Uzun süredir beklediğimiz ailece Suriye - Lübnan gezimiz başlıyor. İlk olarak İstanbul'dan Gaziantep'e uçtuk.
Gaziantep'ten Halep'e yolculuk
Gaziantep’ten Halep’e taksi ile sınır geçişi de dahil olmak üzere ulaşım hizmeti veren şirketlerden biriyle anlaştık daha önceden. 2010 Nisan ayında Gaziantep Havaalanında bizi karşıladılar.
Önce şehir merkezinden biraz uzakta yerleşmiş olan havaalanından Kilis’e gideceğiz, oradan da sınır kapısı. Sevimli bir adam karşılıyor bizi, arabaya yerleşiyoruz. Yollar çok bozuk, yap-boz, delik olan yeri yamama usulü asfalttan ilerliyoruz Kilis’e doğru. Kilis yakınlarındaki yazıhanede gayet düzgün bir bey karşılıyor bizi, daha önce telefonla konuştuğumuz şirket sahibi Ahmet bey. Herşey gayet iyi ve güven verici, 15 dakikalığına da olsa güzel bir şekilde ağırlanıyoruz, bu süre içinde de gerekli belgelerin hazırlığını tamamlayan şoförümüzle birlikte yola çıkıyoruz. Evet asıl yolculuk şimdi başladı sanırım.
Saat yaklaşık gece 10, yollarda kimsecikler yok. Tahminen yolculuğumuz 2 saat sürecek. Bizde bu süre içinde şoförümüzle sohbete başlıyoruz. Sınır vasıtasıyla Halep’e geçenler genelde iş adamlarıymış. Ancak vize kalktıktan sonra, turist sayısında ciddi bir artış olmuş. Şoförler ise bazen günde 2 defa geçip dönüyorlarmış. Ama tur şirketinde çalışanlara da gümrükte bir kolaylık yok. Her seferinde hem kendileri hem de arabaları için işlem yaptırıyorlar. Hal böyle olunca ayda bir pasaport yeniletiyorlar.
Türkiye - Suriye Sınırı
Bu arada sınıra geldik bile. Yol kenarında dizilmiş çok sayıda tır olduğu dikkatimizi çekiyor. Meğerse tırlar sadece mesai saatlerinde geçebiliyorlarmış gümrükten, ama özel aracınızla 24 saat geçebiliyormuşsunuz. Bizim çıkış işlemlerimiz hemen halloluyor. Aracı şöyle bir göstermelik kontrol ediyorlar. Valizlerin hepsi açıldı ama şöyle üstünkörü baktılar. X-ray yok, üstümüz aranmadı, sırt çantalarımız olduğu gibi duruyor, kimse bakmadı. Sınırdan geçiş oldukça kolaydı.
Şoför’e nasıl bu kadar kolay olduğumu soruyorum. “Artık tanıyorlar bizi abla, eh belli zaten siz de ailece gelmişsiniz, güvenli göründünüz demek ki” diyor. Son kontrollerden sonra tampon bölgedeyiz ve hemen Suriye girişi. Tekrar araba kontrolü, ve ardından giriş işlemleri. Ancak dikkat edilmesi gereken konu pasaportunuzda İsrail vizesi olup olmadığı. Suriye’ye girerken pasaportunuzda İsrail vizesi varsa veya daha önce İsrail’e gitmişseniz, bu durum Suriye’ye girişinize kesin bir engel. Ülke olarak böyle bir ambargo uyguluyorlar. Bu nedenle Suriye girişinde pasaportun vize sayfalarına detaylı şekilde bakıyorlar.
Sonunda Suriye’deyiz
Sınırdan geçtiğimiz gibi bizdekinin neredeyse üçte biri fiyatına olduğundan ilk benzinlikten benzin dolduruyoruz. Benzinliğe girerken şoförümüz ‘burası civardaki en lüks benzinlikçi’ diyerek açıklama yapıyor. Gözlerim faltaşı gibi açılıyor, evet sanırım tatil için yanlış bir yer seçtik, çünkü Türkiye yollarında ben böyle bir benzinlik görsem herhalde terkedilmiş diye düşünürüm.
Buradan sonra yarım saat süren bir yolculuk sonrasında Halep’e giriyoruz. Saat çok geç olmasına rağmen trafik oldukça yoğun.
