Her Sabah Denizin Üzerinde Uyanmak: Mavi Yolculuk

Yıllardır dünyayı geziyorum. 100’e yakın ülke, 500’ün üzerinde şehir, köy, kasaba gördüm. Ama her zaman ülkemizin dünyanın en güzel yeri olduğunu hep söylerim. Özellikle de yaz aylarında çok fazla yurt dışı seyahati yapmayı istemiyor ve denize yakın olmayı seviyorum. Denizlerle çevrili ülkemizin kıyıları bir dantel gibi, maviyle yeşilin sarmaş dolaş olduğu, mavinin her tonunu, turkuazın en güzelini görebileceğiniz koylarla adeta bir cennet. Güzel ülkemin her bir köşesi ayrı bir cennet, tabiat güzellikleri yanı sıra tarih kokan ülkeme Tanrı her güzelliği bahşetmiş. Bence denizlerin en mavisi bizim. Söyleyen ne güzel söylemiş; Mavi Yolculuk… Mavilerin üzerinde muhteşem renklerin içine süzülerek, rüzgârı yüzünüzde hissederek yol almak, ne muhteşem bir yolculuktur. Ne güzeldir her sabah denizin üzerinde uyanmak, yüzünü denizde yıkamak, sonrasında harika kahvaltı bambaşka bir keyif. Bir de anlaşan, sevgi dolu bir grupla oldunuz mu en güzel tatildir mavi yolculuk.  
Biz ülkemizi, dünyayı, ülkemizdeki ve dünyadaki dünya miraslarını gezen küçük bir grup gezgin aynı zamanda da bir mavi yolculuk sevdalısıyız ve her Eylül mavinin yeşille kucaklaştığı cennet koylarda doyasıya deniz ve güneşin keyfini çıkarıyor, bir sonraki gezimize kadar bize yetecek kadar gülüyor ve eğleniyoruz. Her akşam başka bir konsept, komiklikler ve sürprizler vardır gezilerimizde; şarkılar söylüyor, dans ediyoruz, çocukluk günlerimizden kalma sessiz film gibi oyunlarla tekrar çocuk oluyoruz.

Tatil bana göre koca bir yılın yorgunluğunu atmak için bedenen dinlenirken, ruhumuzu coşturmayı da ihmal etmemektir. Gülmek çok güzel, dostlarla olmak çok keyifli, deniz, güneş, mis gibi çam havası, iyot kokusu ise hayat... 
 
Teknemiz “Serenad” 27 metre uzunluğunda, 7,30 metre genişliğinde keyifli bir tekne. Bodrum'dan yola çıkarak, birçok kez gittiğimiz Hisarönü Körfezi'ne, daha önce girmediğimiz koylara demir atacağız. Hisarönü Körfezi’ne gitmeyi planladık ama tabii hava durumuna göre rotayı kaptanımız bırakıyoruz. Kaptanımız Mustafa Uyan, Atlas Okyanus’unu geçmiş, 2008 yılından beri kaptanlık yapan oldukça tecrübeli. Tekneye biner binmez rotamızı belirliyoruz, ama son gün çıkacak fırtınadan haberimiz henüz yok.

İlk durağımız KNİDOS, denizin tarihle kucak kucağa olduğu güzel bir koy. Tarihin büyük astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus (geliştirdiği ve dönemin büyük buluşu olan güneş saati görülebilir), öğrencileriyle birlikte zamanının ikinci büyük tıp okulunu Knidos’ta kurmuş olan Doktor Euryphon, ünlü ressam Plygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos da yaşamış olduğu tarihi bir mekân. Tarihçi Strabon kenti kıyıdan Akrapolis’e doğru yükselen bir tiyatroya benzetir. İç ve dış limanı ikiye ayıran yarımada üzerinde özel binalar, iç limanın üzerinden Akropolis’e hafif bir eğimle yükselen yamaçlarda oluşturulan setlerde binalar kurulmuş. Biri 20.000 diğeri 5.000 kapasiteli iki tiyatrosu var. Güneyde, ticari limanın yakınındaki küçük, Akropol’deki büyük tiyatro ise, taşları ve mermerleri 19. yüzyılda gemilerle götürüldüğü için bugüne ulaşamamış. Kuzey ve güneye hâkim konumdaki, çapı 17 metre olan Afrodit Tapınağı’nın ortasındaki, dünyadaki ilk çıplak kadın heykeli olması bakımından önemli olan Afrodit heykeli çalınmış ya da bir şekilde ortadan kaybolmuş, bugün sadece kaidesi görülüyor. Değerlerimizin kıymetini bilememişiz.
 
Güneyde halen ayakta olan kontrol kulesi ve eskilerde büyük ve ticari gemilerin yanaştığı güney liman şimdilerde gezi teknelerinin ve yelkenli tekneler tarafından rağbet gören, suyu oldukça serin ama çok güzel bir koydur Knidos.

Datça yarımadasına doğru yol alıyoruz, ilk gecelememiz İNCEBURUN KOYU’nda, dar ve ince bir yarımadanın arkasında saklanmış güzel bir koy, etraf çam ormanlarıyla kaplı olduğu için arısı oldukça bol (tabiatı korumak adına arıları öldürmek yerine, arılardan korunmak için Türk kahvesi yakmak iyi bir çözüm oluyor).
 
Knidos’tan Datça’ya uzanan rota üzerinde oldukça popüler ve canlı, denizi muhteşem, rüzgârlara kapalı, Mesudiye’ye bağlı bir koy HAYITBÜKÜ. İsmini burada yetişen palamut ağaçlarından alan, bir de yat ve tekne barınağı bulunan PALAMUTBÜKÜ’nün denizi tertemiz ve çok berrak. Bu yörenin başka hiçbir yörede bulunmayan iri bademi, zeytinyağı, harika balı, mis kokulu kekik ve diğer şifalı bitkileri de oldukça ünlü. 2 kilometre uzunluğundaki kum ve çakıl karışımı kumsalı olan, deniz kenarındaki balık lokantaları, çay bahçeleri ile doğallığını hala koruyan ve fazla yapılaşmanın olmadığı bu güzel yer dilerim hep böyle doğal ve bakir kalır.

Datça’nın arka tarafında Datça'nın diğer bir cennet mekânı, yine yeşille mavinin kucaklaştığı AKTUR KOYU, suyu berrak, tertemiz, popüler koylardan. Çiftlik ve Kovanlık Koyları arasında yer alan ufacık bir yarımada cennetten bir köşe.

Hisarönü Körfezi’nin Gökova Körfezi’ne en yakın olduğu, adeta saklı bir cennet olan BENCİK Koyu’nda bir gece geçirmeden olmaz elbette. Burası yemyeşil bir dekor altında sanki bir havuz. Datça yarımadasının en dar noktasında, bir tarafı Hisarönü, diğer tarafı Gökova Körfezi. Darlığından dolayı guletler koyun en derinlerine kadar giremiyor ama yelkenli tekne ile gittiyseniz ya da teknenizin botu ile koyun en derinlerine giderseniz rüzgâr size doğru esiyorsa Gökova'nın dalga seslerini duymaktan keyif alacağınız kesin.
 
Bencik’ten yaklaşık 20 dakika yürürseniz Gökova’nın Bördübet Koyu girişine ulaşabilirsiniz. Ancak bu kadar kapalı bir koy ve teknenin demirlediği bir koy olunca yüzmek için çok temiz değil. Sabah demir alıyor ve koyun girişindeki "Dişlice Ada"nın sarp kayalarına bağlanıyor, kahvaltı öncesi denizle kucaklaşarak güzel bir kahvaltıyı hak ediyoruz.

Rotamızda ORHANİYE koyu var. Hisarönü Körfezi'nin sonunda yer alan bu eski Rum köyünün antik ismi Baybassos. Bu koydaki enteresan bir oluşum köyün de simgesi olmuş. Denize doğru 600 metrelik dil gibi uzanan ve gel-git olaylarında bir görünüp bir kaybolan kırmızı renkli, adına Kızkumu denilen, insanların yürüyerek dolaştığı, denizin ortasında yürünülen bir oluşum. Buranın ilginç bir hikâyesi, efsanesi de var elbette.

Efsaneye göre Baybassos Kralı'nın kızı güzel prenses ile bir balıkçı birbirlerine aşık olurlar. Kız geceleri sahile çıkıp kandille balıkçıya işaret verir ve balıkçı da karşı kıyıdan sandalıyla gelerek buluşurlar. Kral bunu zaman içerisinde öğrenerek bir gece kızını takip ettirerek balıkçının denizden geldiğini, kızının kumsalda onu beklediğini, beklediği yeri de elindeki bir ışıkla balıkçıya haber verdiğini öğrenir. Kral askerlerine kızını kumsalda yakalayıp elindeki ışığı alarak balıkçıya işaret vermelerini ve balıkçıyı yakalamalarını emreder. Denilen yapılır. Balıkçı karşı kıyıdan ışığı gördüğü anda atlar kayığına, kürek çekmeye başlar. Kız askerlerin elinden kurtulup denizin ortasındaki delikanlıya doğru koşmaya başladığı anda bir mucize gerçekleşir ve kızın her adım attığı deniz anında kumsala dönüşür. Arkadan koşan askerlerin üzerlerindeki ağırlık onları suya batırdığı anda bir asker ok ve yayına sarılır. Amacı delikanlıyı vurmaktır ama ok kıza saplanır. Efsaneye göre de kumların rengi kızın kanıyla kırmızıya dönüşür. Delikanlı okla öldürülen prensesi alıp kayığıyla ortadan kaybolur ve bir daha ikisini de gören olmaz. Acıklı ama belki de mutlu sonla bitmiştir…

Bugün, tarihi boyunca balıkçılık ve teknecilik faaliyetleri için kullanılmış, dağların arasında,  yemyeşil, şirin bir köyün denizle buluştuğu SELİMİYE’deyiz. Burada bulunan balıkçı restoranları hayli ünlü, ancak biz bu sene karaya çıkmayarak, teknemizde bize müthiş lezzetli yemekler yapan Şef Serdar’ın yemeklerini yemeyi tercih ediyoruz.
 
Su gibi akıp giden, çok keyifli geçirdiğimiz, zamanın farkına varamadığımız mavi yolculuğumuzda dönüşe geçtik bile. Bugün Hisarönü Körfezi’nin güney burnunun ucundaki DİRSEK BÜKÜ’ndeyiz, bu muhteşem koyda denizin dibindeki taşı, kayayı, hatta canlıları bile çıplak göz ile seçebilmek çok etkileyici.

Sabah motor sesiyle uyanıyoruz, fırtına olasılığı yüksek olduğundan kaptanımız erkenden yol alıp ölü dalgalardan etkilenmemek ve fırtına patlamadan Datça Limanına girmek istediği için yola koyulmuş bile. Biraz sallanmakla birlikte fırtınadan fazla etkilenmiyoruz. Sonuçta çoğumuz denizci ve yelkenciyiz. Çok keyifli ve güzel geçen bir haftadan sonra fırtına bile keyfimizi kaçıramıyor. Zaten gezimizin de son günü.
 
Girdiğimiz her koy ayrı bir güzellikteydi. Kimi yerde deniz turkuaz, su yeşili, kimi yerde lacivertin en koyusuyla kucaklaştık, engin sularda özgürce kulaç atarak yardık suları, doyasıya eğlendik, güldük, dans ettik, şarkılar söyledik.
 Hiç “Mavi Yolculuk” yapmadıysanız şiddetle tavsiye ediyorum, ancak çok sevdiğiniz, anlaştığınız bir grupla çıkın yola. Eminim çok ama çok keyif alacaksınız.

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.