New York New York

New York City'nin kalbinin attığı merkez bölgesi Manhattan olarak geçiyor. Oldukça düzenli bir şehir planlamasına sahip, sıralı numaralardan oluşan ve birbirini dik kesen sokaklar ve caddelerden oluşuyor. Belli başlı caddelerin isimleri var, hemen aklınızda kalıyor. Bir istisna olarak çapraz uzanan bir Broadway Street bulunuyor. Öncesinde incelerseniz haritaya ihtiyaç duymadan rahatlıkla yol alabilirsiniz.

Şehirde arabaların park etmesi oldukça sıkıntılı bir konu, hem uğraştırıcı hem de masraflı. Bu nedenle araç kiralamanızı önermiyorum. Uber, metro veya yürüyüş ile rahatlıkla gezilebilecek bir bölge Manhattan.

Manhattan bölgesinde, üç ayrı kısım var diyebiliriz, bir bölümü Central Park'ın oluşturduğu sakin ve doğayla iç içe olan bölge, bir kısmı ortadaki alan, kalabalık, uzun binalardan, havasız caddeler ve sokaklardan oluşan yoğun bölge, son bölüm de daha çok bildiğimiz şehir havasındaki binalardan yapılardan oluşan nispeten sakin olan Soho bölümü. Yürüme alışkanlığınız var ise üç bölümü de yürüyerek dolaşma imkanınız var demektir.

Bizim kaldığımız bölge orta merkezde yer alıyordu ve şehre vardığımız ilk gün tabanvay olarak soho bölgesine doğru yürüdük. Geçeceğiniz her cadde güzel fakat biz ilk olarak 5th Avenue üzerinden yürümek istedik, en popüler caddesi olduğu için. Soho tarafında yer alan Katz's Delicatessen'e gittik. Buranın pastramili dev dolgulu sandviçlerini gördüğünüzde inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Bir tane pastrami sandviçi normalde iki kişi rahatlıkla paylaşabilir, biz çok aç olduğumuz için birer tane aldık ve fazlasıyla doyurucu geldi. Lezzetli ve mutlaka tadılması gereken bir deneyim. Ardından kararan ve eğlenceli hale dönüşen sokaklarda yürüyerek eve doğru yol aldık.

katzs-delicatessen

Ertesi sabah kahvaltımızı eve yakın olan Skylight Diner isimli mekanda yaptık. Porsiyonların boyutu ve refill şeklinde sundukları meşhur Amerikan kahvesi son derece tatmin ediciydi. Zaten öğrendiğimiz üzere "diner" kavramı tam olarak da buymuş, büyük porsiyonların ve sınırsız kahvenin sunulduğu Amerikan kafesi... Bir porsiyon French Tost ve avokadolu kahvaltı tabağı aldık, damak tadınıza göre alacağınız herhangi bir kahvaltının ve ortamın klasikliğinin sizi mutlu edeceğine eminim.

Kahvaltı sonrası şehir turumuza devam ettik, cadde boyunca yürüyerek uzun meşhur binaları gördük, Empire State Binası, Chrysler Binası, New York Times Binası, The Trump Building ve belki ismini bilmediğimiz diğerleri... Zaten 5th Avenue üzerinden Central Park'a doğru ilerlediğinizde sırayla hepsini buluyorsunuz. Tüm popüler markaların yer aldığı bu cadde bir gün boyunca gezmek için ideal.

Sonrasında New York Kütüphanesi'ne (The New York Public Library) gittik. Görkemli olan ana çalışma alanı aktif olarak kullanılan ve kütüphane işlevinde olan bir bölüm olduğu için ne yazık ki bu bölgeye gezi amaçlı girenleri almıyorlardı, bu nedenle görme şansımız olmadı. Elinizde bir kitapla araştırmacı gibi gelme şansınız olursa belki siz görebilirsiniz:) 

Ardından yol boyu devam edip Merkez Terminali'ne (New York City's Grand Central Terminal) geldik. Kendine özgü yapısı ve büyüklüğünün, dekorunun muazzamlığıyla, bizim gibi terminali kullanmayacak olsanız bile gelmenizi öneriyorum.

