7-8 Şubat 2015 günlerini içine alan 10 kişilik heyecanlı, dinamik ve önyargısız bir ekip ile Peygamberler Şehri Şanlıurfa’ya bir tur programı planlıyoruz. Organizasyon Sevgili Zerrin ablamız tarafından yapılıyor. Biletler maillere düştüğü an itibariyle heyecanımız başladı. Heyecanımız logaritmik denklemin bilinmeyen X değerini araştırdıkça daha anlamlı bir hal almaya başladı. Şanlıurfa’yı keşfe başladığımız zaman işte tam da o zaman heyecan yerini keyfe bırakacaktı.
“Masallar Şehri”ne yolculuğumuz saat 05.25 Pegasus Havayolları ile Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan başlıyor. Pilottan iniş için alçalmaya başlıyoruz anonsu geliyor. Pencere kenarından dışarıyı seyre dalıyorum. Kendimi bir masalın ortasına atmak için nerdeyse dakikalar kaldı. Heyecanım logaritmik denklemin en tepe noktasında. Alçalmaya başlıyoruz. Görünürde güneşe perde olacak bir bulut dahi yok. Gökyüzü berrak, güneşli bir kış günü ile Şanlıurfa semalarında süzülmeye devam ediyoruz. Uç bucaksız ovalar görüyorum. Gözlerim bir hayale dalıp gidiyor. Sabah saat 7.01’de tekerler yere bastığı zaman hayalden kopuyorum. Hızlıca toparlanıyoruz. Acele ediyorum çünkü heyecanıma söz geçiremiyorum. Şanlıurfa’da doğan güneşe gülümsemek istiyorum.
Şanlıurfa GAP Havaalanı'nda bizi rehberimiz Metin bey karşılıyor. Servis aracımıza biniyoruz. Şanlıurfa GAP Havaalanı şehir merkezinin 35 km kuzeyinde yer alıyor. Kısa bir bilgilendirmeden sonra yolculuğumuz Fırat Nehri üzerine kurulu 5 barajdan bir tanesi olan Atatürk Barajı'na doğru yola çıkıyoruz.
ATATÜRK BARAJI
Atatürk barajı hem sulama hem de elektrik üretimi amacı ile Fırat Nehri üzerine inşa edilmiş dünyanın 6. Türkiye ve Avrupa’nın ise 1. büyük barajıdır. 1983 yılında inşaatı başlamış olan baraj 1992 yılında açılmış. Süleyman Demirel GAP projesine çok inanmış ve ülkenin kalkınması için bu projenin hayata geçirilmesi gerektiğini düşünmüş bir siyaset adamı. Akademik geçmişine de göz attığımız zaman görüyoruz ki İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat mühendisliği mezunu, Amerika’da sulama ve enerji üzerine ihtisas yapmış, Barajlar daire başkanlığı ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yapmış bir devlet adamı. Suyun toprak ile kavuşmasından büyük hayallere ulaşılacağına inanmış bu siyaset adamı Fırat Nehri'nin sert akışına kulak vermiş. Demirel’in “Bunalanların, daralanların ve bu ülkenin hali ne olacak diyenlerin Atatürk barajını görsün” sözünden yola çıkarak biz de Atatürk Barajı seyir terasında kendimizi buluyoruz.
Saat yaklaşık 8.30 gibi şehir merkezine doğru yola koyuluyoruz. Tabi ki gecenin saat 4.00’ünden beri ayakta olduğumuz için karnımız çok fena acıktı. Acilen kahvaltı yapmalıyız diye düşünüyoruz. Eğer ki Şanlıurfa topraklarında iseniz sabah kahvaltısında ne yenir diye düşünmenize çok da gerek yok. Sabahın erken saatinden itibaren kuzu ciğerleri pişirilmiş misafirlerini bekliyor. Saat 9.30’u gösterirken biz de kendimizi Şanlıurfa çarşıda yer alan “İkizler Ciğerci”de buluyoruz. Bütün kaprislerimizi, hijyen takıntılarımızı, önyargılarımızı İstanbul’da bırakıp alçak masalarda taburelere oturup ciğerlerimizi sipariş ediyoruz. Sabah kahvaltı yapmadığımız için önce çay istiyoruz fakat hizmet eden delikanlı “olmaz” diyor. Bir anlam karmaşası yaşayan delikanlı pes edip çayları getiriyor. Masaya soğanlar, közlenmiş kırmızı acı biberler ve bakır kaplarda ayranlar geliyor. Grup ile herkesin soğan yiyeceğine dair sözler alınıyor. Ekipte “ben sabah sabah asla ciğer yiyemem” diyenler tabi ki var. Biz ne yapıyoruz ciğere bir şans vermelerini istiyoruz. Görüyoruz ki bir kişi hariç herkes ruhlarını ciğere teslim etmeye hazır halde pidelerin içinde dumanı tüten ciğerleri beklerken sabırsızlanıyor. Yuppy! Geldi bile… Pideler açılır içine bolca soğan ve maydanoz doldurulur ve tabi ki mutlu son. Herkes halinden memnun görünüyor. Tabi ki ciğerden önce gelen çayları merak edenler var. Onlara ne mi oldu onlar gerçekten “olmadı”. Siz olun hani öyle alışkanlıklarınız var ya “asla asla” dedirten işte onları geldiğiniz yerde bırakın. Onlar değil mi bizim zihinlerimizi meşgul eden. Bırakın biz bıraktık artık. Ohh huzur varmış…
Buradan sonra çarşıda yer alan hanları dolaşmaya başlıyoruz. Daha önce bloklarda da gördüğüm Gümrük Han'nı görüyoruz. Giriyoruz içeri bir meydan etrafta teşbih tezgâhları kurulmuş orta meydanda ise güneşe yüzünü çevirmiş sakinlerini bekleyen masalar. Güneş içimizi ısıtmaya başladı hepimizin keyfi yerinde. Güneş ile yakından flört eden bir masaya diziliyoruz. Buranın meşhur kahvelerinden bir tanesi mırra; saatlerce pişirilir pişirildikçe koyu bir kıvam alır, tek yudumda içilir, kulpsuz fincanda servis edilir asla yere fincan konmaz. Fincanı uzattıkça doldurmaya devam eder ama yere de bırakamayız. Ne yapacağız diye çaresiz gözlerle servis edene baktıkça o daha da keyiflenir. Neden mi eski adet fincanı masaya koyarsan onu evlendirmek için kirvesi olman gerekecekti yeni adet ise bahşiş vereceksin ama öyle az uz olmaz ya da bu serüvenden kurtulmak istiyorsan ne yapacağını ben tecrübe edindim. Burada söylersem olayın anlamı kalmaz işte bu sebepten dolayı yerinde tecrübe etmenizi isterim. Diğer kahvemiz ise menengiç kahvesi; menengiç ağacı Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz bölgesinde doğal olarak yetişen bir ağaçtır. Yörelere göre çitlembik, çıtlık, çetene, bıttım gibi farklı isimler ile anılmaktadır. Gruptan Elazığlı bir arkadaşımız olan Nida menengiç kahvesini içince tadını tanır gibi oldu ama o yörede çetene diye bilindiği için emin olamasa da sonraki araştırmaları ile aynı kahve olduğunu anladık. Tabi ki Antalyalı olan ben ise bu ağacın meyvesini hiç kahve olarak içmediğimiz için tanıyamadım. Araştırmalarım ile edindiğim bilgiler doğrultusunda bizim oralarda çıtlık olarak bilinen bu ağacın meyvesini biz direkt olarak yiyoruz. Neyse masadaki herkes menengiç kahvesi istiyor. Kahve süt ile pişiriliyor ve aromatik bir tatta. İlk defa denediğim bu kahvenin tadı çok hoşuma gitti. Gruptaki herkes kahve ile ilgili aynı kanaatteydi.
Meydanda açık mor poşu takan erkekleri görüyoruz. Bu renge bir anlam yüklemeden sadece moda olarak taktıklarını daha önceden okuduğum için görünce çok şaşırmıyorum. Tesbih satan yaşlı amcalardan biri dikkatimi çekti. Nerdeyse 50 cm boyunda ince bir kamışın ucuna sarılı şekilde yerleştirilmiş tütünü tabiri yerinde ise efkarlı efkarlı tüttürüyor. Kahveler henüz gelmemişken kendimi daha fazla tutamadım ve kendimi hacı amcanın yanında buldum. Selamdan sonra sordum nedir bunun keyfi diye. Bu sualden alışık bir tavırla “toktor sigaradan uzak dur dedi ben de uzak duruyorum” dedi. Espiri anlayışını yerlere göklere sığdırmadığım bu amcaya çok güldük. Tornacıların keçiboynuzundan şekil vererek yaptıkları bir tesbihten satın alarak masamıza geri döndüm. Kahvelerin bitiminde hanların içinden Balıklı Göl'e doğru yola koyulduk.
BALIKLI GÖL
Balıklı Göl, Şanlıurfa şehir merkezinde bulunuyor. Balıklı Göl, Halil’ür-Rahman göl; Hz. İbrahim peygamberin atıldığı ve Ayn-Zeliha göl; Hz. İbrahim’e inanan Nemrut’un kızının Hz. İbrahim’e döktüğü gözyaşları ile oluştuğu inanılan göl olmak üzere iki adet gölden oluşuyor. Hz. İbrahim’in hikâyesini bilmeyen yoktur. Kısaca bahsetmek gerekirse putlara inanılan dönemde Hz. İbrahim bir gece putları yıkar. Nemrut odunları toplattırır ateşi yaktırır. Kalenin üzerindeki mancınıklar Hz. İbrahim’i ateşe atar. Cebrail A.S. gelir "Ey ateş! İbrahim üzerine serin selamet ol" der. Bunun üzerine ateş, su ve odunlar da balık olur. Balıklı Göl’ün çevresinde kesme taşlar kullanlarak dikdörtgen biçiminde 3 kubbeli olarak inşa edilmiş; Rızvaniye Cami, Buluntu Hacı Abdurrahman ve Şazeli Ali Dede Türbesi'ni görmek mümkün.
Hz. İbrahim Mağarası
Hz. İbrahim Mağarası Mevlid-i Halil Camii'nin avlusunda bulunuyor. Rivayete göre dönemin hükümdarı Nemrut bir rüya görür. Gördüğü rüyayı yorumlayan müneccim Nemrut’a “bu yıl doğacak bir erkek çocuk senin tahtını yıkacaktır” der. Nemrut o yıl doğan bütün erkek çocukları öldürtür. Hz. İbrahim o yıl bu mağarada doğar ve 7 yaşına kadar bu mağarada yaşar. Bu mağarada bulunan suyun şifalı olduğuna inanılır. Ben tabi ki içmedim. Bolca dua edip burada bulunan insanları seyretmekle yetindim.
ŞANLIURFA KALESİ
Şehrin tarihinin Neolitik döneme kadar uzandığı bilinmektedir. Hal böyle olunca 12000 yıllık tarihi süreç içinde Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Helenistik dönem, Roma , Bizans, Büyük Selçuklu, Edessa kontluğu, Eyyubiler, Memluklular, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanlı Devleti gibi tabi ki sadece bilinen birçok uygarlıkların egemenliklerinde altında kalmış. Böyle olunca dönemine göre isimler almış. Edessa ismini hala şehirde görmemiz mümkün. Son olarak kurtuluş savaşından sonra gösterdiği direnişten dolayı 1984 yılında "Şanlı" unvanına layık görülür ve adı Şanlıurfa olarak kayıtlara geçer. Birçok uygarlıklara beşiklik eden bu şehir tarihi kimliğini korumuş ve bugünlere kadar kalabilmiş. Şanlıurfa Kalesi'nin tarihi tam olarak bilinmiyor. Birçok uygarlığın izlerini taşıyor. Kaleye çıkmak çok zor değil. Müze kart giriş için geçerli ya da 5 TL karşılığında geçiş yapabiliyorsunuz. Şehrin panoramik manzarası buradan muhteşem görünüyor. Hz. İbrahim'i ateşe attığı düşünülen iki tane mancınık da burada bulunuyor.
Hz. İbrahim’i ateşe attığına inanılan iki tane mancınık
Kaleden indikten sonra bir kahve molası veriyoruz. İstenen kahveler tadı damağımız kalan menengiç kahvesi oluyor. Hiç eksiksiz herkes menengiç kahvesi istiyor. Saat 12.30’u gösterirken saat 15:00’da buluşmak üzere alışveriş için rehberimiz tarafından serbest zaman veriliyor. Biz de hanların içine atıyoruz kendimizi rengârenk allı pullu giyinen hanımları görüyoruz. Mor poşu modası olsa da biz kendimize geleneksel olanlardan almayı tercih ediyoruz. Bir arkadaşımdan aldığım bilgi ile Gümrük Hanı'nda bulunan Çaycı Murat’tan çay, pul biber, menengiç kahvesi, sumak aldık. Bazı arkadaşlar el dövmesi, bakır fincan takımı ve kahve cezvesi aldılar. Alışverişten sonra kendimizi kebapçıya atıyoruz. İlknur abla ile ben Urfa kebabı söylerken Beste abla tercihi Urfa simidi ile ayrandan yana yapıyor. Ahmet döne döne bize hizmet ediyor. Burada çalışıyor ve harçlığını bu şekilde kazanan Ahmet, polis olmak istiyormuş. Bahar yüzlü Ahmet yolun açık olsun diyoruz ve saat 15.00’te buluşma noktasında alıyoruz soluğu. Ellerde alışveriş poşetleri ile saat 15.00'te buluşma noktasındayız. Herkes burada görünüyor. Sıradaki rotamız bize Harran'ı gösteriyor.
HARRAN ÖREN YERİ
Harran çevresi surlarla çevrili açık hava müzesini andıran nitelikte bir ören alanı. Aldığımız bilgiler ışığında; Harran, dünyanın ilk bilim merkezlerinden biridir. Şehrin adı ilk “harana” olarak Ebla’da bulunan M.Ö. 2250 yılına ait çivi yazılı tabletlerde geçmektedir. Kentin adının Sümercede ve Akatçada kullanılan seyahat, kervan anlamına gelen “haran-u” kelimesinden türediği düşünülmektedir. Birçok medeniyete beşiklik etmiş olan Harran, Moğol istilası ile yerle bir edilmiş.
Burada göreceğimiz yerler arasında:
Harran Üniversitesi
Dünya ve ay arasındaki mesafeyi hesaplayan Al-Battanai, ünlü matematik ve astronomi bilgini Thabit ibn Qurrah, Atom ve cebir ilminin atası sayılan Jabir ibn Hayyan gibi birçok bilim ve düşünce adamı Harran Üniversitesi'nde yetişmiş ve dersler vermiş.
Harran Ulu Cami
Harran Ulu Cami, Anadolu’da İslam mimarisinde yapılmış en eski camidir. Bu eser Emevi Halifesi II. Mervan tarafından 744-750 tarihleri arasında yapılmış.
Harran Kümbet Evler
Uzaktan bakıldığında karınca yuvası gibi görünen bu evler aslında iklim koşullarından ve yörede bulunan malzemelerden (toprak ve tuğla) dolayı bu şekilde ortaya çıkmış. Tuğla ve toprak sıva ile yapılan evler senede iki defa bakım görüyormuş. Bakımdan kastım toprak sıva ile kümbet evlerin hem içi hem de dışı sıvanıyor. Kümbet evler birbirine bağlantılı ve sayıları ailenin büyüklüğüne göre değişiyormuş. Evler büyük bir avluya açılıyor. Şuanda ustası kalmayan bu evlerin sayıları zaman içerisinde azalmış. Yöre insanların ekonomik olarak rahatlaması, daha rahat yaşama arzu ve istekleride bu evlerin sayısının azalmasına katkı sağlamış olsa gerek. Bu evlerde yaşamak gerçekten zahmetli. Harran’a misafir olan ziyaretçileri ağırlamak için yaklaşık 200 yıldır ayakta duran bir kümbet eve misafir olduk. Bizi Ahmet ağırladı. Arap kökenli büyük bir aşirete sahipmişler. Kümbetler yörenin yaşayışını temsil eder şekilde döşenmiş. Dilerseniz burada çay içebilir, renkli elbiseler ile fotoğraf çekilebilir ve yörenin yaşayışı hakkında bilgi alabilirsiniz.
Harran Kalesi
Harran şehrinin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilen kalenin içinde Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Kale tadilatta olduğu için içine giremedik.
Şanlıurfa'da çocuklar sizin yabancı olduğunuzu hemen anladığı için bir anda etrafınız sarılıyor. Tabi ki para istiyorlar. Size tavsiyem para vermek istemiyorsanız hiç çocuklarla ikili diyaloğa girmeyin. Eğer ki ben dayanamam kara kara bakan gözlere diyorsanız o zaman bolca 5 TL şeklinde bozuk para bulundurun yanınızda. Bir de oraya giderken ayakkabı, kırtasiye gibi eşyalar götürebilirsiniz.
Saat 17.00 gösterirken otelimize dönmek için yola koyulduk. Gece nerdeyse 3.30'dan beri ayakta olduğumuz için herkes çok yorgun görünüyordu. Sıra gecesi için herkes çok istekli olmasına rağmen yorgunluk çökünce otelde yapılan sıra gecesine katılmaya karar verildi. Otelde de sıra gecesi mi olurmuş diyenleri duyar gibiyim. Zaten sıra gecesi olmamış. Hadi o olsa olsa anca fasıl olur diyoruz.
Ben Şanlıurfa'da yaşayan gelenek ve göreneklerine göre yapılan bir sıra gecesine katılmak istiyordum. Şanlıurfalı birçok arkadaşım var. Hepsini birden arayamazdım çünkü hepsi de beni misafir etmek isteyeceklerdi. Bir de tur programı ile geldiğimi bilseler beni topa tutarlardı. Bunu bilerekten ısrarını kırabileceğimi düşündüğüm Siverekli bir arkadaşım olan Mehmet ile görüşme planı yaptık. Gruptan İlknur abla da yorgunluk atmayı İstanbul'a erteleyip sonuna kadar Şanlıurfa'yı keşfetmeye hazırdı. Saat yaklaşık 18.00'i gösterirken Mehmet bizi otelden almaya geldi. Öncelikle yemek yiyecek sonrasında da bir konakta sıra gecesine katılacaktık. Salaş görünümden uzak temiz bir restoran olan Dedecan restoranda akşam yemeği için yerlerimizi alıyoruz. İçli köfte, salata, ayran, ortaya ciğer, haşhaş kebap, kuzu şiş, urfa kebabı olan karışık bir tabak alıyoruz. Sonrasında mırra kahvelerimizi içiyoruz. O kadar çok doyduk ki ama hala yiyecekler geliyor ardı arkası kesilmeden.
En son çay ve yanında billuriye tatlısı ile akşam yemeğine buradaki (!) son noktayı koyduk.
Sırada sıra gecesi var. Yıldız Sarayı Konuk Evi'nde buluyoruz kendimizi. Şanlıurfa'nın sokakları öyle dardır ki iki insan yan yana anca yürür. Böyle daracık bir sokaktan konağa giriş yapıyoruz. Ortada bir avlu karşılıyor bizi. Taş konak çok ihtişamlı göründü. Bu eski konaklarda yemek yiyebilir düğün organizasyonları yapabilir ve sıra gecesine katılabilirsiniz. Sıra gecesinin çıkış noktasıda: bu yörenin insanları çok misafirperver olduğu için konuk ağırlamak onlarda için büyük memnuniyet oluşturuyor.
Yemeli içmeli tabiki çiğ köfteli konuk ağırlama ritüeli bir eğlenceye dönüşüyor. Sıra gecesi organizasyonları ile karşımıza çıkan bir kültür haline gelmiş durumda. Ortada çiğ köfte usta tarafından yoğruluyor bir taraftan el çabukluğu ile mezeler tabağa konuyor diğer yanda çalgı-çengi coşturuyor. Burada çiğ köfte ve şıllık tatlısı yiyoruz tabi ki halaylar ve oyun havaları eşliğinde. Sahnede ne yorgunluk kaldı bizde ne de uyku hali...
Şanlıurfa'nın daracık sokaklarında geziniyoruz. Saat 22:30 gibi odalarımıza dönüyoruz çünkü yarın bizi güzel bir gün bekliyor.
SUbySemraUnal