Gitmeden önce bu kadar seveceğimi düşünmezdim dediğim bir şehirden bahsetmek istiyorum sizlere: Londra!
Bulduğumuz uygun bilet fiyatları ile İstanbul havalimanından yola çıktık ve Londra Stansted Havalimanı'nda indi uçağımız. İlk iş olarak bir haftalık tren-otobüs-metro araçlarının hepsini özellikle keyifle bindiğimiz iki katlı otobüsleri kapsayan (Zone 1-2 bölgesi) Oyster kartlarımızı aldık. Gezi rotanıza göre seçeceğiniz bölgeler içerisinde merkezden çok uzaklaşmayacaksanız Zone 1-2 yeterli oluyor. Ek olarak şehir merkezine giden otobüse binmek için birer bilet daha aldık. Havalimanından merkeze götüren bu tek seferlik biletler ana biletimizdeki bölge dışında kalıyor. Biz giderken grevden dolayı tren hattının kapalı olması sebebiyle otobüsü tercih ettik. Tatilimizin sonunda havalimanına dönüşte treni kullandık.
İlk gün otelimize yerleştik. Capthorne Tara Hotel Kensington, tam merkezde olmamasına rağmen Zone 1-2 bölgesinde olup fiyat-performans açısından tercih edilebilir, rahat, büyük ve temiz bir oteldi. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra ilk olarak Fish&Cips yemek için yola koyulduk. Lezzetli ve esnaf lokantası tadında olan Popies isimli mekanda en çok tercih edilen tabaklardan (Cod ve Haddock, ilki küçük ikincisi biraz daha büyük bir balıktan oluşuyor) aldık. Biraz tuzsuzdu fakat lezizdi. Özellikle yanında verdikleri mayonez karışımı harikaydı.
Gecenin devamında, biletlerini çok önceden almış olduğumuz Her Majesty Theatre’da gösterimde olan The Phantom of Opera’yı izlemeye gittik. Londra’da herhangi bir etkinliğe katılmayı, gösteriyi izlemeyi düşünüyorsanız biletlerinizi mutlaka önceden almanız gerekiyor. Şehrin her yanında bir sürü sanatsal aktivite, gösteri, tiyatro, müzikal var fakat insanlar o kadar aktif ki önceden almadığınız durumda tüm yerlerin biletlerinin satılmış olduğunu göreceksiniz.
Ertesi gün kahvaltımızı çok lezzetli bir mekanda yaptık: The Locals Chelsea. “Ham and Cheese” tostları boyut ve içerik olarak doyurucu ve lezzetli olsa da yanında mutlaka bir tane siyah ekmekli “Eggs Benedict” denemelisiniz. Ben böyle bir lezzeti daha önce tatmadım. Muazzamdı!
Kahvaltıdan sonra hava güzel olduğu için St. James Park’ta biraz yürüdük ve sincapları besledik. Yol bizi London Eye isimli Londra’nın ikonik simgelerinden biri olan dev dönme dolaba getirdi. Binmek yerine dışardan izlemeyi tercih ettik. Dönme dolapta binilen yerleri iki kişilik oturmalı yerler olarak hayal etmiştim ne yazık ki kapsül şeklinde grup olarak tasarlanmış bir yapıymış.
Yolumuzun devamında Covent Garden’a gittik. Burada The Roof Bar adında bir mekanda şehir manzarasının çok iyi görüldüğü söylenmişti. Bir şeyler içmek oturduk fakat ne yazık ki umduğumuz manzarayı bulamadık. Belki havadan dolayı şehrin fazlasıyla gri olmasından kaynaklanıyordu bilmiyorum. Önerebileceğim bir mekan değildi.
Sırada Londra’nın bir diğer ikonik simgesi haline gelen Big Ben vardı. Kimilerine göre yangın sonrası yeniden inşa sürecinin arkasındaki isimlerden biri olan Sir Benjamin Hall’un geniş cüssesine ithafen almış Big Ben ismini, kimilerine göre ise zamanının ağır sıklet boks şampiyonu Benjamin Caunt’un Big Ben isimli lakabına ithafen…
İçeri girmeden dışardan incelemeyi tercih ettik, tüm yapı oldukça görkemli görünüyordu.
Akşam olduğunda yemeğimizi Happy isimli bir zincir restorantta yedik. Et ağırlıklı menüsü oldukça lezzetliydi. Damak tadınıza uygun bir şeyler bulabilirsiniz eminim, hepsi çok lezzetli görünüyordu. Belki girişinde biraz sıra olabiliyor fakat hızlı ilerlediği için gözünüzü korkutmasın.
Üçüncü gün kahvaltı mekanımız Paris’in meşhur kruvasancısının Paris dışında ilk yeri olan Londra “Cedric Grolet at The Berkeley”e geldik. Her şeyin toz pembe, kibar ve saray ihtişamında olduğu güzel bir mekandı. Tuvaletinden, görevlisine kadar bir kruvasan yemeye gelmiş olmanıza rağmen kendinizi özel hissediyorsunuz. Kruvasanlar çok mu mükemmeldi diye merak edenlere, eminim daha güzellerini yemişsinizdir şeklinde samimi bir cevap verebilirim. Fakat buraya kendinizi şımartmak ve görsel açıdan keyif almak için gelmelisiniz.
Kahvaltı sonrası British Museum’a doğru yola koyulduk. Londra’nın en güzel özelliklerinden bir tanesi milli müzelerin ücretsiz olması. Ücretsiz olmasına rağmen gitmeden önce mutlaka rezervasyon yapmanızı öneriyorum.
British Museum oldukça büyük bir müze, her çeşit uygarlığa ev sahipliği yapmış bir yer. En çok ilgimizi çeken mumya ve Budizm kültürüne ait odalar oldu. Girişte önemli noktaların işaretlenmiş olduğu bir harita alarak verimli bir şekilde gezmenizi tavsiye ederim. Bu şekilde bile en az bir yarım gününüzü alacaktır.
Müze çıkışında Honest isimli bir burgerciye gittik. Oldukça lezzetli hamburgerleri vardı. İşletme sahibi de Türk çıktı:)
Günün sonunda Sherlock Holmes’un evinin olduğu Baker Street’e gittik. Özel bir müze olduğu için burası ücretli idi. Yanında da küçük bir hediyelik eşya dükkanı bulunuyor.
Dönüşte bir barda bir şeyler içtikten sonra değişiklik olması için bir Vietnam Mutfağının olduğu restorana oturduk. Yemekler lezzetli ve mekan düzgün güzeldi. İlginizi çekerse önerebilirim: Cay Tre Soho.
Dördüncü gün klasik İngiliz kahvaltısı konseptini tatmak için şehrin biraz dışında kalan “Truth” isimli bir kahvaltı yerine geldik. Mükemmel bir “English Breakfast” sipariş ettim. Tam hayal ettiğim gibi, pastırmalı, tatlı fasulyeli, yumurtalı, kroket ve sosisliydi. Oldukça tatlı bir mekandı ve kahvaltı mükemmeldi. Burada içtiğim sıcak çikolatayı da önermek istiyorum çünkü çok lezzetliydi.
Günün devamında Londra sokaklarında gezip Carnaby Caddesi'nde alışveriş için mağazalara baktık. Eğer alışveriş yapma niyetiniz varsa kullandığınız marka ürünlerin outlet mağazası olan T-Max’e mutlaka gitmelisiniz. Orijinal ürünlerin outlet fiyatlarıyla satılması sonucu para birimi çevriminde bile daha uygun fiyata geliyor çoğu ürün.
Mağaza gezmesinden sonra Brewdog Growler Club isimli büyük bir bara oturduk. Buranın özelliği de görüp görebileceğiniz her çeşit biraya ev sahipliği yapıyor olması. Tüm biraları nasıl tadacağım diye endişeleniyorsanız 4lü minik tadım bira menüsü almanızı öneririm:)
Günü tamamlarken ünlü ressamların eserlerinin yer aldığı Tate Modern’e de uğradık. Bulunduğumuz tarihte Cezanne’ın eserlerinin yer aldığı ayrı bir alan bulunuyordu ve kalan tüm yerlerde modern sanat eserleri sergileniyordu. İlgili olanlar için gidip görülmesi gereken bir yer.
Geceyi açık alan bir cafede tamamladık. Alpine Lodge isimli bu alan açık bir meydanda yer alıyor ve siparişlerinizi direk online alıp ödeyerek masanıza isteyebiliyorsunuz. Aynı zamanda alanda yer alan Churros arabalarından da enfes kokular geliyor. Değişiklik arayanlar için havanın sıcak olduğu bir zaman diliminde önerebileceğim bir açık alan mekanı.
Londra’daki son günümüzde hava da güzel olunca yanımıza sandviçlerimizi alıp Hyde Park’a gitmeye karar verdik. Paris Baguette’den aldığımız çeşit çeşit sandviçler tam parmak yedirten cinstendi. Hatta yolculuk günümüzde yine buradan yanımıza sandviç aldık kahvaltı için. Sandviçleri güzel olmasına rağmen kahveleri çok tatmin etmedi. Bardakları az dolduruyorlardı ve bardak yapısı içmek için konforlu değildi. Buradan damak tadınıza göre sandviç almanızı ve ayrıca mutlaka içi badem ezmesi dolu bademli kruvasanlardan yemenizi öneririm.
Hyde Park’ta gezdikten sonra köprüleri görmek için yola koyulduk ve meşhur London Bridge’ı ziyaret ettik. İnternetten saatlerine bakarsanız köprünün tam açılma saatlerine denk gelebilirsiniz. Biz yakalayamadık ne yazık ki…
Ve güne yine alışverişle, mağazalara bakarak devam ettik. Birer yorgunluk birasını Soho bölgesinde bir İngiliz barında içtikten sonra akşam yemeği için son gecemizi yine Happy’de geçirdik. Geceyi L’eto isimli meşhur pastanede kapatmaya karar verdik. Girişte uzun bir sıra vardı ve vitrinde harika görünen tatlılar bulunuyordu. Tatlılarının tadı görüntüsü kadar güzel gelmedi bana belki ilerde yeniden denerim ve kararım değişir fakat şimdilik önerebileceğim bir pastane değil.
Ertesi gün yola koyulmak üzere otelimize döndük ve genel olarak baktığımda Londra, gitmeden önce bu kadar eğlenceli, keyifli, canlı bir şehir olacağını tahmin edemeyeceğim bir yerdi. Gittikten sonra ise yeniden gitmek isteyeceğim çok beğendiğim bir şehir oldu. Umarım yine gelebiliriz.
Keyifli gezmeler,
Sevgiyle.