir şeker diyarı çıkması epey şok ediciydi. Dünyadaki tüm şeker çeşitlerini bir araya getirmek gibi bir amaç edinmişler herhalde.
*Başka bir nokta, vitrin tasarımı, kafe dizaynı ve dekorasyonu konusunda gördüğüm en başarılı ülke olabilir. Sokaklarda dolaşıp hayran hayran vitrinlere bakakalmamak mümkün değil. Tablo gibi özenerek hazırlanmış görseller muhteşem. Bir de parti malzemelerinden el kremine, mutfak eşyasından kostümlere kadar alakasız birçok ıvır zıvırın bir arada satıldığı ve aynı IKEA mantığıyla labirent gibi yürüyerek her bölümünden geçtiğiniz dükkanlar var – ki böyle yerlere bayılırım! Lagerhaus ve TGR benim girdiğim iki tanesiydi, ıvır zıvırkoliklere öneririm.
*Ormanların çok olmasından olsa gerek, mobilyalarda, banklarda, çöp kutularında ağırlıklı olarak ahşap kullanılmış ve çok güzel olmuş.
*Son olarak, İsveç’teyken fark ettiğim bir şey de nüfusu bu kadar az olan bir ülke için (9.5 milyon) ne kadar çok uluslararası marka yarattıkları oldu: IKEA, H&M, Volvo, Saab, Scania, Hasselblad, Ericsson, Tetra Pak, Spotify, The Pirate Bay ve daha niceleri…
Yolunuzun düşmesini beklemeyip havanın güzel, festivallerin bol ve günlerin uzun olduğu yaz aylarında Göteborg’a bir seyahat planlayın derim, pişman olmayacaksınız!