Otelimiz eski şehrin içinde. Daracık yollardan geçiyoruz, her köşe dönüşünde eyvah bu kez arabayı kesin çizdik diyerek bakıyorum ama şoför çok rahat, neyse sonunda daracık yollardan geçerek otele ulaşıyoruz. Otelimiz Dar Al Kanadil…Otelimiz daracık bir sokakta yer alıyor. Otelin giriş kapısı bir hayli dar, öyle ki 1.58 cm boyunda olan ben bile kapıdan eğilerek geçiyorum. Ama içeri girdikten sonrası gerçekten güzel. Tamamen taştan yapılmış bir bina, büyük bir avlu, avlunun 4 kenarında altlı üstlü odalar, üstteki odalarda küçücük balkonlar var. Lüks olmaktan çok uzak ama kesinlikle otantik. Tabii böyle durumlarda güzellik kavramı ne aradığınıza bağlı olarak değişir ama en azından bana göre o şirin avlu, otantik odaları gerçekten çok hoştu. Artık güzel bir uyku çekmenin vakti geldi.
Halep'te bir gün
Halep’teki ilk günümüz otelin kahvaltı salonunda başlıyor. Kahvaltı salonu avlunun altında mahzen gibi bir yer. Kahvaltıda çeşit az olsa da her şey çok lezzetli.
Suriye’nin nüfusu yaklaşık 17 milyon. Bunun 2 milyonu ikinci büyük şehri olan Halep’te yaşıyor. Devlet başkanı Beşar Esad. Yüzölçümünün üçte ikisi tamamen çöl, halkın genel olarak geçim kaynağı tarım ve hayvancılık, tabii ki petrol en önemli yer altı kaynağı.
Suriye’de tarih boyunca Fenikeliler, İbraniler, Hititliler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılar yaşamış. Bu nedenle gerçekten çok zengin ve farklı kültürleri bir arada barındıran bir ülke. Daha sonra 400 yıl kadar Osmanlılar tarafından yönetilen bölgede 1. Dünya savaşının ardından Fransa söz sahibi konuma geçiyor. Bu nedenle halkın bir kısmı Fransızca biliyor. Osmanlı’nın 400 yıl boyunca burda yaşayan halka yapmadığı baskıyı, Fransa sadece 25 yılda oldukça hissettirmiş sanırım. 1946’da ise bağımsızlığını ilan ediyor.
Halep Gezilecek Yerler
Halep Çarşısı ve Zekeriya Cami
Kahvaltı sonrası ilk durağımız Halep Çarşısı. Zaten otelimiz de bu çarşının göbeğinde. Sabah saat erken olduğundan henüz mağazalar açılmamıştı. Bu nedenle biz de gezimize Zekeriya Cami’den başlamaya karar veriyoruz. Tabii “Zekeriya Cami” Türkçesi, İngilizcesi ise “Omayyad Mosque”. Elimizde harita camiyi arıyoruz, ama bendeki harita ingilizce ve doğal olarak latin alfabesiyle yazılmış, yollardaki tabelalar ise sadece arapça. Tek tük açık olan dükkanlara soralım diyoruz ama biz hangi dilde sorarsak soralım gelen cevap Arapça. Hadi bakalım... Yolda birini görüp tekrar şansımı deniyorum, yo cevap yine Arapça… Neyse ki, bu arada annem yardıma koşuyor ve başparmaklarını kulak memesine koyup ellerini iki yana açıp “Allahu ekber, allahu ekber” diyerek ezan okuma taklidi yapıyor, Evet ve sonunda herkes anladı ne aradığımızı… Adamın da hoşuna gidiyor, dil yoksa vücut dili hep işe yarar, hararetli hararetli arapça anlatıyor, elleriyle de sağ sol diye tarif ederek. Sonunda cami karşımıza çıkıyor. Fakat dükkanlar açılmadığı gibi cami de henüz açılmamış.
Halep Saat Kulesi
Bu nedenle öncelikle saat kulesine gidiyoruz. Buranın en önemli özelliği zamanında idamların bu saat kulesinin önünde yapılıyor olmasıymış. Sheraton Oteli de bu saat kulesinin ardında yer alıyor.
Halep Ulusal Müzesi
Oradan Ulusal Müzeye geliyoruz. Hemen karşısında turist ofis var. Ama sakın Avrupa'dakiler gibi broşürler dolu, renkli ve keyifli bir yer zannetmeyin. Daha çok bir karakolu andırıyor. Burada bir görevliden harita isteyip, gidilmesi gereken yerleri işaretlettiriyoruz. Tam da bizim önceden çalıştığımız gibi, gidilecek yerler belli; Zekeriya Cami, Halep Çarşısı, Citadel, Ermeni Çarşısı ve Ulusal Müze...
Ulusal müzede, tarih boyunca Suriye’de yaşamış olan uygarlıklardan kalan eserler sergileniyor. Bana çok hitap ettiğini söyleyemem ama tarihe meraklı olanları cezbedeceği kesin.
Müze çıkışında tekrar Zekeriya cami için şansımızı deniyoruz. Evet, nihayet açılmış. Cami ziyaretleri için, üstümüzü örtmek amacıyla yanımıza büyük şallar almıştık. Ama kapıdaki adam askıda duran kirli gri cübbe gibi şeyleri kiralamamız konusunda ısrar ediyor, şalla falan girmek mümkün değil. Caminin içine girmek için ön koşul bu gri cübbelerin içine girmek...
Zekeriya cami şehrin en ünlü ve en eski camisi olmanın yanında mimari olarak diğer camilere pek bir üstünlüğü yok. Emeviler tarafından yapılmış ve yapımı 717 yılında tamamlanmış. Daha sonra Memlüklüler ve Osmanlılar döneminde de tadilatlar yapılmış. İçinde Hz. Zekeriya’nın da türbesi mevcut. Çıkışta beyaz çoraplarımın altını kontrol ediyorum, hala bembeyaz duruyorlar, en azından avlunun ve caminin içinin tertemiz olduğunu söyleyebilirim.
Kentin ilk yerleşim bölgesi: Citadel
Cami ziyaretimizin ardından Citadel’e doğru yürüyoruz. Citadel, kentin ilk yerleşim bölgesi. Halep kalesi ise eski şehrin merkezi olarak anılıyor. Şehir’den sadece 50 metre yüksekteki tepenin üstünde kurulu olan kale, Haçlı ordularına karşı savunma amaçlı inşa edilmiş. Etrafı hendekler ile çevrili kalenin tepesinden kenti izleyebiliyorsunuz. Bu bölgede oturup, arabik çay ile yorgunluğunuzu atabileceğiniz birkaç kafe de bulunuyor.
Ermeni Çarşısı
Buradan sonra babam el işine oldukça meraklı olduğundan, bizdeki telkari işçiliğine benzeyen ürünlerin yapıldığı Ermeni Çarşısı’na doğru gitmeye karar veriyoruz. Burada bir turist ofise daha rastlıyoruz. İlk gittiğimize göre çok daha sıcak, içinde çalışan kadın da Ermeni’ymiş, çok az da Türkçe biliyor. Süper bir karşılaşma oldu bizim için, istediğimiz tüm bilgileri bize aktarıyor.
Ermeni çarşısına gitmek için Halep çarşısının içinden tekrar yokuş aşağı yürümek gerekiyor. Zaten sabah erken görmüştük, dükkanlar da açık değildi, daha iyi olur diyerek, kapalı çarşıya giriyoruz. Burası aynı bizim Mısır Çarsısı gibi. Ama çok daha büyük. Çarşının içindeki tüm yolların uzunluğu yaklaşık 10 km ediyormuş. Bu da Halep çarşısına Ortadoğu’nun en uzun çarşısı ünvanını kazandırıyor. İçinde küçük küçük dükkanlar var, genelde ipek, sabun ve baharat satılıyor. Arada bir de kasaplar karşımıza çıkıyor, kestikleri hayvanları dükkanın önünde tüm vücut sallandırıyorlar, siz de aman değmeyeyim diyerek, kıvrak hareketlerle yanından geçiyorsunuz.
Minik rehber Muhammed
Bu arada annemin yüzüğünün incisi düşmüş, “nerde düşürdük acaba” diye aramızda konuşurken, bir çocuk yaklaşıyor yanımıza, Türkçe olarak “inci istiyorsanız size yardım edeyim” diyor. “Amcacığımın incici dükkanı var, gelin bir bakın, belki beğenirsiniz” diyor. Bu laf annemin çok hoşuna gidiyor, “amcacığımın incici dükkanı”... Bu söz daha sonra uzun bir dönem aramızda konuşuldu. Annem biraz sohbet etmeye başlıyor çocukla. Adı Muhammed, okuldan çıktıktan sonra amcasına yardım ediyormuş. Bizimle birlikte yürümeye başlıyor.
Bu arada bir dükkan görüyoruz. Aynı bizdeki gözlemeciler gibi, sac üstünde hamuru pişiriyorlar, sonra içine salçaya benzer bir şey ya da peynir koyarak, dörde katlayıp müşteriye sunuyorlar. Kokusu güzel, karnımız da acıktı, şöyle tadımlık 2 tane alıyoruz. Ama Muhammed istemiyor. Bu arada bize kapalı çarşıyla ilgili bilgiler veriyor. Anlayacağınız rehberlik görevini ablamın elinden alıyor. Bizi doğruca şam şekeri yemeye götürüyor. Küçük paket karışık şeker kutusu alıyoruz. Daha babam parayı çıkartırken, Muhammed bizim adımıza adamla pazarlık yapıyor. 13 - 14 yaşlarında ama o kadar profesyonel ki, ileri de çok başarılı olacağı kesin. Aslen Gaziantep’li. Halep’te annesi ve 3 kardeşi ile birlikte yaşıyor. Babası ise İstanbul’da seyyar milli piyango bileti satıyor. Halep’i seviyor ama “Türkiye daha güzel, Türkiye’ye dönmek istiyorum” diyor. İleride Tur rehberi olmak istiyor. Okulda en sevdiği ders ingilizceymiş, çünkü İngilizceyi öğrenirse, sadece Türk’lere değil, diğer tüm turistlere de rehberlik edebilecekmiş. Gelecekle ilgili bir sürü planı var, anlatırken gözleri parlıyor, bizimkiler ise dolu dolu oluyor.
Halep'in meşhur tatlıları
Şekerciden sonra annemin asıl aradığı tatlıcıyı soruyoruz Muhammed’e, daha 1 ay önce Teyzem bir tur şirketi ile Suriye’ye gelmiş ve şahane tatlılar getirmişti. Elimizde tatlıcının torbası, Muhammed’e gösteriyoruz. Muhammed bizi tatlıcıya götürüyor. Tatlıcı’nın bulunduğu yer Ermeni Çarşısı’na da bir hayli yakın. Önce Ermeni Çarşısı’na gidiyoruz. Burası Halep Çarşısı’na göre daha düzenli ve yeni restore edilmiş olsa da oldukça küçük. Genelde el işleri ve standart olarak ipek, sabun ve baharat satılan bir çarşı. Telkari işçiliğine benzer işçilik görebileceğimiz söylenmişti. Ancak buradaki mağazalar çok tatmin edici olmadı bizim için.
Buradan doğruca tatlıcıya geldik. Tadımlık birer ikişer yiyoruz nefis tatlılardan. Taşıyabileceğimizden biraz fazlasını alarak otele gitmek üzere bir taksiye biniyoruz. Muhammed de bizle otele kadar geldi. Gerek yok desek de, “Siz burada misafirsiniz, ben de size yardımcı olacağım” diyerek bizimle geldi.
Otelden otobüs garına gideceğimiz aracı da ayarlayarak valizlerimizi aldık. Muhammed’e çok teşekkür ederek ve onu tekrar görmeyi dileyerek yollarımızı otelde ayırdık. Ayarladığımız aracı bize otel tahsis etti. Ama öyle lüks bir şey zannetmeyin. Ufak Anadol tarzı bir araç, biz 4 kişiyiz, 1 şöfor bir de otel görevlisi var. Arkaya 4 kişi sığarız diye hesap yapan babam taksinin küçüklüğünü farketmemiş olacak ki, hemen arka koltuğa kendini atıp “hadi hepiniz gelin” dedi, çocuk da hemen ön koltuğa kuruldu. Babamın arkasından annem, arkasından ben... Aynı arabaya kaç fil sığar hikayesine döndü. Ben de zar zor arka koltuğa sığdıktan sonra, ablam da mecbur ön koltuğa geçmiş olan kürdandan biraz kalınca delikanlının yanına sığmaya çalışmak zorunda kaldı. Ama hepimiz gülmekten kırıldık... Kızlarını Arap adamlarından korumaya çalışan babamın evdeki hesabı çarşıya uymadı ve ablam yarım saatlik yolu, kafası camdan dışarıda, Suriyeli çocukla kucak kucağa gitmek zorunda kaldı.
Bir sonraki rotamız: Çölün incisi Palmira
Gara geldik. Bir sonraki rotamız Palmira... Ama Palmira’ya direkt otobüs yokmuş, o nedenle önce Hama'ya oradan da, Palmira’ya gideceğiz. 4 kişi için 600 suri yani yaklaşık 15 dolar ödedik. Otobüsler oldukça bakımlı ve temiz. Otobüse binmeden pasaportlarınızı isterlerse şaşırmayın. Çünkü Suriye’de şehirlerarası yolculuk da yapsanız, eğer Suriye vatandaşı değilseniz pasaportlarınızı istiyorlar. Ancak endişe etmedik değil, otobüs kalkmak üzere bizim pasaportlar hala yok. Neyse ki biraz sonra pasaportlarımız muavine ardından da bize teslim edildi ve hepimiz rahat bir nefes aldık.
*** BU YAZI GÖKÇE YILMAZ’IN “GEZİMANYA SURİYE – LÜBNAN” ADLI KİTABINDAN ALINTIDIR. KİTABIN GELİRİ TÜRKİYE OMURİLİK FELÇLİLERİ DERNEĞİNE BAĞIŞLANMAKTADIR.