Kalbim Saraybosna'da Kaldı

Ve kalbim Saraybosna'da kaldı… En sona yazmam gereken bu cümleyi en başa yazmakla aslında Saraybosna gezimin bende nasıl bir etki yarattığını anlamışsınızdır. Ve bir kez daha gelmenin özlemi, yaşanılan duyguların tekrarı için en kısa sürede tekrar Saraybosna ziyareti yapmanın isteğiyle ayrıldım bu güzel ülkeden. Ve daha fazla duygusala bağlamadan Saraybosna notlarına başlayalım.  

İstanbul Sabiha Gökçen havaalanından Saraybosna uçuşu yaklaşık 1 saat sürmekte, sabah 10.55 uçağı ile yola çıktım ve saat 12.20 gibi Saraybosna'daydım. Asya gezimden yeni dönmüştüm ve hala ayaklarım sızlamaktaydı, dile kolay 5 ay boyunca otostopla yollarda Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, İran coğrafyasını adımlamıştım. Ve aklımda olan Balkan seyahatim için İstanbul dönüşünde rota hazırlıklarına başladım. Bu uçuş ile Bosna Hersek, Sırbistan, Makedonya olmak üzere Balkan seyahatim başladı böylece.

Güzel bir öğlen havasıydı ve aylardan temmuz, sıcaklık yaklaşık 28 derece. Pasaport kontrol çok kolaydı ve pasaport polisi gülümseyerek "Hoş geldiniz" dedi. Türk sevgisi ve hoşgörü burada başlamıştı. Saraybosna havaalanı bayağı ufak ve Saraybosna içine bilmeyenler için sadece taksi ile ulaşım var. Ve taksilerde yaklaşık 20-25 euro civarında para istiyor yani hafiften bir kazıklama söz konusu. Ben yolların verdiği tecrübe ile etrafımı saran taksici kalabalığından sıyrıldım ve havaalanından ayrıldım yürüyerek, ana meydana geldiğimde caddede otobüs ve bir tramvay hattının olduğunu gördüm ki bu da Saraybosna'nın her tarafına ulaşımın olduğunu göstermekteydi. Yaklaşık 20 dk yürüdükten sonra Ilıca otobüs istasyonuna geliyorsunuz, işte burası tüm Saraybosna için ana ulaşımın olduğu merkez istasyon ve burada yine tüm Saraybosna'yı başından sonuna tek bir bilet ile gezebileceğiniz ana tramvay hattının başlangıç ve bitiş istasyonu. Saraybosna Tarihi mahallesi olan Başçarşı'dan başlayıp, Ilca istasyonu olan bitiş noktasına kadar tek bir hat üzerinde tüm şehri tek bir tramvay bileti ile gezebilir, yürümek isterseniz bu ana hattı yaklaşık 4 saat gibi bir sürede yürüyebilirsiniz.

Genel olarak tramvaylar çok eski ve bakımsız ki yukardaki fotoğrafta da görüyorsunuz ama savaştan çıkan bir halk için toparlanma sürecinde yadırgamamak lazım. Aldığınız bileti içerdeki bilet otomatına okutmak lazım ve ineceğiniz durağa kadar bu bileti saklayın, çünkü daha sonra gördüğüm kadarıyla tramvaylara farklı duraklarda sivil görevliler biniyor ve bilet okutmayanları uyarıyor yada yakalıyor. 3 numaralı tramvay tam son durak olan Başçarşı'da durdu. Ilıca istasyonundan Başçarşı yaklaşık 30 dk sürdü tramvay ile ve 20-25 euro yerine taksiyle tabi, sadece 1.60 km verdim. Kurt sırt çantalı böyle oluyor işte.

Başçarşı Gezisi

Seçtiğim hostel tam Başçarşı'nın göbeğinde, böylece tüm her yere yürüme mesafesinde. Hostel kalabalık, çok fazla turist var kalan, Saraybosna'nın turizm potansiyeli buradan bile belli. Sırt çantamı bırakıp, bir duş aldıktan sonra kendimi Saraybosna sokaklarına vurdum, 5 dk yürüme ile tarihi Başçarşı'ya geldim. Burası Saraybosna'nın merkezi konumunda ve tüm gezilecek yerler ana arter olarak burada bulunmakta. 15.yy'da Osmanlı tarafından kurulan bu çarşıda Saraybosna'nın sembolü sebil yer almakta.1753 yılında Mehmet Paşa tarafından yaptırılan sebil tüm Saraybosna halkının ortak buluşma noktası.

Başçarşı özellikle 92 yılındaki Sırpların açtığı savaş sonrasında yok edilmek istenmiş ve yoğun Sırp ateşine maruz kalmış ama yine de onca badireden sonra dimdik ayakta. Saraybosna'da özellikle bu bölgede herkes Türkçe konuşmakta ve etraf tarihi ve gezilmesi gereken Osmanlı mimarisi eserler ve camiler ile dolu. Çarşı içerisinde alışveriş yapılabilecek bir çok dükkan, cafe ve ünlü Boşnak böreği ve köftesini yiyebileceğiniz lokantalar ile dolu. Burası adeta canlı bir tarih kokan mahalle. Çarşı çok kalabalık ve adeta turistler akın etmiş durumda. Yolda adımlarken benim gibi gezmeye gelen birçok Türk ile karşılaştım. Adeta ülkemizde hissediyorum kendimi. Bosna Hersek tamamen yeşillikler içinde bir ülke. Yemyeşil vadiler, tepeler, dağ etekleri var ve görsel olarak çok güzel bir izlence yaratıyor.

Çarşıda adımlarken her sokaktan kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum bile, her adımlamada farklı bir doku, farklı bir güzellik çıktı karşıma. Her yol, her adım Başçarşı'ya çıkıyor Saraybosna'da. Tam çarşının bitiminde yer alan Hükümet Konağı dikkatimi çekti. 1896 yılında yapılmış tarihi bir eser konumunda. Genelde Saraybosna'yı baştan aşağıya kat edeceğiniz ikinci bir yürüyüş parkuru konumundaki Miljacka nehrinin sağ ayağında bulunuyor. Savaş sırasında yoğun olarak Sırp ateşine ve bombalarına hedef olmuş ve çok zarar görmüş. Şimdi ise yavaş yavaş eski günlerine dönüş sinyali veriyor yapılan tadilatlarla.

Latin Köprüsü ve Saraybosna Müzesi

Saraybosna yapılandırma olarak Miljacka nehri eteklerine kurulmuş. Nehir boyunca iki yakayı birbirine bağlayan bir çok köprü bulunmakta ama en ünlüsü 1. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Latin Köprüsü. 1914 yılında Franz Ferdinand ve karısı Sophie tam bu köprü üzerinde Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürüldü ve hemen akabinde 1. Dünya Savaşı başladı.

Latin Köprüsü'nün hemen yanında Saraybosna Müzesi var, içeride bu suikast ile alakalı görsel eşyalar sergileniyor, Saraybosna tarihini yansıtan eserlerde var burada. Müzenin dış cephesinde Saraybosna tarihi ile ilgili fotoğrafların yer aldığı bölümler bulunmakta ama içeriye girdiğinizde gerçekten dünya tarihini değiştiren bu suikast ile alakalı materyalleri görünce bambaşka bir duyguya kapılıyor insan.

Suikastta kullanılan silah, bomba ve Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip'in giydiği pantolon. Silahları ve bombayı sakladığı heybe ve en baştaki resim ona ait. Diğerleri ise takımın diğer elemanları. Aynı zamanda müzede suikast ile ilgili devamlı bir film oynatıyorlar, Hollywood yapımı ve suikastı konu alan film izlediğim kadarıyla cidden iyi-yaklaşık 20 dk boyunca izledim.
 

Franjevacka Katedrali

Latin Köprüsü'nden geçip karşı yakaya adımlamaya başladım. Tepede ihtişamlı görüntüsü ile Franjevacka Katedrali karşıma çıktı.

Katedral gerçekten büyük ve içerisi görülmeye değer. 1881 yılında yapılmaya başlanan katedral 1889 yılında bitirilmiş. Saraybosna'daki Hristiyan halk için çok önemli bir ibadet etme noktası burası.


Katedrali dolaştıktan sonra aşağıya nehir yönüne ilerledim. Bu arada sıcak iyice bastırdı. Saraybosna'da muhteşem güzel bir hava eşlik ediyor bana. Nehir kıyısında çok hoş bir görüntü çıktı karşıma; İnat Kuca Restoran. Sahibi otoriteye karşı, isyankar bir adam ve burada bu restoranı işletiyor.

Hünkar Cami

İnat Kuca'nın hemen yanında, nehir yakasında yer alan bir cami dikkatimi çekti. Hızlı adımlarla heyecanla gittim camiye. Evet burası Hünkar Camii. 1457'de İsa Bey tarafından Fatih Sultan Mehmet'e armağan olarak yapılmış. 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında son halini almış.

Gerçekten farklı bir duygu bu ve çok güzel hissetmesi. Saraybosna tam bir din kardeşliğinin görüldüğü bir şehir. İstanbul gibi kilise ve camiler yan yana, kimse kimseye dininden dolayı karışmıyor ve kardeşçe yaşanıyor burada.

Saraybosna Gece Hayatı

Yavaştan yorulduğumu hissettim. Yürüyerek 5 dk'da hostele attım kendimi. Bir duş aldım ve uyudum. Yaklaşık 3 saatlik bir uykudan sonra uyanıp, kendimi dışarıya, Saraybosna gece hayatının ortasına attım. Genel olarak şehrin ana caddesi Ferhadiye ve Zelenih beretki üzerinde barlar toplanmış vaziyette ve Saraybosna halkı gerçekten gece hayatında uçmuş vaziyette. İçki çok ucuz ve barlara elinizi kolunuzu sallaya sallaya giriyorsunuz. Damsız girilmez mantıksızlığı buraya uğramamış İstediğim bara istediğim saatte girdim çıktım. Genel olarak tüm turistlerin toplandığı nokta Cheers Pub. İçerisi ve bahçe tıklım tıklım kalabalık. Dar bir sokak arasında bulunan pub'ta yerel gruplar canlı performans sergiliyor.

Genel olarak barların toplandığı ve akşamları tıklım tıklım olan barlar sokağı diyebileceğimiz sokak.

Bu arada yukarda gördüğünüz fotoğrafta sadece bu sokakta yer alan hostel tabelaları dikkatinizi çekti mi? Saraybosna turizm mantığını çözmüş ve adım başı şehirde hostel var, her zevke her bütçeye uygun. Talep çok olunca bu kadar çok hostelin olması da çok mantıklı. Yine aynı cadde üzerinde yer alan City Pub ve City Lounge ise gidilesi barlardan. Az öncede yazmıştım, içki fiyatları gerçekten ucuz, bir 50'lik bira 3 KM, ortam da deli güzel olunca içesiniz geliyor yani.

Saat 03.00 gibi artık yorgunluktan ve biraz da alkolden uyku bastırdı. Sadece yürüyerek 5 dk içerisinde hostele döndüm, ve yatağa attım kendimi. Sabah erkenden kalkıp Saraybosna keşiflerime devam edilecek. İlk gün bile çok zevk aldım bu şehirden. Ve rüyalar alemine daldım.

Saraybosna Camileri ve Hanları

Sabah 09.00 gibi uyandım ve hafif bir kahvaltı ardından tekrar yollara düştüm. 2.günüm burada. Yine hemen yanı başımda olan başçarşıya adımladım. Sabah olmasına rağmen çarşı yine kalabalık. Çarşının ortasında yer alan Başçarşı Cami görülmesi gereken bir eser. 1528 yılında Durak Hoca tarafından yaptırılan cami eyvanı ve bahçesi ile insana huzur veren bir yer.
 


Başçarşı cami

Çarşının göbeğinde bulunan Gazi Hüsrev Bey cami ise Saraybosna'nın en önemli Osmanlı eserlerinden birisi. 1531 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmış. Bosna sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey bu cami ile Saraybosna tarihine güzel bir eser kazandırmış.

Gazi Hüsrev Bey Cami
 


Gazi Hüsrev Bey Cami

Hemen ilerde Monica Han gözüme çarpıyor. 1551 yılında yapılan bu han şimdilerde içinde cafeler ve güzel bir meydan ile turistlerin gözbebeği. Bu meydanda oturup soluklanmak ise en güzeli.


Monica Han


Monica Han

Monica Han sokağında yer alan Bursa Bezistan ise bizim Kapalıçarşı'nın ufak bir kopyası gibi. İçerde çeşitli dükkanlar ve cafeler bulunmakta. 1551 yılında Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış.
 


Bursa Bezistan

Bedestenin Ferhadiye caddesine çıkan kapısında ise Taşlıhan kalıntıları bulunmakta. Taşlıhan Osmanlıların Saraybosna'daki en büyük hanlarından biriymiş fakat 1879 yılında çıkan yangınla harap olmuş. Şimdilerde sadece bir kalıntı şeklinde sergileniyor ve açık olan bahçesinde gayet sosyetik ve pahalı ünlü bir otel yer alıyor.

Bedestenden tekrar başçarşıya girdim. Bu çarşıyı adım adım dolaşırken her köşede farklı bir eser karşıma çıkıyor.

Yukarda gördüğünüz Saat Kulesi 17.yy da yaptırılmış ama sonrasında çıkan yangında büyük hasar almış. Şimdilerde eski işlevini sürdürmeye çalışıyor.
Sebil meydanından yolun karşı tarafına geçtim ve yukarda Saraybosna'nın Osmanlılar zamanında yapılan ilk sinagog binasını gördüm. Şimdilerde Bosna Hersek Yahudiler Müzesi olarak adlandırılan bu sinagog 1581 yılında yapılmış. Sinagog'ta hala ibadet yapılmakta ve üst katları müze olarak sergilenmekte.

Sinagog
 

İsa'nın Kalbi Katedrali

Sinagogtan ayrılıp ana caddeye çıktım. Burası bizim istiklal caddesi'nin daha ufak görünümlüsü olan Ferhadiye Caddesi. Genelde mağazalar, yürüyüş noktaları, cafeler hep burada toplanmış. Caddenin tam ortasında dev bir katedral var. "İsa'nın Kalbi" adlı, inşası 1889 yılında tamamlanmış olan Saraybosna Katolik Katedrali. Bu katedralin önü Saraybosna halkı için buluşma noktalarından biri ve çok kalabalık. Genel olarak ardı ardına dizilmiş cafelerde insanlar soluklanıyor, içeceklerini içip sohbet ediyorlar.

Gazi Hüsrev Bey Hamamı

Ferhadiye caddesinde katedralin tam arkasında ise Gazi Hüsrev Bey Hamamı bulunmakta. Şimdilerde Bosna Enstitüsü olarak görev yapan bu hamam yine 16.yy Osmanlı mimarisi.

Saraybosna Anıtı

Ferhadiye caddesi boyunca ilerliyorum. Tam caddenin bitişinde Mareşal Tito caddesi ile kesişen noktada bulunan kavşakta gerçekten önemli ve acı dolu yılları hatırlatan bir anıt var. Saraybosna Sonsuz Ateş adındaki bu anıt II. Dünya Savaşı'nda ölen sivil ve askerlerin anısına sonsuza dek yanacak ateş düşüncesi ile yapılmış.1946 yılında ilk ateş yakılmış ve bugüne kadar hiç söndürülmemiş.


Kavşaktan kendimi aşağıya nehir kenarına atıyorum. Nehir kenarından yukarıya doğru ilerlediğimde yine Başçarşı'ya çıkıyor istikamet. Nehir kenarında bulunan yapılar muhteşem. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi binalar var.

Güzel Sanatlar Akademisi ve Üniversite

Yukarda gördüğünüz bina Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi. İçinde sergi salonları ve sınıflar var. Bir de alt katında kocaman bir Apple mağazası bulunmakta. Karşısında ise Saraybosna Üniversitesi var. 1949 yılında kurulan üniversite dış mimarisiyle gerçekten çok güzel.

Saraybosna'da Savaşın İzleri

Saat 13.00 olmuş bu arada, nehir kenarında yer alan bir cafeye oturdum. Kendime Saraybosna kahvesi söyledim. Saraybosna'da kahve bizden farklı olarak bir cezve içinde sade olarak geliyor. Yanında fincanın içinde 2 adet küp şeker ve bir lokum veriliyor. İçmesi de güzel, verdiği tat da güzel. Yaklaşık 1 saat kadar ağaçların altında cafenin masasında soluklandım. Notlarımı toparladım. Aklımda Mareşal Tito caddesine çıkıp şehrin ana meydanına yürümek var. Yaklaşık 2 saatlik bir tempo olacak ama adımlamak benim işim. Şehir en iyi yürüyerek keşfedilir ve Saraybosna için bu söz tam olarak cuk diye oturmakta. Tamamen yürüyerek, adım adım bu şehri 3-4 gün içinde rahat rahat dolaşabilirsiniz. Nehir kenarında ilerlerken yine her evde bulunan heykeller ve görsel şov beni şaşırtıyor. Gürcistan seyahatimde de bunu yaşamıştım. Evler ne amaçla kullanılırsa kullanılsın dış görselliği muhteşem güzeldi.

Saraybosna'da adımlarken her evde, her sokakta binlerce kurşun deliği, top mermilerinin yarattığı yıkımı görüyorsunuz. Halk bunları bilerek kapatmıyor ve lanet olası savaşın acı hatırasını unutmuyor, yeni nesle bunlarla yaşanılan acıyı hatırlatıyor.

Tüm bu manzara karşısında adımlarken Ferhadiye caddesinin savaşın lanet hatırasına inat hayat dolu, cıvıl cıvıl atmosferi sarıp sarmalıyor beni.

Saraybosna'da her yerde Türkiye reklamları var, ramazan ile alakalı veya tatil ile alakalı.

Caddede ilerlerken şehrin ana meydanına geliyorum. Burada büyük bir park var ve içerde cafeler, çay ocakları, banklar bulunmakta. Ama ilginç olan şu; burası Osmanlı Açıkhava mezarlığı gibi ve gerçekten çok ilginç bir görselliği bulunmakta.

Osmanlı izleri her yerde burada, ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyorum. Etrafta en ufak bir pislik, şişe, kağıt atığı gibi çöp yok ve burası bir park "Medeniyet mi desem, bilinçli toplum mu desem artık" diyip dalıyorum ortama.

Kısa bir soluklanma ve bir cigara molası verdim burada. Yoldan gelip geçenleri izlemek, Saraybosna hayatını gözlemlemek güzel. Kaldığım yerden adımlamaya başladım. Merkezde yer alan Amerikan konsolosluğunun hemen ilerisinde bulunan bu burgu gökdelen Saraybosna'nın en büyük binası. Şehirde hemen her yerden gözükmekte. Bunun tam karşısında ise Saraybosna merkez otobüs terminali var. Mostar ve diğer şehirlere aynı zamanda Sırbistan'a gidiş için otobüsler bu terminalden kalkmakta. Saraybosna savaşın yıkımını şimdilerde yeni binalar yaparak, şehri modernleştirme çalışmaları içinde.
 

Saraybosna'nın Yaşam Tüneli  

Saraybosna'daki bugünkü rotam, Yaşam Tüneli. Saraybosna havaalanının hemen yanında yer alıyor tünel ve her yıl binlerce yerli-yabancı turistin ziyaret akınına uğruyor. Hostelden çıkıp 3 no'lu tramvaya bindim ve son durak olan Ilıca istasyonunda indim. İndiğim son duraktan Tünel'e giden belediye otobüsleri bulunmakta. Otobüs ile yaklaşık 10 dakika sürdü yol. Tünel istasyonunda inip 5 dakika kadar yürüdükten sonra beni heyecanlandıran ama bir o kadar da kalbimi üzüntüden yakan, lanet savaşta Sırp katillerinin uyguladığı soykırımda hayatta kalmak için Bosnalıların açmış olduğu Tünel karşıma çıktı.

Yaşam Tüneli, Saraybosna'nın Sırp kuvvetler tarafından kuşatılması sonucu, kente yiyecek, ilaç, silah sokmak için dönemin Bosna Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşları tarafından yapılmış. Kuşatmanın tüm vahşetiyle sürdüğü 1993'te yaklaşık dört ayda yapılmış. 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1,5 metre yüksekliğindeki tüneli, asker ve siviller yapmış. Savaş sırasında günde yaklaşık 4 bin kişinin geçtiği Yaşam Tüneli, Saraybosna'nın kuşatmadan tek çıkış yolu olmuş. Yaklaşık 200 bin insanın öldüğü savaşta 300 bin insanın hayatta kalmasına neden olduğu için, adı Yaşam Tüneli. Daha başlangıçta kanım dondu. Ev delik deşik kurşun ve bomba izleri ile doluydu.

Yaşam Tüneli


Tünele, iki katlı bir evin altından girdim. Ev, Kolar ailesine ait. Kolar ailesi, tünel fikri ortaya çıktığında evlerini orduya hibe etmiş.

Sida Nine savaş sırasında yorgun halde tünelden geçen askerlere su ve yemek vermiş, onlara umut kaynağı olmuş. Şimdilerde sadece gelen turistlere ara sıra gözüküp kayboluyor, dile kolay 92 yaşında ve kısa bir süre sohbet ediyor ziyaretçilerle. Benim şansıma ben gittiğimde oradaymış ama dışarıya çıkmadı. İçeri girer girmez önce tünelin nasıl yapıldığı ve Saraybosna kuşatmasının nasıl yaşandığıyla ilgili 30 dakikalık bir belgesel izledim. İçerisi akın akın gelen turistlerle şimdiden dolmaya başladı.

Bu belgeselde savaşın nasıl lanet bir şey olduğu, Bosna halkının çaresizliğini acılar içinde izledim. Benim dışımda orada bulunan her milletten insandan gık bile çıkmıyordu, hepimizin boğazları düğümlenmiş, gözleri yaşarmıştı. Sırp askerleri, Saraybosna'yı çevreleyen dağlardan, kuşatma boyunca top ve füzelerle kenti sürekli vurmuşlar. Yaşam Tüneli savaş sonrasında askeri bölge konumundan çıkınca Kolar ailesi evine geri dönüyor. Şimdi oturdukları üst katı inşa ediyorlar. Bu arada tünelde kullanılan malzemeleri, toprak taşınmasında kullanılan el arabalarını, insanların yiyecek taşıdığı çuval ve sırt çantalarını saklıyorlar. Yıllar sonra Saraybosna Belediyesi bu hayati tünelin müze olması kararını veriyor, Kolar ailesi ile görüşüyor ve onlar da seve seve bu fikre katılıyor. Ortaya bu savaş hatırası çıkıyor. Tünel müze olunca da bu malzemeler sergilenmeye başlanıyor. Müze olduktan sonra tünelin 20 metrelik kısmını sergiliyorlar. Geriye kalan 780 metrelik bölümünü bilerek yıkmış ve kapatmışlar güvenlik sebebiyle çünkü serbest geçişin sağlandığı bu tünelde kontrol zorluğu oluyormuş.


Tünel Girişi


Tünel

Yaşam Tüneli Müzesi'nde savaşta ölenlerin adlarının yazıldığı listeler ile savaş sırasında yaşananları anlatan fotoğrafların yer aldığı, askeri malzemelerin sergilendiği bir oda var.

Burada yer alan fotoğraf panosunda ise Kevin Spacey, Michael Moore ve Morgan Freeman gibi pek çok ünlü oyuncu, yazar, düşünür ve devlet başkanlarının burayı ziyaret ettiklerinde çektirdikleri fotoğraflar yer alıyor.

Yine alt katta gelen ziyaretçilere savaşın olduğu yıllarda çekilmiş videolar izletiliyor ve Saraybosna halkının nasıl bir vahşete uğradığını gözyaşları içinde izliyorsunuz.

Müzenin bahçesinde hediyelik eşya satan, tünelin yapımında çalışan, savaş sırasında canı pahasına tünele erzak ve silah taşıyan Edin var. Kolar ailesinin en büyük oğlu. Çok güzel Türkçe konuşuyor, yaklaşık 20 dakika sohbet ettik. Bana yaşadıklarını çok kısa bir özetle anlattı ama duyduklarım karşısında boğazım düğümlendi, gözlerimden resmen damlalar aktı. Edin, bana ayrılırken hatıra olsun diye ufak bir magnet hediye etti. Hep hatırla bizi dedi. Yaşadıklarımızı unutmasın Türkiye, biz kardeşiz dedi. O anda kalbim parçalandı üzüntüden, savaşa içimden sövdüm durdum.


Edin

Tünelin olduğu bahçe ve karşıda Saraybosna Havaalanı. Tam bu noktadan karşıdaki havaalanının altından geçecek şekilde 800 metrelik bir tünel kazılmış ve resimde gördüğünüz dağ tepelerinde yer alan kurtarılmış bölgeye insanlar geçiş yapmış.

1992'de başlayan savaşta Bosna-Hersek'te 200 bin insan öldü. Saraybosna'ya yapılan saldırılar sonucu 11 bin Saraybosnalı yaşamını yitirdi. Bunlardan 1600'ü çocuktu. Savaş 1995'te Dayton Barış Antlaşması ile bitti. Bosna-Hersek'te ya gençleri ya da yaşlıları görüyorsunuz. Orta kuşağın büyük bölümü savaşta yaşamını yitirmiş. Tünel ziyareti bende derin duygular uyandırdı. 1992 yılı... Daha dün gibi yakın bir zamanda olan bu Sırp vahşetini televizyonlardan izlediğimde 16 yaşındaydım. Evde anneannem ve dedem ağlamıştı. O zaman pek anlam verememiştim ama şimdi ben de ağlıyorum, buna rağmen Saraybosna inatla hayata tutunmuş ve her geçen gün savaşın yaralarını daha güçlü sarıyor.

Tünel'den çıkınca yine otobüs durağına yürüdüm, hava bayağı sıcaktı. Otobüse binip yine Ilıca son durakta indim ve vakit kaybetmeden 3 no'lu tramvay yaptım. Merkez otobüs terminalinin olduğu Amerikan konsolosluk durağında indim. Otobüs terminaline gittim çünkü yarın Mostar gezim olacak. Sabah 06.00'da hareket edecek olan otobüse bilet aldım. Sabah erkenden gitmeyi istiyorum çünkü yol otobüsle yaklaşık 2 saat sürüyor. Otobüste nasıl olsa uyurum ve Mostar gezim sabah erkenden, henüz her yer tenha iken başlar düşüncesindeyim. Bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu Mostar bölümünde anlatacağım. Bilet alma işlemi bittikten sonra hostele doğru yürümeye başladım. Yol üzerinde karşıma çıkan ulusal müzenin görselliği etkiledi beni.

Hemen müzeye doğru yol aldım ama kapalıymış. Bir dahaki sefere dedim ve hostel yoluna doğru devam ettim. Şehir parkından geçerken Saraybosnalıların park eğlencesi olan satranç maçlarını izledim. Burada halk parklarda bulunan büyük satranç taşlarıyla müsabaka yapmaktalar. Satranç oynayarak gün içinde zamanlarını geçiriyorlar. Harika, çünkü beyin sporuyla zinde oluyorlar.

Hostele vardığımda saat neredeyse 17.00 olmuştu. Günün yorgunluğu ile bir duş aldım, bir kahve yaptım ve notlarımı yazmaya başladım. Şansıma odada benden başka kimse yok. Dün gece kaldığım odaya 6 İsveçli genç gelmişti. Oda 8 yataklı olduğundan tam bir curcuna içinde geçmişti gece. Onlar gelmeden rahat kafayla notlarımı almak istiyorum. Bu gece dışarıya çıkmayacağım. Erkenden yatıp iyi bir uyku çekmeliyim. Sabah 06.00'da Mostar otobüsüm kalkacak.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı