2-3 ay öncesinden hayalini kurduğumuz Belgrad'da yeni yıl fikrini nihayet 25 gün kala kesinleştirebildikten sonra, Airserbia ile 29 Aralık günü çoğunluğu yılbaşı için giden Türklerden oluşan gayet güzel ve rötarlı bir uçuş ve yerel saat ile 17.30 civarları Nikola Tesla Havalimanı’na varıp pasaport kontrol alanındaki uzun kuyruğa katıldım. Eski işimden kalma hizmet pasaportlarımı da yanıma aldığımdan hiçbir soru ve problem olmadan rahatlıkla geçtim kontrolden. Ardından da ev sahibim Marko'nun gönderdiği şoför hanımın yardımı ile Bulevar Kralja Aleksandar da kiraladığımız eve vardım.
Ann'in (kız arkadaşım) uçuşu aktarmalı olduğu ve yaklaşık 6 saat sonra ineceği için, bu süreyi evin yakınlarını keşfedip biraz alışveriş yaparak ve önceden adını duyduğum Türk restoranında pek de hoşuma gitmeyen bir akşam yemeği ile tamamladım.
Evin en üst katta ve çok iyi bir konumda olması müthiş bir manzara sunmasının yanında, biraz da ısı problemi oluşturdu (benim için). Gece 01.00 civarlarında terasımızdan Crkva St. Marka ve Belgrad'ın güzel mimarisi ile süslenip ışıklandırılmış binalarını izleyip, marketten gayet uygun (1200 RSD) fiyata aldığımız güzel Vracar Sırp şarabını yudumlayarak ertesi gün için plan yaptık.
Knez Mihailova Caddesi'nde Kahvaltı ve Alışveriş
Ertesi sabah saat 10 civarlarında, otele yürüme mesafesindeki Knez Mihailova Caddesi ile güne başlayıp karşımıza çıkan ilk kafeye girdik. İçeri girer girmez suratımıza çarpan sigara kokusuna pek şaşırmayıp kendim de sigara içtiğim için sevindim fakat bu tür durumlara hiç alışkın olmayan Ann’in başka bir kafeye gitme fikrini sundu. Neticede Baltıklı. Fakat açlık da bir yandan bastırınca oturup hemen sipariş verme işlemine yöneldik. Kafede neredeyse yiyecek hiçbir şey yoktu. Sadece müsli ve yoğurttan yapılan meyve seçenekli Joghurt Crunch adı verilen gevreğin çilekli ve Borovnicalı (Yaban Mersini) olanlarını seçerek enerjik ve tatlı bir başlangıç yaptık güne. İstanbul’da çoğunluğunu Sırp, Karadağlı, Arnavut ve Boşnaklardan oluşan bir mahallede doğup büyüdüğüm için kültürlerini gayet iyi biliyordum bu yüzden Borovnicalıyı seçtiğime hiç pişman olmadım doğrusu.
İkinci durak elbette Kuvana Vino stantları (sıcak şarap) oldu, aksi takdirde soğuk katlanılamaz boyuttaydı. Daha sonra Knez Mihailova’daki mağazalara kafelere ve etrafa göz atıp, 1-2 dükkândan koleksiyonumun yeni parçaları için magnet ve kupa aldım.
Kalemegdan ve Etnografya Müzesi
Caddenin sonundaki Kalemegdan parkına yöneldik. Park içerisindeki çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu küçük el işi hediyelik eşya tezgâhlarından, Ann'in ayaklarını ısıtabilmek için Grandma Socks adını verdiğimiz epey kalın yün çoraplardan aldık. Parkın sonunda yer alan kale 16-17. yüzyıldan kalma bir görünüme sahip fakat içerisinde 1. ve 2. Dünya Savaşları'ndan kalma ekipmanlar da sergileniyor. Kalemegdan’ın en ucundaki noktaya gidip nehre karşı manzaranın tadını çıkartırken, Ann'e yakalanmadan güzel bir sigara içtim. Ee günün ilkini güzel bir manzara ile içmek ayrı bir tat elbette.
Kalemegdan’dan çıkıp 5 dakika yürüme mesafesindeki Etnografski Museum’u ziyaret etmek, Sırp ve Balkan tarihi ile ilgili bilgiler edinmek istedik. Girişte kişi başı 150 RSD ödedikten sonra binayı keşfe çıktık, bomboştu neredeyse. Knez Mihailova’nın, kafelerin ve sokakların dolu olup da oranın o kadar boş olduğunu görmek, gelen turistlerin neredeyse tamamının eğlence için geldiğine emin olmamızı sağladı. Müze kesinlikle görülmeye değer, bay bayan çocuk ayırtmaksızın katliamların iğrençliği ve Türk-Sırp kültürünün benzerliği gibi birçok farklı konuda bilgi yüklüyor beyinlere.
Tramvay ile Şehir Turu
1-2 saat içeride gezinip güzelce ısındıktan sonra uymaya çalıştığımız ''Top 10 to do in Belgrade'' listesinde sıradaki görevimiz olan tramvay ile şehir turu kısmına geçtik. Vagondaki tek turist biz olduğumuz için yerlilerin meraklı bakışları arasında durak durak şehri izledik.
Sonra Bohem bölge olan Skadarlija'ya geçtik. Bölgede hiç turist yoktu ana turist bölgesi olmasına rağmen. Bizim mahalle aralarında kurulan pazarların daha köyvari olanını kolaçan edip, pazarın dibindeki kasap ve lokantalardan gelen mükemmel kokuyu takip edip bir şeyler yiyelim istedik. Dinler ile pek aram iyi değil ama yine de domuz eti yemediğim için yemek biraz problem oldu. Ana meydana çıkan yokuş caddedeki restoranlara göz attık. Uzun yokuşu buzda düşe kalka bir şeyler yiyecek hiç bir yer bulamadan bitirdik ve tekrar ana meydana vardık. Karşımıza enteresan bir kapı açılışı olan ''Traditional Fastfood'' tarzı bir mekân çıktı. Durur muyuz hemen daldık içeriye, hem yiyelim hem ısınalım! Menüyü kontrol ettikten sonra buranın pek de bize göre bir mekân olmadığını anladık. Biz daha çok yöresel tatlar ve has Sırp restoranı aıyorduk ama bunu Belgrad'da bulmanın gerçekten de zordu.
Ann benim tavsiyem üzerine ''Pleskavitca'' ve organik olduğu söylenen bizim eski model oralet gibi bir limonata söyledi. Ben de bir ızgara tavukgöğsü ile kola söyledim. Siparişlerimiz beklediğimizin dışında mekândan bağımsızca demir tabaklarda geldi, görünümünden Mc Donald's gibi plastikte gelir diye bekliyorduk. Pleskavitca da, tavuk da Yunan komşularımızın ''Pita'' dediği türde mükemmel lezzette bir ekmeğin içerisinde geldi. Dışı kekik ve hafif yağ ile bezenmiş içerisinin hamuru alınmıştı. Yerel adını bilmiyorum ama pita olmadığı kesin, zira Balkanlarda ''pita'' bizdeki börek oluyor (burek-bujrek-bügrek diyenler de var).
Karnımızı doyurduktan sonra, Black Turtle isimli bir bara girdik. Daha çok İngiliz publarını andıran dekorasyonuyla, fanatiklerin uğrak noktası olduğu her halinden belliydi. "İma nova godina pivo" denilen "yeni yıl birası" ısmarladık. Biralar koyu renkli ve oldukça farklı bir tada sahipti içmeye kıyamıyor insan.
Gecenin sonunda, Knez Mihailova’nın başındaki taksi durağı gibi yerden ilk müsait taksiye atladık ve apartmanın yerlisiymişiz gibi komşularla girişte, asansörde selamlaşarak dairemize girdik.
Gezinin İkinci Gününe "Burek"li Başlangıç
Ann çok koyu Lütheryan Hristiyan olduğundan telefonun alarmı dahi kilise çanı olduğu için, neden sabahın 08.30’una kurduğunu bilmediğimiz alarm yüzünden uyandık. Bulunduğumuz caddede 150-200 metre ileride bulunan şimdi adını hatırlayamadığım çok güzel bir pastane/fırın zincirine daldık. Burekleri höpleyip, kahvelerip löpleyip yedik. Enerji versin diye Borovnica Joghurt içtim bir tane.
Sonra hemen evin karşısındaki Crkva St. Marka’ya gittik. Evden çok güzel görünüyordu, merakı giderelim maksat. Kapıdan içeri girerken 7-8 kişi de girişte bekliyordu. Ann'in mum alıp dua etmesini izledim, gerçekten tuhaf bir histi. Bir zamanlar oldukça koyu bir Müslüman olan kendimin şimdi nasıl, nerede ve ne şekilde olduğu fikrini sorgulattı. Sonra adını hatırlayamıyorum ama büyük casinonun arkasında olan bölgenin en büyük kilisesine gittik. Ann tekrar dualar etti ve öncekine nazaran daha hızlı bir şekilde kiliseden ayrıldık, çıkarken elimi tutup yüzüme baktı ve teşekkür etti. Bilemiyorum o ne derece mutluydu o an ama beni gerçekten mutlu etmişti.
Tekrar Knez'e gidip başladık caddede çalan o güzel bandoları dinleyip kuvana vino içmeye. Ann deli gibi sanat hastası olduğu için illa da şehrin öbür tarafındaki sanat müzesini görmek istedi, o daha çok görsel sanatı sevdiği için istemeden olur dedim. Keşke demeseydim, hayatımdaki en büyük pişmanlıklardan birini yaşadım. Ormanları, karları, çalıları düşe kalka aştık, etrafta tuhaf bir sessizlik, bir kimsesizlik görünce dedim aha kapalı olmasın ya bu. Ann’e baktım suratta bir hüzün, bir umutsuzluk, bir tatsızlık... Şükür ağlamadı, kafa kafaya vererek 10-15 dakika dinlendik, haritaları açıp şimdi nereye geçsek diye düşündük.
Baktık ki haritada Zemun yakın görünüyor ve to-do list de yer alıyor. Hadi dedik yazlık hostellerin, kafelerin olduğu sahil şeridinden soğuğu damarlarımızda hissederek yürüyelim. Daha birinci km’de soğuktan olduğum yere yığılıp donup ölebilirdim, yorgunluğun piyangosundan. Yürü Allah yürü, bitmiyor yol. Nihayetinde Zemun'a vardık. Etrafta görülecek edilecek hiç bir şey yok, bildiğin bizim Ege şeridinden bir kasaba gibi . Kış olmasından ötürüdür belki. İlk Sırp tarzı olan kafeye girdik, ben üşümüş olmama rağmen susamıştım da, hemen bir pivo söyledim. Ann de tarçın çayı. Güzelce hüplettik ısınmamız dakikalar aldı, soğuk işlemiş resmen bedenlerimize.
Kışın Zemun’a gelme gereği duyan az sayıdaki turistten biri olduğumuz ve girdiğimiz kafede de tek turist olduğumuz için misafirperverlikten çok yine tuhaf bakışlar vardı. Mekânın sahibi görünümlü abimiz iyi İngilizce konuşuyordu ve anlıyordu. 1 bira 1 tarçın çayı 1 espresso ya 300RSD+ ısınmamızın şerefine de 200 RSD verip garsonların yüzünü güldürüp çıktık mekândan.
Müzeden Zemun'a 4-5 km yürüdük, koyar mı bize 2-3 km daha? Bir yandan da akşama yani yılbaşı akşamına restoran rezervasyonunu yapmaya çalışıyordum telefonda, berbat İngilizceli restoran çalışanları ile. Ann en sonunda hiç bir yere gidemeyeceğimizi anlayınca bastı fırçayı, neyse sorun değil evde kutlarız biz de dedi. Velhasıl kuleye vardık. Etrafta tek tük 3-5 yerli turist ve en bombası kule de kapalı. E haydi şu banka geçip azda olsa görünen manzarayı izleyip sarılıp ısınalım. Görev tamam! Haydi in tekrar Zemun’a taksi bulmaya.
Oradan da eve doğru yürüyüp ilk markete girip şampanya meyve ıvır zıvır alıyor elleri doldurup sıcak yuvamıza geri geçiyoruz. Başlıyoruz hazırlıklara. İlk sırada Ann'in ülkesine has bir gelenek olan hayvan figürlerinin içini oyup oradaki kâğıdı okuyup sonrada figürü Ann'in yanında getirdiği alet edevat ile eritip, bizim kurşun dökme usulü suya atıp, oluşan nesnelerden anlam çıkartıyoruz, evet ağır işsizlik içeren bir çalışmaydı.
Saat 21.00 civarları güzelce cici bicilerimizi giyip başlıyoruz über-romantik yılbaşı gecemize. Önden şampanya, peşine dolaptaki biralar, kesmeyince ben Duty- Free'den aldığım Jagermeister’den 2-3 kapak attım ısıtsın, hani hava soğuk malum. Yetmedi, iki tane alkoliğe kâfi gelir mi? Dışarı çıktım dakikalarca alkol alabileceğim bir yer aradım, nafile. Onlar bizim gibi bayramda seyranda çalışan insanlar değil, haliyle her yer kapalı. Nöbetçi eczane falan var ama market, tekel yok. Baktım konser alanından duman tütüyor, dedim aha duman varsa et var, et varsa pivo var, haj de mo. Güvenlikleri vatandaşları atlata atlata gittim aldım mühimmatı. Pek turist yoktu yine, o yüzden ilgi odağıydım; çağıranlar, ülke soranlar, bardaklarda alkol uzatanlar, atmosfer müthiş. E Sırp kadınlarına da diyecek yok. Ann’e olan sadakatimi yitirmeyerek gözümü kulağımı kapayıp hemen eve geri döndüm. Zaten 30-40 dakika içerisinde biraları içerken patlayan hava fişekleri izleyip konser alanından gelen müziği dinleyip Ann ile birbirimize sarıldık.
Soğuğun İçimize İşlediği Bir Gün Daha
Tekrar dedik Knez Mihailova’daki kafeye gidip Joghurt Crunch yiyelim, peşine de kuvana vino… Yedik içtik baktık saat olmuş 14.00. Ann caddede kestane tezgahlarını görünce şaşırdı onların memlekette yokmuş böyle kavurup caddede satma olayı, zaten doğru düzgün kestane de yokmuş. Tam kestaneyi alırken arkadan duyduğum bir sesi aynen şöyle aktarıyorum: ''İrfaaaaaaan, koşşşş la koşşş anaaa bakk kestane var burda da bak bak kestane''. Şaşırdım o ana kadar gördüğüm ilk Türklerdi (taksi macerası hariç).
Daha sonra Ann kestaneleri kendisi soymaya çalıştığında ellerin üşümesin bırak ben yapayım dedim. E delikanlıyız! İkinci kestanede ellerimdeki kan donuyordu resmen, fonksiyonlarımı yitirir gibi oldum. Soğuğun tarifi yok benim lügatimde. Peşi sıra herkese şiddet ile tavsiye edeceğim Dorcol bölgesindeki (diğer bir tarif ile Studentski parkının arka tarafı ve Knez'in sağ en sondan 1. sokağı) barlar ve restoranlar caddesine daldık.
Önümüze gelen her mekana girdik, hepsinin yerel içkisini içtik. Mevzu bahis caddenin ortalarında yer alan The Passenger isimli bar, yaz zamanlarında 1 numaradır eminim. Bahçesi gündüz kafe, akşam club. İç dış fark etmeksizin 22.00’den sonra DJ, insanları güzel, personeli güzel, fiyatı da uygun. Velhasıl saati ettik 20.00. Dedik hadi geçelim Kosava Restoran’a, canlı müzik dinleyelim. Müzik çok geç başladı. Mantar soslu tavuk, balık, mantar tabağı ve bira söyledik. Yerel içkilerden üç shut'ı da ikram ettiler.
Neyse, tekrar döndük Bar Central'a. Son gecemiz, sarhoş olmamız lazım. Geçtik arka taraftaki VIP tarzı olan bara, tek boş yer orasıydı. Başladık cin toniklerle içmeye, kokteyllerin biri geliyor biri gidiyor. Olur da yolunuz düşerse 'Miroslav ve Milos isimlerinde 2 usta barmenle tanışmanızı tavsiye ederim. Bir de adını benim koyduğum ''Red Feel'' isimli kokteyli deneyin ve Miroslav’dan hikâyesini dinleyin, şaşıracaksınız. Velhasıl mekânın pahalı olduğunu önden bildiğim için, Ann lavaboya gittiğinde ya da her fırsatta bu 2 güzel arkadaşa totalde 3500 RSD civarı bahşiş verdim. 20 cin tonik ve 6 tane rakija shot için 8000 RSD civarı hesap gelmesi gerekirken 2300 RSD geldi. Çünkü arkadaşlar sadece 6 tane cin tonik yazmışlardı. Maalesef bu noktalardan sonrasını hayal meyal hatırlıyorum zira başımıza bir şey gelmediğine ya da alkol komasına girmediğime şükrediyorum.
Ertesi öğlen olan uçuşumu yakalamak için 1-2 saatlik uyku ile saat 08.00 civarı uyanıyorum ama Ann ile ayrılmak epey zor, klasiğimizdir 5 dakika daha deriz hep, uyuruz ağzımız burnumuz şişene kadar. Gene aynısını yaptık, gözümü bir açtım ki saat olmuş 10.30! Uçuşa var 1 saat 50 dakika. Hangi ara bavul toparlanacak, vedalaşılacak, taksi bulunacak da gidilecek? Sarhoş kafa ile kaç dakikada ve nasıl yaptım ettim bilmiyorum ama güç bela uçuşu yakaladım.
Belgrad'da siz kimseye bulaşmazsanız kimse de size bulaşmıyor. Ola ki biri direkt bulaşıyorsa gerçekten tehlikeli olabiliyor ve yerlilerinin hepsi çok uyanık, tıpkı bizim Beyazıt-Sultanahmet esnafı gibi.
Tren garının olduğu yerler akşam saatlerinden sonra hiç güvenli değil.
Fazla nakit taşımak güvenli olmayabilir, kart şüphesiz en iyisi ve bahsedildiği gibi değil, birçok mekanda kart geçiyor artık Belgrad’da.
Hayat gerçekten de ucuz, Belgrad’da günlük 2000 RSD’ye iyi zaman geçirebilirsiniz.
4 Star/Lux taksilere kesinlikle binmeyi tavsiye etmem, zira öbürlerine de binilirse taksimetreyi kaça açtıklarını sorunuz, sahte taksimetre kullanımı bol.
Herhangi bir mekânda maç muhabbetine siz girmeseniz bile size gelip sorulma ihtimali yüksek olabilir. Vereceğiniz cevaba hazırlıklı olmakta fayda vardır elbet.
Konaklama için Studentski Grad, Dorcol, Knez Mihailova, Stari Grad bölgeleri gayet iyidir. Nehrin karşı tarafında bir yerde kalmak bütün ana heyecana uzak olmak demek, ulaşım sorunu demek.
Havalimanından taksi ile şehir merkezine ortalama 1300 RSD. Konaklamanızı sağlayan host/hotel 18-20 €’luk pick-up tekliflerinde bulunur ve kendilerine komisyon alırlar.