Neredeyse 24 saat süren bir yolculuktu. Almati'dan Abudabi'ye oradan Bahreyn'e ve en son Pakistan'ın Lahor şehrine ulaştım. Seyahatim boyunca farklı milletlerden bir sürü insanla tanıştım. Havaalanına indikten sonra pasaport kontrolü için nereye sıraya gireceğimi tam olarak bilemedim. O esnada orada bulunan güvenliğe sordum. Sert ve umursamaz ifadeler ile cevap verdi. Sonra nereli olduğumu sordu Türkiye deyince -ooo welcome bro (hoşgeldin kardeşim) diye tavrını değiştirdi ayrı bir ilgi ve alaka göstermeye başladı. Birkaç defa Türkiye’yi çok sevdiğini saygı duyduğunu söyledi. Pakistan’da bulunduğum süre içerisinde çok defa buna benzer tepkilerle karşılaştım. Seyahat ettiğim ülkeler içerisinde Türkiye’ye en sıcak ve kardeşçe yaklaşan ülke Pakistan’dı. Herşey çok keyifliydi... Ama neredeyse hiç uyumamış olmanın verdiği yorgunlukla rahat bir yatak ve serin bir oda hayali kuruyordum. Havaalanından çıkıp o cehennem sıcağını yüzümde hissedince bunun pek mümkün olmayacağını az çok hissetmiştim aslında hayatımda daha önce böyle yoğun ve bunaltıcı bir sıcak hiç müşahade etmedim.
Pakistan’da ilk günüm ve ilk odam
Eşyalarımı indirdikten sonra istirahat etmek için odamın hazır olduğunu söylediler. Odaya girdim boştu. Yani bana göre boş bir odaydı. Sonra zamanla farkettim oda boş değildi. Odanın ortasına 2 kat serilmiş bir yer yatağı ve yastık vardı. Pencerenin kenarında büyük boyutlarda bir pervane vardı. Dışardaki sıcaklığı içeri üfleyen bunu da bir uçak pervanesi gibi gürültü çıkararak yapan bir serinleme aygıtı. Müsafirhanenin içerisi o kadar sıcak ki bırakın uyuyup istirahat etmeyi nefes bile alınamayacak durumda. Odaya kadar bana eşlik eden Pakistanlı arkadaş kırık bir Türkçe ile odada banyo olduğunu söyledi. Sevindim... Önce istirahat edeyim sonra duş alırım diye düşündüm. 30 parçaya bölünen bir uyku ile 2 saat kadar cebelleştim. Kalktığımda o devasa pervaneye rağmen müthiş terlemiş 3 kilo su kaybetmiştim. Hevesle girdim banyoya gıcırtıyla çevirdim su vanasını. Gııy gıııy gıııyk... ŞIP...
Birkaç damla damladıktan sonra puff bir hava sesi ve o anda elektirikler de kesildi. Çıktım yer yatağımın üzerine oturdum dışarıyı seyrettim. Bu tür zorluklara aslında çok da yabancı biri değilim. Az çok hamurumuz köyde yoğuruldu. Ama buradaki şartlar zorluğun da ötesinde. Şikayet etmedim etmem de... Madem ben böyle bir yol seçtim kendime. Madem ki dünyanın bi ucuna sırtımda çantam boynumda fotoğraf makinamla gidiyorum bunlara hazır olmalıydım. Pakistan'ı sevdim. Zorluk olan yerde daha çok güzellik daha çok rahmet vardır.
Gayri resmi olarak 200 milyon olduğu söylenen bir nüfus ile dünyanın en kalabalık 6. ülkesidir Pakistan. Ülkenin küçük bir bölümündeki Himalaya uzantıları haricinde dümdüz bir tarım ülkesi... Muson yağmurlarının bereketi ve güneşin olgunlaştırıcı sıcağı ile son derece verimli toprakları var. Bir yıl içerisinde 2-3 defa hasat yapılabiliyor. Tam olarak 100 yıl Hindistan’la beraber İngiliz sömürgesi altına kalmış. 1947'de İngiliz sömürgesindeki Hindistan'dan, yaşanan kanlı bir mücadele sonrası ayrılarak 14 Ağustos 1947'de bağımsızlığını ilan etmiş. Hala Hindistan ile süregelen bir takım sınır anlaşmazlıkları mevcut.
Fatih Sultan Mehmet logolu Urdu şirketi
İlginç bir ayrıntı daha dikkatimi çekmişti. İslamabad şehrinde röportaj yapmak üzere bir işadamını bekliyordum. Beklediğim noktada tabelada Fatih Sultan Mehmed Han’ın bir portresini gördüm şaşırdım. Sordum bunu niye buraya koydular diye. Kumaş halı firmasının logolarıymış. Bir Türk firması değil Pakistanlı bir şirket Fatih Sultan Mehmed’in portresini kendi logoları olarak kullanıyor. Ne hoş bir güzellik.
PAK-I STAN iki ayrı kelimeden oluşuyor. Stan, konum-yer bildiren kelimedir. Orta Asya ülkelerinin bir çoğunda kullanılıyor. Kazak-I Stan yani Kazakların yeri memleketi anlamında. Pak-i Stan ise Pak temiz insanların memleketi anlamında söylenmiş. Ayrıca 5 ayrı eyaletin baş harflerinden oluşuyor. Gerçekten Pakistan insanlarının yüreklerindeki temizliği saflığı görebiliyor insan. Çok samimi insanlar, yaşayış, kültür itibariyle Türklere çok benziyorlar ki akrabalık bağı olarak da aslında çok uzak değiller. Fakat ne yazık ki bugün Pakistan halkı 100 yıllık İngiliz sömürgesinin neticesi olarak çok zebil ve zelil bir hayat yaşıyor. Bir çok şehirde alt yapı çok büyük bir sorun. Sokaklarda lağımlar, dereler açık akıyor.
Mesela bu fotoğrafta ülkenin büyük nehirlerinden birini görüyorsunuz. Bu nehirde aynı yerde camışlar suya girip serinliyor bir yandan insanlar çamaşır ve bulaşıklarını yıkıyor bir yandan arabalarını yıkıyorlar ve bir yandan da çoluk çocuk suya girip serinliyor.
Kültürel olarak Hindistan ile çok benzer motiflere sahip bir ülke Pakistan. Renkli kıyafetleri, beden dillerini kullanış biçimleri, dans ederken sergiledikleri figürler, müziklerindeki nameler ve enstrümanlar… Sanki bir Hint filmi izliyormuş hissi veriyor. Bunu Hindistanla ortak bir kültürün göstergesi olarak görebiliyoruz.Mesela kamyon alan bir kimse kamyonu kullanmaya başlamadan önce modifyeciye bırakıp aylarca süslenmesini bekliyor. Üstelik bu kamyon süsleme öyle basit bir süsleme değil. Her bir ayrıntısına tek tek el işçiliği ile dokunuluyor kamyonun. Kamyonun önüne ve arkasına ziller çanlar bağlanıyor. Normal kapıları sökülüp tamamen ahşaptan yapılma son derece görkemli kapılar takılıyor. Hatta kamyonuna ahşap kapı taktırmayanlara fakir veya zevksiz gözüyle bakılıyormuş. Bu süsleme olayı sadece kamyonlarda değil minibüsten traktöre her taşıtta aynı hassasiyette öne çıkıyor.
Kamyon süsleme sanatı
Sokaklarda çok ince kültürün ürünlerini görebilirsiniz. Kapılardaki motifler kapı kirişlerindeki ayrıntılar islami yapılardaki ihtişam göz dolduruyor. Mutlaka her sokakta ve her bir köşede sülüs hat sanatı ile yazılmış enfes yazılar şiirler ve ayet-I kerimeler görebilirsiniz. Biz de yolun kenarında çimlere basmayınız yazan tabelalar gibi yol kenarında tabelalarda ayetler hadisler yazıyor ve bunların ekseriyatı tamamen el yazısı ile oluşturulmuş. Yani hat sanatına ve edebiyata azami özen gösteriyorlar.
4 farklı ülkede aynı kültürün ürünü ''SAMSA''
Pakistanlılar kesinlikle ağızlarının tadını biliyorlar. Türkiye’ye göre aşırı derece baharatlı yemekler yapıyorlar alışkın olmayan biri için ağır olabilir. Ama kesinlikle iştah açıcı yemekler. Yakaladığım ilginç bir ayrıntı var. Türkiye’ye samsa tatlısı dediğimiz bir tatlı var. Şekil itibariyle 3 gen şeklinde içine ceviz fıstık konan şerbetli bir tatlı. Aynı tatlının içine patates ve et koyarak poğaça şekline pakistanda satıyorlar ve adı "samosa" ve yine aynı şekil aynı görüntü benzer bir tat ile bu yiyeceği Kazakistan’da da satıyorlar. İsmi "SAMSA" ve aralarında yüzlerce kilometre olan bu 3 ülkenin kültürel bağlarını böylesine derinden müşahade edebilmek ne güzel.
Mübalağa yapmadan söylüyorum yolculuğumuz esnasında her 100-200 metrede bir Coca Cola ve Pepsi dükkanlarını görüyoruz. İnsanların ciğerine kadar işlemişler. Dağlardaki mülteci kamplarında dahi aynı reklamı görüyoruz. İçecek bir şey ister misiniz dediklerinde ne içeceğimiz sorulmadan kola veya fanta getiriliyor. Üstelik sütlü çayları meşhur olmasına ragmen. Mesela yukarıdaki fotoğrafta Coca Cola "vallahi hayrun razigin" ayeti kerimesi eşliğinde sunuluyor bizlere. Böylece sömürünün üzücü izleriyle sık sık karşılaşıyoruz.
Damarlardaki kapitalizm
Her şeye ragmen hayatımın en güzel tecrübelerinden birini yaşadım diyebilirim. Pakistan güzel bir ülke, insanları güzel insanlar. Osmanlının son zamanlarında ve Kurtuluş Savaşı'nda bizlere yaptıkları yardımları unutmak mümkün değil. Bir kez daha onlara minnet ve şükran ile saygılarımı sunuyorum. Seyahatim esnasında bana rehberlik eden ve maddi manevi her türlü desteği sağlayan İpek Yolu Orta Asya derneğine de çok teşekkür ederim.
Pakistan - Lahor - Padişah Camii