Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Eskinin PRcısı, tüm zamanların tercümanıyım. Uzun süre halkla ilişkiler alanında hem ajans hem de kurum tarafında kurumsal iletişim ve marka yönetimi üzerine çalıştım. Artık halkla ilişkiler sektörüne son verip çok sevdiğim İngilizceye ve eğitim sektörüne geri döndüm. Şu anda özel bir eğitim kurumunda tercümanlık ve idari asistanlık yapıyorum. Beraberinde bol bol gezip, çok çok okuyorum. Tiyatrodan geri kalmam ve yazmadan da duramam.

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Seyahatlerin hayatınızdaki yeri nedir? Kendinizi bir “gezgin” olarak nasıl tanımlarsınız?
Seyahat, yaşam pastamdaki en büyük dilimlerden biri. Yaşadığımı bana gösteren bir araç bazen de yaşamam için bir amaç. Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir. Kendisini keşfetmeye adamış bir gezginim. Gittiğim her yerde illa kimsenin bilmediği veya görmediği farklı bir şeyler vardır ve ben de mutlaka onu bulmaya kararlıyımdır. Bir de gezmekle kalmayıp önündeki tatillere de bakmayı ihmal etmem. Paylaşımcı bir gezginimdir. Gezdiğim yerleri, yediğim yemekleri ve edindiğim deneyimleri paylaşmayı görev edinmişimdir çünkü seyahat anıları paylaşılınca güzel!

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Belçika deneyimlerinizi anlatır mısınız, hangi şehirleri gördünüz? En çok hangi Belçika şehrini sevdiniz?
Belçika benim için düşündüğümden farklı, planladığımdan çok daha fazla özelliklere sahip bir ülke. Bu ülkede tarih var, yemek var, hareket ve canlılık var. Saygılı insanların yaşadığı güler yüzünü eksik etmediği medeni bir ülkede olduğunu hatırlatıyor her ziyaretçisine. Brüksel, Gent, Antwerp ve Brugge’u gördüm. Brugge’un güzelliği ayrı ama ben yine de oyumu canlı Brüksel’den yana kullanıyorum. 

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Belçika’da yeme-içme alışkanlıkları nasıl? Bize mutlaka hangi lezzetleri önerirsiniz?
Belçika’da hayat midye, patates kızartması ve bira üzerine kurulu. Üstüne de tabi ki çikolata ve waffle. Mussels dedikleri bir tencerede soğan ve kereviz saplarıyla haşlanan midyeyi öneririm öncelikle. Bana üç öğün verseler itiraz etmem. Patates kızartmasının anavatanı da Belçika bence. Sadece patates kızartması satan büfelerden külahta alıp yemenin keyfi başka. Üstüne de istediğiniz sosları dökmek serbest. Çikolatayı bilmem ayrıca söylememe gerek var mı? Her çeşit çikolata var ve hepsi birbirinden güzel. Hangi çikolatacıya girerseniz girin tadına bakınca mutluluktan dört köşe olacağınız garanti. Waffle sevenlerin de ömrünün sonuna kadar kalmak isteyecekleri bir ülke Belçika. İstediğiniz malzemeyle ve soslarla kendinize waffle şöleni yaşatın mutlaka. İçme alışkanlıklarına gelince, hepimizin bildiği gibi Belçika=bira. 500’den fazla bira çeşidi var. Benim en çok ilgimi çekense her bira markasının kendine özel bir bardağının olmasıydı. Bazı çeşitlerde bardağın güzelliği biranın tadının önüne geçti desem yeridir. Bira markasında favorim siyah bira Leffe oldu. Ballı bira Barbar’ı da çok beğendim. En popüler markalardan biri de Orval. Bana biraz ağır geldi ama birçok bira severin tercih ettiği bir bira. Önerim her defasında farklı bir bira denemeniz. Hepsinin tadı ayrı olmasına rağmen bir o kadar da çok güzel.   

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Belçika’ya gideceklere tavsiyeleriniz nelerdir? Gittiğiniz şehirlerde görülmesini önereceğiniz yerler nereler?
Belçika’ya gideceklere önce küçük bir notum olacak; klasik bir Avrupa ülkesinden çok daha farklı bir ülke bekliyor sizi. Düşündüğünüzden daha canlı, daha tarihi, daha lezzetli bir ülke burası. Her şehrin farklı bir özelliği var. Hepsini görmeleri gerek. Her şehrin turizm ofislerinde bir haritayla şehrin tarihi yerlerini çok rahat gezebilirler. Ancak, Brüksel’de fayton turu yapmadan, Antwerp’te tren istasyonunu görmeden ve liman bölgesine inmeden, Gent’te, birbirinden şirin evlerin olduğu sokaklarda kaybolmadan, Brugge’da da tabi ki tekneyle tüm Ortaçağ havasını yaşamadan gelmeyin.    

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Zanzibar’a da bir seyahatiniz olmuş, oldukça farklı bir deneyim olmuş olmalı, izlenimleriniz neler?
Zanzibar, benim hayatımda yaptığım en özel, en farklı ve en “iyi ki gitmişim” dediğim bir ada. Dünyanın bambaşka köşesinde, doğanın tüm güzelliğini görüp hayran olmamak imkânsız. Kültür de yaşam da bambaşka. Teknolojinin girmediği, tüketimin neredeyse olmadığı, çocukların mutlu, yaşamında gayet basit olduğu bir yer. Birçok yer için aynı şey söylenir ama bu konuda Zanzibar’ı tek geçerim: İnsan burayı görmeden ölmemeli! İnanılmaz farklı bir deneyim sunuyor. Baharat turuna katılmak, yunuslarla yüzmek, okyanusta gelgitle eğlenmek, balığa ve tropik meyvelere doymak için Zanzibar’a gelinir. Sonrasında aklınızın bir köşesinde bu ada kalır ve tekrar gitmek için de fırsat kollanır. Bir defa görmüş olmak yetmez çünkü doyamazsınız. Bu soruyu cevaplarken bile Zanzibar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Evet, ben buraya mutlaka yine gideceğim!

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven gözüyle Bozcaada nasıl bir yer?
Bozcaada bence Tanrı’nın bir lütfu. Bir yaz geleneği, bir defa gelip alışkanlık yapan dünya tatlısı bir ada. Bir kere her şeyden uzakta, adanın güzelliğine mahkumsunuz. Etrafınız denizle çevrili. Bundan daha güzel bir tutsaklık olur mu? Bir tatilden beklediğim her şeyi Bozcaada bana sunuyor. Kafamı dinleyebileceğim, kitabımı okuyacağım, şarabını tadacağım, kabakçiçeği dolmasında sınır tanımayacağım, gelincik reçelimi ekmeğime süreceğim, bademli kurabiyesini her öğün yiyebileceğim, çok sevdiğim o soğuk denizinde saatlerce yüzeceğim, plajlarında miskinlik yapacağım bu Ada’ya mümkünse her yaz gelinmez de napılır? 

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Gezilerinizde yemek yemek için nasıl yerler tercih ediyorsunuz?
Yemek için öncelikle o şehrin veya ülkenin kendine özgü mutfağının ne olduğuna bakıyorum. Sonra da bu mutfağı en iyi sunan mekânları araştırıyorum. Gitmeden önce lokal restoranların, barların ve büfelerin listesi çantamda hazırdır. Gittiğimde mutlaka o ülkeye has lezzetlerin ve içkilerinin tadına bakarım. Eğer beğenmişsem, sonraki günlerde de bu lezzetleri deneyebileceğim farklı mekânlara giderim. Eğer beğenmemişsem ve benim damak tadıma hitap etmemişse (örnek: İspanya ve paella) bu sefer yiyebileceğim daha klasik lezzetlere yönelirim. Aç kalmam çünkü nereye gidersem gideyim en azından her ülkede patates kızartması ve pizza vardır mutlaka.      

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Sıradaki seyahat planınız nereye olacak?
Bir sonraki seyahatim için tarihler belli ancak planım henüz belli değil. Vizemin durumuna göre Avrupa’ya gitmeyi planlayabilirim. Ancak daha uzun vadeli seyahat planlarıma bakacak olursam yazın mutlaka bir Yunan Adası’na gitmeyi düşünüyorum. Yazın ülkemizdeki yazlık beldelerin kalabalık ve fiyatlarının da abartılı olmasından dolayı, sakin, sessiz ve deniz-güneş ikilisinin keyfini çıkarabileceğim yakın ve ekonomik bir durak olarak Yunan Adaları’nı tercih edeceğim. Bugüne kadar gittiğim adalarda bunun geçerliliğini görüp sağlamasını yaptım. Bundan sonra da yine aynı şekilde devam etmeyi istiyorum.   

Eda Geven: “Seyahat yoksa yaşam kablolarımdan biri kopmuş demektir”

Eğer imkânınız olsa 1 sene izin ve limitsiz maddi olanak verseler nasıl bir rota çizerdiniz?
Öncelike bir hafta sanırım mutluluktan ve heyecandan hiçbir rota çizemeden dünya haritasına bakar dururdum : ) Şaka bir yana, ben dünyanın en uzak köşesinden başlardım yani Yeni Zelanda’ya gider, en kuzeyinden en güneyine kadar her şehri karış karış gezerdim. Sonra da Pasifik’teki adalara geçerdim. Cook Adaları’nda bir aydan fazla kalıp her anlamda bir ada yerlisi gibi yaşardım. Oradan da Avustralya’ya geçerdim ve yine görebileceğim kadar çok şehir görürdüm. Buraları gezdikten sonra da kuzeye Tayland’a gider ve Tayland’dan Japonya’ya kadar yanyana dizilmiş her ülkede en az 10 gün kendi halkıyla birlikte kalırdım. Onlara yaptıkları işlerde yardım ederdim. Mesela pirinç toplar, yavru filleri yıkar, pandalara bakardım.  Son olarak da İzlanda’ya giderdim. Buzulları görüp, penguenlere sarılıp (keşke alıp getirmem mümkün olsa) soğuğu iliklerime kadar hissederdim. Eğer zamanım kalmışsa ve çok üşümüşsem (ki üşüyeceğim kesin) Latin Amerika’yı da fethederdim. 1 yılın sonunda, mutluluktan ağzım kulaklarımda ülkeme dönerdim. Artık en büyük idealimi de gerçekleştirdiğime göre ölsem de gam yemem sanırım.