Hava kararmaya başladığı zaman Times Square Meydanı'na doğru yol aldık. Burası hayatımda gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu. Her yerde dev reklam panoları var ve o kadar görkemli ki... İnsan hangi birine bakacağını şaşırıyor ve asla sıkılmıyorsunuz. Tüm bir günü burada etrafı izleyerek rahatlıkla keyifle geçirebilirsiniz.

times-square-meydani

Akşam yemeğimizi How I Met Your Mother dizisinin ilham aldığı söylenen McGee's barda yedik. Klasik bir hamburger tabağı ve tavuk kanat tabağı söyledik. Küçük sempatik bir mekandı fakat diziyle pek bir alakası yok, yalnızca dizinin fotoğrafları asılmış duvarlara. Yolunuz düşmezse aklınız kalmasın:)

Ertesi sabah yürüyerek Central Park'a gittik ve kahvaltımızı orada çimlerin üzerinde sincapların arasında yaptık. Şehrin gürültüsünden ve binalarından uzak olan bu alanın atmosferi bambaşka. Central Park turumuzda gördüğüm kadarıyla o kadar çok insan bisiklet sürüyor koşuyor veya yürüyor ki, sanki şehrin kalan yarısı burada akıyor gibi. İnsanı motive eden bir akışa sahip. 

Parkın en yukarısına kadar yürüyemedik fakat buraya metro ile ulaşımı sağlayıp parkı rahatlıkla tam bir tur olarak tamamlayabilirsiniz. 

Gün içerisinde acıktığımızda yakınlardaki organik market zinciri olan Whole Foods Marketi denedik. Buradan aldığımız paket yemeklerle nehrin kenarındaki bir parka oturduk. Havanın güzel olduğu bir günü bu şekilde değerlendirmenizi kesinlikle öneriyorum.

Ertesi gün rotamızı yine aşağıya doğru vererek dünyada sayılı şekilde bulunan Starbucks Roasted Reserved'e gidip orada kahvaltı yaptık. Gerçekten dev bir Starbuck alanıydı ve görülmeye değerdi. 

Yolun devamında ise 11 Eylül Anıtı'nın bulunduğu noktaya yürüdük. Binalardan birinin yerine dev bir heykel, diğerinin yerine de dev bir havuz yapılmış. İçeri doğru şelale şeklinde olan dev havuz mimarisi beni çok etkiledi. Uçsuz bucaksız ve sizi içine çeken bir atmosferi vardı. 

Devamında Charging Bull heykelinin bulunduğu noktaya geldik. Boğa heykeli ile resim çektirmek isteyen insanlar uzun bir kuyruk oluşturmuştu. 

Manhattan'ın bu kadar aşağısına inmişken tam uç kısımda yine manzaranın keyfini çıkarmak için kendinize zaman ayırmanızı ve nehrin kenarında vakit geçirmenizi öneriyorum.

Merkezin bu tarafına gelmişken bu bölgede bulunan "China Town" ve "Küçük İtalya" mahallelerine de uğradık. Karmaşık, kalabalık ve pek tekin gelmediği için çok vakit geçirmek istemediğimiz bir bölge oldu China Town. Görsel açıdan güzel bir bölgesine rastlayamadık.

Dönüşte akşam yemeğimizi Forrest Gump filminin esintilerinin yer aldığı Bubba Gump'ta yedik. Buraya mutlaka gelin ve çeşit çeşit leziz karideslerinden tadın. Hem atmosferi, hem de yemekleri güzel, gelinmesi gereken bir mekan.

Bubba Gump

Ertesi sabah kahvaltı için yine bir diner mekanı seçtik ve evin yakınlarında yer alan Westway Diner'a gidip Amerikan tarzı leziz ve büyük porsiyonlu bir kahvaltı yaptık. 

Günün devamında 5th Avenue merkez tarafında yer alan ve rotamızın üzerinde bulunan Aziz Patrik Katedrali'ne uğradık. Katedral, şehirde görülmesi gerekenler listesinde yer alan bir yerdi. 

Yolun devamında Apple mağazası vardı ve oldukça büyük ve göz alıcıydı. Buraya kadar gelmişken pas geçmez olmazdı.

Yukarıya doğru devam edip National Museum'a gittik ve şansımıza denk gelmiş olan Van Gogh sergisine girdik. Kişisel olarak çok sevdiğimden dolayı benim için harika bir tesadüf oldu. İlginiz varsa mutlaka buralara bir uğrayıp ne var ne yok diye bakmakta fayda var. Bu gibi sergiler farklı dönemlerde gelebiliyor.

Aynı bölgede bulunan ve tatlı mekanı olan Lexington Candy Shop'a uğradık. Burası 1925 yılında kurulmuş eski bir şeker dükkanı olarak geçiyor ve kola üzerine nam salmış gibi görünüyor. Kolanın ilk orijinal servisinin hala sürdürüldüğü bir nokta. Tamamen merakıma yenik düşerek geldik ve tatmış olduğum bu servis sonrası fikrim şu ki, sosyal medyada gördüğümüz her şeye inanmamalıyız. Konsantre kolanın üzerine döktükleri soda, üzerine vanilyalı dondurma ekleyerek servis ediliyor. Benim damak tadıma göre oldukça şekerliydi. Dondurmalı yapıldığı için kolaya buz konulmamıştı ve içecek soğuk olmadığı için hoşuma gitmedi. Yeniden gelmek ister miyim: Hayır! Önerir miyim: Hayır!

Akşam merkez tarafında kaldığımız evin yakınlarındaki Irish Pub tarzında bir mekan olan Peter Dillon's Bar'a gittik. Bar konusunda özellikle belirli bir noktaya gidin diyemiyorum çünkü o kadar çok güzel seçenek var ki... Burada mekan ve yemekleri belirli bir standardın üzerine oturtmadıkları durumda zaten insanlar tarafından tercih edilmediği için direk kapanıyormuş. Hal böyle olunca rastgele seçeceğiniz yerler de günü kurtarabiliyor.

Sabah Andrews NYC Diner'da kahvaltımızı yaptık. Gerçekten tam Amerikan tarzı yerler görmek ve bir şeyler atıştırmak istiyorsanız yazmış olduğum tüm diner mekanları güzel, doyurucu ve sempatikti. 

Son günümüzü biraz daha farklılaştırmak için metro/tren ile Manhattan'ın aşağısında karşı tarafta yer alan Williamsburg'a gittik. Burada yer alan gökdelenlerden bir tanesinin 'Roof Top' dedikleri çatı katına çıkıp New York manzarasının keyfini çıkardık. Eğer ayırabileceğiniz ek bir zaman diliminiz varsa bu deneyimi mutlaka yaşamalısınız. Williamsburg kendi içinde sakin küçük ve sanki öğrenci şehri tadında bir yerdi. Çatı katı mekanı ve kaldığımız gördüğümüz yerleri karşı kıyıdan kartpostal gibi görmek oldukça güzeldi. Bizim gittiğimiz çatı katı mekanı Williamsburg Hotel'indi. İmkanınız varsa gece geç saatlere kadar kalarak buradaki müzik ve partinin de tadını çıkarabilirsiniz.

Buraya kadar gelmişken Williamsburg'de bir şeyler atıştırmak istedik ve Teddy's Bar & Grill isimli leziz ve sempatik bir mekanda lezzetli birer hamburger yedik. 

Devamında Manhattan'a dönüp sokaklarda gezme ve alışveriş mağazalarına bakma şansımız da oldu.

Central Park

Akşam yemeğimizi yine rahatlıkla önerebileceğim, Meksika Tacosu konusunda bir numara olan Los Tacos No.1'de yedik. Salaş bir mekandı ve tacoları çok lezzetliydi. 

Gezimizi sonlandırıp aracımıza biniş günü geldi. Genel olarak baktığımda New York hayatta en azından bir kere gelinip görülmesi gereken bir şehir. Hayatın akışını tatmak ve keyfini çıkarmak için bir haftalık bir süre oldukça bize yetmişti.

Bir başka gezi yazımda görüşmek üzere,
Sevgiyle:)

 

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı