Yaşam Kalitesi Yüksek Şehir: Bilbao

İspanya'ya ilk kez Bilbao'dan ayak bastım. Öyle denk geldi.

Ünlü Valencialı mimar Santiago Calatrava tarafından inşa edilmiş modern Paloma Havaalanı tahmin edilenden çok daha küçük.

Ben bu modern sanattan gerçekten hiçbir şey anlamıyorum. Bilenler; anlaman gerekmiyor, keyfini çıkarmaya bak diyorlar. Ancak olmuyor. Bu Calatrava ismini de verdiği üzere havaalanını beyaz bir kuş biçiminde inşa etmiş. Bir de üstelik kanatları da açıkmış. Ne kuş görebildim, ne de açık kanatlar… Her önünden, yanından geçtiğimizde sağdan, soldan inceledim yok göremedim. Burada mimarı mı yalancı çıkaracağım yani... Ben anlamıyorum.

Her Avrupa ülkesinde yaşanan olası terörist muamelesi buradaki gümrükte de başımıza geldi. Pasaportlarımız gereğinden uzun incelenip kontrol edildikten sonra içeri bırakıldık.

Her Yönüyle Enteresan Bir Müze: Guggenheim Müzesi

Bilbao, bir liman şehri olarak 15 Haziran 1300 yılında Diego Lopez De Haro tarafından kurulmuş. Şehir, İspanya'nın Bask özerkliğine son verildiği XIX. yüzyıl Karlist Savaşları’ndan sonra yakınlarındaki zengin demir madenleri sayesinde yaşanan sanayi devrimi ile büyük bir ekonomik üstünlük kazanmış. Ancak 1970-1980 yılları arasındaki büyük ekonomik kriz sırasında çok sayıda fabrika kapanmış. 1979'da Bask bölgesine özerklik statüsünün iade edilmesi ve İspanya'nın 1986'da Avrupa Birliği'ne girmesiyle bu eski sanayi şehrinde büyük bir değişim yaşanmış. Sanayi şehrinden modern, sanatsever ve yaşam kalitesi çok yüksek bir şehre dönüşür. Bunun için ilk adımı da Guggenheim Müzesi'ni kurmaya karar vererek başlamışlar.

Bu çerçevede Guggenheim Vakfı'na başvurulur; istekleri kabul edilir ve Frank O. Ghery tarafından tasarlanan müthiş görsel 1991 yılında atılan temelinden sonra 1997 yılında açılır. ABD'li bir vakıf olan Solomon R. GuggenheimVakfı'nın 5 müzesinden biridir.

Müzenin isim hakkı Guggenheim Vakfı'na, müze binası Bilbao'ya ait.

Kıvrık, dalgalı titanyum ve cam kullanımı sayesinde müze içinde yapay ışık yok denecek kadar az.

Müzenin 3 katta toplam 19 galeriden oluşan içi de en az dışı kadar olağanüstü. Bu galerilerden 130 metre uzunluğunda ve 30 metre uzunluğunda kolonsuz olarak inşa edileni sergi ve workshop alanları olarak kullanılmakta.

Biz oradayken en üst katta Yoko Ono'nun hayatından kesitler sunan bir sergi vardı. Klasik sergi düzeninin çok ötesindeydi! Öyle çerçeveler içine alınmış kıyafetler, notalar, el yazıları falan yoktu. Ama bir merdiven, yanında sallanan bir ayna vardı mesela... Bu çok önemliymiş. Merdivene çıkıp aynaya baktığında, aksinde “YES” okunuyormuş. Herhalde öyledir; çıkıp bakamadım! Lennon çıkmış, görmüş ve evlenmeye karar vermiş. Öyle diyorlar...

Bilbao sokaklarında serginin tanıtım afişleri

İçeride, özellikle sergi alanlarında fotoğraf çekmek kesinlikle yasak olduğundan gösterebilecek bir şeyim yok.

Aşağıdaki fotoğrafı bir ara katta çekebildim. Metrelerce yukarıdan aşağıya doğru boşlukta sallanıyorlardı.

Orta katta ise bir başka sergi vardı. Kocaman bir salonun ortasında tepeden sarkan bir balık ağı, içinde de bir top. Şimdi nedir bu yani? Ne elletiyorlar, ne fotoğraf çektiriyorlar. Ama yan salonda, aynı sanatçının yine balık ağlarından yapılmış oyun bahçesi gibi bir eserinin içinde çocuklar dolaşıp duruyorlardı.

Yok, çağdaş sanat bana göre hiç değil. Beni deli, sinirlerimi de alt üst ediyor. Bir tek mimaride hoşlanıyorum.

Müzeye giriş de bir başka ilginç. Bugüne kadar hiç bir müzeye inerek girmedim! Güven duygusuymuş. Sarıp sarmalıyormuş. Bu da yeni bir trend galiba. Kaldığımız otele de inerek girdik. Beni fazla etkilemedi, ama değişik geldi. Girerken iniyoruz, çıkarken çıkıyoruz!

Jeff Koons tarafından tasarlanmış dev boyuttaki köpek ise müzenin önünde gelenlerin ilgi odağı. Yılda iki kere çiçekleri yenileniyormuş.

Bir söyleme göre, müze bu yavru köpeğin kulübesiymiş : )


Yine bir Jeff Koons tasarımı laleler

Müzenin arkasındaki yürüme yolundaki bronz Maman, Louise Bourgeois serisine ait. Yine dev boyutlarda yapılan bu örümceğin altına girdiğinde güven, karşıdan baktığında korku duyuyormuşsun. Denemedim.

Aslen Kanadalı olan Louise Bourgeois'in Ottawa Modern Sanatlar Müzesi önündeki örümceği 2010 yılında tarafımdan çekilmişti.

Bilbao'da 4 gün boyunca Miro Hotel'de kaldık. Modern ve minimal düzenlenmiş bir oteldi. Gözüm kapalı tavsiye ederim.

Bilbao'da Şehir İçi Ulaşım

Bilbao küçük ve düzenli bir şehir. Metrosu var; ancak nüfusu yaşlı olduğundan insanlar otobüsü ve hızlı tramvayı tercih ediyorlar. Bu yaşlı nüfus yürümekten de fazla hoşlanmadığından olacak, her 50 metrede bir trafik lambaları var. Işıklarda beklemekten, hareket edemiyormuş gibi bir hisse kapılıyor insan. Bu yüzden araba sürücüleri harekete geçtiğinde olabildiğince fazla trafik lambası atlamak istediklerinden, kazara karşıya geçmek isteyen insanları ezip geçerlermiş. En çok bu konuda uyarıldık.
 

Sir Norman Foster tarafından 1988 yılında yapılan Bilbao metro istasyonları. Modern mimarinin bir başka örneği…

Tam Bir Açık Hava Müzesi: Bilbao Sokakları

Şehri dolaşırken Gotik ve Art Nouveau binaların arasında, karşısında, yanı başında ultra modern yapılarla veya sanat eserleriyle karşılaşmak başta çok şaşırtsa da sonraları alışıyor ve mutlu bile oluyor insan.


Her sokak başında bu ve benzerleri...

Kendilerine ait bir devlet dairesi olarak işlevini sürdüren bu bina da en etkilendiklerimin arasında yerini aldı.

Bir başka köşe başı manzarası… Üstelik oturabiliyorsun da… Masanın bir ayağına lütfen dikkat.

Tek başına seyahat etmenin çok güzel olduğunu kanıtlayan en iyi örnek... Aşağıda fotoğraflarla anlatmaya çalıştığım yerin asıl özelliklerini ancak memlekete döndükten sonra, oradan aldığım kitaptan öğrendim. Eğer yalnız olsaydım, aşağıdaki mekânda en az yarım gün geçirir bir kapısından girip diğer kapısından çıkmazdım.

Bir asır önce yerel mimar Ricardo Bastida tarafından inşa edilmiş bu şarap toptancı merkezi, 1999 yılında Bask hükümeti tarafından, “Asset of Cultural Interest” adı altında tanıtılan ve Fransız tasarımcı Philippe Starck tarafından bir kültür merkezine dönüştürülmüş.

43 bin metrekarelik alanda yüzme havuzu, fitness merkezi, sergi alanları, sinema salonları, kütüphane ve lokantalar var.

Girişin hemen üstündeki yerin “yüzme havuzu” olduğunu İstanbul'da öğrenmemiş olsaydım, tek fotoğrafla kalmazdım. Her açıdan çeker de çekerdim. Rehberimiz büyük olasılıkla söyledi ama duymamışım. Yeterince vakit geçirmediğime üzüldüğüm yerlerden birisi oldu Alhondiga Binası. Bir dahaki sefere diye umuyorum.


İçerideki her bir sütun farklı biçim ve renkte… Ayrı dönemleri anlatıyormuş.


Sinema, tiyatro bölümlerine iniş...

Alandan çıkar çıkmaz sizi karşılayan minik fıskiyeli havuz ve şapkalı “abajurlar”

Bu ise bina işlevselliği açısından ışığın en yanlış kullanıldığı yerlerden biriymiş. Sebebiyse bir kitapçı dükkânı olması. Güneş ışığı kitapların dokularını bozuyormuş. Çok yakında kapanacağını tahmin ediyorlar.

Diğer yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın…