Karakurum Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Moğolistan’ın 13. yüzyıldaki başkenti olan Karakurum bugün dağlar arasındaki büyüleyici doğası ve eşine az rastlanır güzellikteki manzarasıyla dünyanın en özel coğrafyalarından birisidir. Oldukça köklü bir tarihe ev sahipliği yapan Karakurum, Moğolistan'ın güneybatısındaki Övörkhangay ilinde ve bugünkü Harhorin kenti yakınlarındadır. Burayı sadece Moğolistan için değil tüm dünya tarihi için önemli kılan şey ise Orhun kalıntılarının da bulunduğu Dünya Kültür Hazineleri Alanı’na ev sahipliği yapıyor oluşudur. Sadece doğa yapısı ile değil tarihi zenginlikleri ile de çok önemli bir coğrafyadır. 

Karakurum’un Tarihi 

Hiung-nu, Göktürk ve Uygur gibi pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış Orhun Vadisi üzerine kurulu Karakurum aynı zamanda Moğolistan’ın en eski tarım alanlarındandır. Bir dönem Harzemşahlara ait olan yerleşke verimli topraklarının da etkisiyle 13. yüzyılda Cengiz Han’ın saldırılarına uğramıştır. Moğol Devleti tarafından ele geçirildikten sonra 1220 senesinde bölgenin yeni başkenti ilan edilen Karakurum çevresi o dönemde surlarla çevrilmiştir. Cengiz Han’dan sonraki dönemde Ön Asya ve Orta Asya’nın en önemli siyasi merkezlerinden birisi haline gelen kent sınırları Mönge’ye dek genişlemiş olup bu yıllarda büyük Budist tapınakları yapılmıştır. 13. yüzyılın ikinci yarısında Flemenk ve Fransız misyoner William’ın ziyaret ettiği kente bu dönemde bir manastır inşa edilmiştir. Bu gibi etkilerle gitgide kozmopolit bir kimliğe bürünen kent, dini açıdan Paganlar, Mani dini inananları, Müslümanların bir arada yaşadığı iki camisi ve Nesturi kilisesiyle farklı inançtan insanları kucaklayan bir coğrafya haline gelmiştir. Daha sonra taht kavgalarından olumsuz etkilenen Karakurum, 13. yüzyılın sonlarında Çin yönetimine katılmıştır. Yaşanan savaşlar sebebiyle gerileme dönemine giren kent, Börçigin ve Oyrat kavimleri arasında el değiştirdikten sonra 17. yüzyılla beraber bugünkü sınırlarına kavuşmuştur.

Karakurum’da Görülmesi Gereken Yerler 

Xar Bulgas: Uygur İmparatorluğu’nun eski başkenti Xar Bulgas ya da diğer ismiyle Har Bulgas batı kaynaklarında Khar Bulgas diye de geçmektedir. Batıdan Harhorin çıkışından, şehrin batı tarafında yol Orhon Nehri’ne geçmektedir. Bu asfalt yoldan sonra asfaltsız bir yol başlar, bu güzergahı takip ettiğinizde ise Xar Bulgas’a ulaşırsınız. Antik kalıntılarla çevrili bu bölge bulutların toprakla birleştiği yerde bir rüya alemi gibidir.

Bilge Kağan Anıtı: Türkiye Hükümeti tarafından finanse edilen yeni bir müze olan Bilge Kağan Anıtı bölgesinde eski bir Türk İmparatorluğu ve Bilge Kağan ve Kul Tigin’e ait Türk yazıtlı iki taş stel bulunmaktadır.

KharKhorum: Erdene Zuu Manastırı’nın kuzey tarafında yer alan bu manastır, günümüzde Alman ekiplerin hala kazılarına devam ettiği bölgede yer almakta olup tarihin tozlu sayfalarına ışık tutmaktadır. Manastırın çitle çevrili kuzey ucundaki levha buraya dair yapılan yazışmalara kaynaklık etmektedir. Manastırın yapımı sırasında taş taşımak için kullanılan devasa kaplumbağaları sembolize eden iki heykel ve kaplumbağalar ile manastır arasında kaldığı tahmin edilen Ogodei Xaan Sarayı’nın kalıntıları da bölgenin dikkat çekici detayları arasındadır.

Erdene Zuu Manastırı: Bu manastır aslen 1500’lü yıllarda inşa edilmiş olmasına rağmen günümüze ulaşana dek birkaç kez tahribata uğrayıp restorasyondan geçmiştir. Manastırın bulunduğu sahaya girmek serbesttir, ancak eski tapınakların içinde resim çekmek ücrete tabi olup uzun çekimlere çok izin verilmemektedir. Bunda yapının halen daha ibadete açık olmasının da etkisi vardır. Tibet mimarisinden izler taşıyan tapınağın taş oymaları ve ihtişamlı yapısı görülmeye değerdir.

Tovhon Tapınağı: Orhon Nehri’nin batı kıyısındaki Harhorin’den güneybatı yönüne doğru devam edip sağa döndüğünüzde karşınıza çıkacak bu tapınak masmavi bulutlarla çevrili bir tepenin orta yerinde inci gibi parlamaktadır. Yemyeşil bir vadi üzerinde konumlanan sadece mimari çekiciliği ile değil içine yerleştiği doğa manzarası ile de benzersiz yapı engebeli ve zorlu bir yolculuğun ardından büyülü bir etki yaratır. Dağlık arazi içinde birkaç parçaya bölünerek dağılmış tapınağın hemen girişinde sizi karşılayan altın kaplama heykel ve mermer merdivenleri tırmanarak içine girdiğinizde ise bordo motifli duvar süslemeleri ve incelikli detaylarla bezenmiş iç mekân ile karşılaşırsınız. Tapınağın bir diğer cazip tarafı ise yürüme mesafesinde olan Orhun Şelalesi’dir.

Orhun Şelalesi: Dağların ortaya yerinden çağıl çağıl sağlayan sesiyle sizi çağıran Orhun Şelalesi bugün hâlâ Moğollar için kutsal kabul edilen ve Tanrı’nın bir lütfu olduğuna inanılan bir armağan niteliğindedir. Şelalenin hemen yanı başındaki ova özel günlerde ve bayramlarda toplanma alanlarından birisi olmaz özelliğine sahiptir. Ovanın bir ucunda bulunan dilek ağacı ise bugün hâlâ üzerine asılmış kumaş parçalarıyla rengârenktir. İnanışa göre bu ağaca gelip bez bağlayanlar, dilekleri kabul olduktan sonra tekrar gelip bu bezi şelalenin serin sularına bırakırlar.