İstanbul'da doğmuş, büyümüş ya da hayatını idame ettirmek zorunda kalanlar büyük başın derdinin de büyük olduğunu en iyi bilenlerdir. Her yere koşarak yetişmek zorunda olmak ve buna rağmen geç kalmak, karmaşası, etnik farklılıkların mükemmeliyetinin farkında olunmasına bile zamanın olmaması, parayla pulla işi olmayan, ''huzur her şeyden pahalıdır bu hayatta'' diye düşünen ve bunu idrak eden benim ''emekli ruhuna sahip genç işçiyim'' diyerek gezinmemi sağlaması çok doğal tabi ama gitmemiş, görmemiş, gezmemiş olmama rağmen başka bir şehre aşık olmak biraz da platonikti galiba...
Yurdumuzun coğrafi bölgeleri arasında dağlar kıyıya dik uzanır diye hatırladığımız Ege'de yer alan sarıp sarmalanmayı, sevgiyle kucaklaşmayı hak eden, ''ben bir turkuaza dalıp geleceğim'' diyebileceğiniz ve denizin ölüsünün bile makbül olduğunu kavrayabildiğiniz, yıllardır "hayallerimin şehri" tacına sahip Muğla ve sevimli ilçesi Fethiye...
Akvaryum Koyu: Çok derin olmasına rağmen denizin dibindeki taşları sayabilmenin verdiği mutluluk
Hepimizin bedenen ve manen fazlasıyla yorulduğu belli dönemler olur, bilirsiniz. Yaptıklarımdan hoşnut değildim, yapmak istediklerime de gücüm yoktu. Ayak bastığım dünya beni tatmin etmeyince uçmaya karar verdim :) İnternetten paraşüt ile ilgili kısa bir araştırma yaparken Babadağ'a çarptım, Muğla ve Fethiye ile karşılaştım yine artık vakti zamanı geldi diyerek; oteldi, yapılacaklar listesiydi, otobüs biletleriydi, tatil tarihi derken hoooopppp Welcome to Muğla :)
Not: Özellikle otobüsle gitmek istedim, iklim değişiklikleri, bitki örtüsü farklılıları, gün batımı ve güneşin doğuşuna tanıklık etmeyi seviyorum çünkü ;)
*Yamaç Paraşütü: Babadağ sandığınızdan daha baba gerçekten... Paraşütler, Ölüdeniz' in üzerinde raks ederek süzülüyorlar, çok sayıda paraşüt olduğundan yalnız değilsiniz düşüncesi size güven ve cesaret verebilir, buna ihtiyacınızın olacağı kanatindeyim. Muhteşem turkuaza bir de yukardan bakmayı ölmeden önce yapılacaklar listenize dahil edin derim, zira benim listemde :)
*Saklıkent Safari Turu: Keçi çobanı tarafından keşfedilen dünyadaki cennet... Saklıkent'i dolu dolu gezmek isterim diyorsanız minibüs ile ulaşım mümkün ancak Ölüdeniz'de sıralanmış tur şirketleri ile mutlaka safari deneyimine de sahip olmalısınız. Tüm yerli halkın dahil olduğu su savaşlarında çok eğleneceksiniz. Güzargah üzerinde uğrayıp yemek yiyeceğiniz Yakapark'ta bulunan tesiste buzdolabı kullanılmıyor nedeni ise dağlardan gelen kar suyunun tesis genelinde soğutma ihtiyacını karşılaması... "Ben o suda 5 dakika durdum" gittiğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız ;) Sonrasında Saklıkent'e ulaşıyorsunuz.
Maalesef buradaki zaman kısıtlı ve ilk geçmek zorunda kaldığınız buz gibi yoğun akıntılı su sizi korkutmasın ilk zorluğu atlattıktan sonra harika bir manzara ile karşılaşacaksınız. Yüksekliklerin birbiri üzerindeki gölgesine bile aşık olabilirsiniz, sedefli taşlar beni çok etkiledi mesela ve kesinlikle sadece kanyonu gezmek için tekrar gidebilirim. Ben Saklıkent Kanyonu'nda kısa bir turlamadan sonra raftinge dahil oldum kesinlikle çok eğlenceli onca yolu kendi çabamla gelmeme rağmen son dakika kalabalığın bizi karşıladığı noktada takılıp kurtarılmak zorunda kalmasaydım iyiydi tabi :)
Ben o rafting kıyafetleriyle bildiğiniz atom karıncaydım :) Safari turunda en pişman olduğum ve tekrar katılmak istesemde yapmayacağım tek şey çamur banyosu... Heee yapılır yapılmasına ama ben "faydalıdır faydalı" deyip saçıma kadar sürünce arınma aşamasında sıkıntı oldu tabi :)
*Tekne Turu: ''Ben denize girdim zaten bu yaşıma kadar'' cümlesini heba ettiğinizi algılamanın en geçerli yolu tekne turuna çıkmak olabilir çünkü her koy birbirinden güzel, turkuaz size kucak açmış beklerken reddetmek pek mümkün olmuyor ve her fırsatta balıklama suda buluyorsunuz kendinizi :) Denizin dibindeki taşları sayarken bile nasıl oluyorda metrelerden bahsedildiğine şaşıracaksınız zira ben hala bunu düşünüyorum varın siz düşünün suyun temizliğini, berraklığını ve rengini...
*Fethiye Merkez ve Semt Pazarı: Dönüşe geçtiğimde otelden çıktıktan sonra otobüs saatime kadar 9 saat vardı dolayısıyla ilçe merkezini keşfetmek istedim. Marina ve yakınındaki çarşı da hemen her markayı bulabiliyorsunuz ve hediyelik eşya için oldukça bol çeşit bulunuyor, üstelik her bütçeye uygun. Hani internette denk geldiğimiz ve "ayyyy ne kadar güzeeel" dediğimiz o şemsiyelerle kaplı sokaklar var ya işte tam da bundan var burada... Renksiz hayatlarımıza rengarenk bir bakış açısı, yağmurdan değil güneşten sakınmak için mükemmel bir renk cümbüşü... Ve semt pazarı... Pazarları samimiyetin canlı tutulduğu yerler olarak görmüşümdür zaten her zaman ve çok severim oradaki hareketliliği... Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu satıcılar anlıyorlar zaten yerlisi olmadığınızı ve herkes bir yandan gel kuzum gel, al bir parça tadına bak sonra ister al ister alma ama önce tadına bak diyor :) Kuzumsuz konuşmayan teyzeler bahçelerinde hangi üründen ne kadar varsa toplamış getirmiş sebze ve meyvelerin gerçekten organik tadını unutmuş olduğunuzu fark edebilirsiniz.
Belki dünyayı yeniden keşfetmedim ama kendi dünyamı keşfettim Muğla'da. Hayallerimin şehri, hayatımın gerçeği olması dileğiyle... Bir başka gezide görüşmek üzere ;)