Bu yıl yaz tatilimiz, bir yakınımızın düğünü sebebiyle Zonguldak ile başladı. Hiçbir yere rezervasyon yapmayarak, kafa nereye biz oraya bir şekilde 15 Ağustos 2016 Pazartesi günü İstanbul’dan çıktık yola. İlk molamızı Zonguldak’da verdik. Oranın ilçelerini gezdikten sonra Konya'ya indik, ardından da Akdeniz'e... Böylece seyahatimizi deniz tatiliyle noktalamış olduk.
Bu geziden en çok neden mi zevk aldık? Çok ilginç karakterler ve yurdum insanlarıyla tanıştık, güzel yerler gördük, bilgilendik, size aktarmaya karar verdik.
Şimdi ilk durağımız Zonguldak ile başlayalım bu yılki gezimize.
Zonguldak, Karadeniz’e kıyısı olan bir ilimiz. İstanbul’a dan Zonguldak’a molayla beraber yaklaşık 5 saatte ulaşabiliyorsunuz.
Zonguldak için deniz kenarında olan Zonguldak Öğretmen Evi'ne rezervasyon yaptırdık. Üç gün konaklama için hoş bir yerdi. Ücreti de gayet uygun olan bu yer orta halli gezginlerin kalabilecekleri şehir merkezinde bir otel.
Zonguldak sarp yamaçlara kurulmuş bir şehir gibi geldi ilk bakışta bana. Kara elmas denilen madenin memleketi olması sebebiyle midir, nedir; soğuk ve kara bir memleket gibi göründü ilk anda gözüme.
Zonguldak 8 ilçe, 25 belde ve 374 köyü olan deniz kenarında bir yermiş; Alaplı ve Ereğli de Zonguldak’ın gezilmeye değer ilçelerinden ikisi. Çaycuma, Devrek, Gökçebey, Kozlu ve Kilimli de varmış ama onları gezmeye zaman bulamadık. Alaplı ve Marmara Ereğlisi gezisiyle ancak 3 güne sığabildi.
İlk akşam Zonguldak’ın en güzel deniz manzaralarından birine sahip olan Eliza Düğün Sarayı'nda yakınımızın düğününü yaptık. Sakin, hoş ve nezih bir düğün oldu. Burada gelinler arkası açık araba ile deniz kenarlarında hoş pozlar veriyor, bu da uçsuz bucaksız Karadeniz manzarası ile güzel görüntüler oluşturuyor.
İkinci gün ilk işimiz, namını duyduğumuz Gökgöl Mağarası oldu. Mağara, bu güne kadar gördüğüm en güzel dizayn edilmiş ve gezilmesi hoş, görülmeye değer bir mağara. Zonguldak yolcularının muhakkak gezip görmesi gereken bir yer.
Gökgöl Mağarası, Karadeniz Bölgesi'nde, Zonguldak ilinin merkez ilçesinde bir mağara. Zonguldak’ın 5 km güneydoğusunda, Zonguldak-Çaycuma karayolunun hemen Zonguldak girişinde, yolun sağ kenarında yer almakta ve traverten, sarkıt dikitlerin güzel ışıklandırmayla süslemesiyle çok güzel bir mağara. Tipik mağara efsanesi burada da geçerli; astıma, nefes darlığına iyi geldiği söyleniyor. Bolca içimize çektik ve yolumuza devam ettik.
Gökgöl Mağarası'ndan ayrılıp gelirken yol kenarında kızımın “Aaa Maden Müzesi “ serzenişiyle anında bir U dönüş yaptık. İyi ki de yaptık. Çok iyi bir müzeyi görmüş ve madene inme şansını yakalamış oldu.
Maden Müzesi, Zonguldak’da gidilmesi görülmesi gereken çok önemli bir müze. Tüm teknolojik ve modern tanıtım cihazlarıyla donanmış bu müzede, dokunmatik ekranlarla sanal maden turu yapabiliyorsunuz. Heykellerdeki gerçeklilik sizi şaşırtıyor. Kömür taşıyan heykellerdeki alın terinin bile ince ayrıntısına kadar düşünülmesi, bana yüz karası değil, kömür karası şiiriyle özleşecek hoş ayrıntıları hatırlattı.
Tam müzeden çıkıyorduk ki bir bey bize seslendi. Madene de inmek ister misiniz diye. Önce şaka yapıyor zannettik ama meğerse hayatımızdaki en önemli bir gezilerden birini bize yaşatacakmış. Kim mi bu kişi? Yüksek Maden Mühendisi Sefa Elibol.
Kızıma ders niteliğinde bir maden gezisi yaptırdı. Üstümüzde çizme, başımızda baretlerle tam bir madenci edasıyla maden gezimizi yaptık. Burası eğitim ocağı imiş. Öğrencileri eğitim için kullanılıyormuş. Ama bizim için çok güzel bir gezi oldu. Sefa Elibol 3 ay sonra emekli olacağını söyledi, gerçekten de mesleğine bu kadar aşık ve ilk günkü aşkla anlatan birini daha görmedim. Dedesi de madenci olup, kendisi de bu madenlere 43 senesini vermiş. Bu gezide ilk karşılaştığımız yurdum insanı Sefa Elibol’du. İnanılmaz bilgi dağarcığı olan bir şahsiyet. Böyle bilgisini gizlemeyen güzel insanlara çok teşekkür ediyorum. Gezimizin diğer safhalarında da yine çok değerli şahsiyetlerle tanıştık.
Akşam, Zonguldak’ın en lüks semtlerinden biri olan Fener semtine gittik. Denize tepeden hakim bir manzarasıyla piknik severlerin güzel bir mekanı idi.
Zonguldak’ta gece dolaşırken, İstanbul gibi denize sıfır oturma kafeleri aradık. Ama burada denizi hep sarp kayalıkların üzerinden seyrediyorlar. Akdeniz ve Marmara bölgesi gibi deniz kenarı cafeler pek Karadenize özgü değil sanki. Bunu Alaplı’da da gördük. Karadeniz Ereğlisi biraz daha cafe mekanlarına önem vermiş ama Zonguldak tam bir sarp kayalar üzeri bir memleket... Tüm mekanlar kayalıkların üzerine yapılmış. Demek ki burada bu şekilde oturma anlayışı var diye düşündük.
Sabah kalkıp öncelikle Karadeniz Ereğlisi'ne gittik. Çok sıcak bir memleket. Burayı Zonguldak’tan daha çok sevdik. Öncelikle Cehennem Ağzı mağaraları'nı gezdik. İlginç efsanesi olan bir mağara; yanan taşların ya da maden kömürünün Ereğli'de bulunmasından mı Cehennem Ağzı denmiş bilemedim. Yanmak ve cehennem isimlerinin bu mağarada aynı anda anılması biraz ilginçti. Çocukların iyi bildiği roman kahramanı Hades, Herakles, Olimpos gibi karakterlerin adının geçtiği bir efsane mağara. Hades, ölüler ülkesinin tanrısı imiş. Hades'ten çalınan ölümsüzlük maskınında Ereğli de oturan bir yaşlının evinde olduğu söyleniyormuş. Buraya o tarihte gelenler, bu mağaraya girerek Kerberosu yeryüzüne çıkarmış. Hades izin vermiş gibi karışık bir efsanesi var. Mitolojinin özel işlerine karışmayalım dedik sadece bu güzel mağarayı gezdik. Ama Gökgöl Mağarası'nın üstüne biraz vasat, düz bir mağara geldi. Ama görülmesi gereken yer listesinde olması gerekiyor gezginlerin.
Mağaranın yanında Antep Sofrası diye bir mekan kurulmuş, burada muhakkak lahmacun yemelisiniz. Güzel bir mekan, kahvaltısı ve kebapları tam antep usulü. Yolu düşenlere özel tavsiye.
Mağaralardan çıktıktan sonra deniz kenarındaki Gazi Alemdar Gemisi'ni müze haline getirilmiş haliyle gezdik. 1. Dünya Savaşı'nda kömür ocaklarının işletim hakkı Almanlara verilmiş. Buna kızan Ruslar, Ereğli’yi bombalamış, Fransızlar burayı işgal edince, bir grup vatansever Alemdar isimli küçük savaş gemisini limana getirerek burayı Fransızlara yar etmemişler. Kurtuluş savaşının ilk ve tek deniz savaşı bu gemiyle gerçekleştirilmiş, Alemdar Gemisi şimdilerde aslına uygun olarak sahilde müze olarak halkın ziyaretine açılmış, sahil çok güzel bir şekilde müzeye uygun restore edilmiş, çiçeklendirilmiş.
Müzeden çıkınca arabayla tepedeki Ereğli Müzesi de denilen Halil Paşa Konağı'na gittik. Şehrin manzarasına hakim harika bir konak. Ücretsiz gezilebilecek güzel müze. Müzenin dizaynını çok beğendim. Bahçesinde Osmanlıca yazılan mezar taşları bulunuyor. Güzel yanı bu mezar taşlarının Türkçe mealleri de yanlarına iliştirilmiş. Oradan güzel mezar yazıları okuduk.
Ev, Halil Paşa'nın resimleri ve eşyalarıyla ve bunu canlandıran heykellerle süslü. Çok güzel bir müze gezilmesi gerekenler listesine bunu da almalısınız.
Karadeniz Ereğlisi'ni arabayla şöyle bir panoramik gezdikten sonra ikinci durağımız şirin ilçemiz Alaplı.
Alaplı hep merak ettiğim, ismini çok duyduğum deniz kenarında hoş bir ilçe. Orada bulunan arkadaşımızın bize canla başla davet etmesi sebebiyle onları da bir ziyaret edelim dedik. Burada tüm evler deniz manzaralı. Tabiri caizse tıpkı bizim Boğaz havası. Güzel manzaralı evi olan İstanbul’dan arkadaşım bizi güzel evinde ağırladı. Samimi anne ve babasıyla tanıştık. İşte gezimizin ikinci yurdum insanıyla burada tanışacaktık. Dehası,bilgisiyle bizi kendine hayran bıraktı. Arkadaşımın babası Yaşar Arıkan. Tamamen kendi bilgi ve dehasıyla evinin bahçesinde tropikal bir cennet yaratmış. Güney Amerika anavatanı olan pepino meyvesi ve Meksika meyvesi olan Tomatillo'yu bahçesinde yetiştirmiş,
Mango, papaya, pepino meyvesi, ananas, tomatillo, kivi gibi meyveler için her gün 4-5 saatini bahçesinde geçiriyor. Özel sulama sistemleriyle onları suluyor. Şeker hastalığı ve kansere iyi geldiğini söylediği meyveleri yetiştirmekten başka da bahçesine yaptığı güzellikleri de söylemeden geçemeyeceğim. Böyle dahi yurdum insanlarını tanımaktan bu gezide çok keyif aldım.
Aynı akşam bizi fındık bahçelerine götürdüler. Fındık bahçesinde kendisine has icatlarla yaptığı kuyu tulumbasını elektrik hale getirmiş, süt şişelerinden bahçe duvarı yapmış ve yetiştirdiği tropikal sebzeleri de Türkiye’ye kazandırmış. Biz ailece kendisine hayran kaldık ve o da güzel anlatımıyla da bilgilerini bize aktardı. Güzel bir misafirperverlikle Alaplı’dan ayrıldık.
Yolu Karadeniz'den Akdeniz’e geçecek biri olarak arada durak olarak Konya’ya seçtik. Bir gece de Konya da kalarak Mevlana hazretlerini ziyaret ettik.
Mevlana hazretlerinin "Gel, ne olursan ol yine gel" beyitini hatırlayarak Konya'da mola verdik. O gün Mevlana’yı gezdik. Mevlana’nın güzel türbesi ve etrafındaki güzel mekanları gezebildik. Konya’ya özgü şekerlerden aldık. Konya'nın meşhur etli ekmeğini yemeden olmaz diyerek, merkezde bulunan Delta isimli bir lokantadan etli ekmek yedik. Garsonun şirin tavrı, başka yer aratmadan bizi burada yemeye zorladı. Mevlana’ya karşı yemeğimizi yedik.
Konya'daki konaklama mekanımız Konya Polisevi idi. Polis evi artık herkese açık olan bir mekan. Polis kardeşlere indirimli olurken; biz yurdum insanlarına da uygun bir miktarla pazarlanan temiz bir otel. Bu polis evi Konya için herkese önereceğim bir mekan.
Konya'daki otelimizden sabah kahvaltımızı yaparak yolumuzu Akdeniz'e doğru çevirdik. Yol boyunca bizi çeken kahverengi tabelalalara bakmadan geçemedik. Geze geze Kemer’deki otelimize geldik. Burada rutin deniz, yemek, kum tatilimizden sonra yine Evliya Çelebi yönümüzle yolumuz Fethiye'ye doğru yöneldi. Fethiye izlenimlerimi de Fethiye yazımda okuyabilirsiniz.
Yani sözün özü, Zonguldak gidilmesi görülmesi, gezilmesi, "ben orayı da gördüm" denilmesi gereken bir ilimiz. 67 plakalı, alfabemizin son harfiyle biten ilimiz derseniz Zonguldak deriz ve bulmacayı bitiririz.
**Zonguldak’tan Akdeniz'e inecekseniz de önce Konya’da bir mola veriniz; gece gece araba kullanmadan bir de Mevlana’yı görerek gezinize devam etmenizi öneririz. Tabii güzergahımız böyle, yok ben oradan değil, buradan giderim derseniz de tercih sizindir derim; ama gezi notlarınızı gönderirseniz ben de bu güzergahı öğrenirim.