Bergama’da Gezilecek Yerler

2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Bergama Dünya’nın 999’uncu mirası olarak kabul edilmiştir. Farklı dönemlerde çeşitli imparatorluklara ev sahipliği yapan Bergama’da gezeceğiniz yerler arkeolojik açıdan oldukça önemli müzeler ve antik yerleşim alanları olacaktır. Türk hakimiyeti öncesi Bergama çok yoğun bir şekilde önce Antik Dönem daha sonrada Roma Dönemi olmak üzere iki büyük ve önemli tarihsel serüveni yaşamıştır. Antik Dönem Krallarının bu bölgeye etkileri günümüzde bıraktıkları tarihsel kalıntılarla çok daha derin bir şekilde gözlemlenebilmiştir. 

Bergama’da Gezilecek Yerler

Birçok kez el değiştiren Bergama, 1317 yılında Osmanlı yönetimine geçmiştir ve günümüze kadar eserlerini korumayı başarabilmiştir. Sizlere "tarihi bir ziyafet" verebilecek olan Bergama; Akrapol, Asklepion, Kızıl Avlu, Bergama Müzesi, Bergama Kermesi gibi önemli tarihi yerleri ile Türkiye'nin en önemli bölgelerinden biri olma özelliği taşır. 

Akropol

Akropol, Yunanca’da “yüksek kent” anlamına gelmektedir, yani Pergamon Krallığı’nınYukarı Şehri’dir. Şehrin en tepesi olduğu için tapınakların çoğu Akropol’de bulunmaktadır. Çünkü dönemin inancına göre Tanrılara yakın olmak amacıyla tapınaklar mümkün olduğu kadar yüksek alanlara inşa edilirdi.

Kale Dağı’nın tepesindeki antik Pergamon yerleşimi anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneğini temsil etmektedir. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı, Dionysos Tapınağı, agora ve gymnasion yapıları bu dönem mimarisinin en seçkin örneklerindendir.

Pergamon’un koruyucusu sayılan Athena adına yapılan Athena Tapınağı, Akropol’ün en önemli mekânlarındandı; ancak 1878’de başlayan kazılardan sonra Bergama’daki birçok eser gibi tapınağın da büyük bir bölümü Berlin’deki Pergamon Museum’a taşındı. Dionysos Tapınağı ve Zeus Sunağı da burada yer alıyor. Zeus Sunağı kazılardan sonra onarılmak üzere Berlin’e götürülmüş ve sergilenmek üzere oradaki müzeye kaldırılmıştır.

Athena Tapınağı’nın güneyinde ise Helenistik dönemde yapılan yaklaşık 10.000 kişilik dünyanın en dik tiyatrosu bulunmaktadır.

Asklepion Antik Kenti

Pergamon akropolünün hemen dışında, Geyikli Dağı’nın yamaçlarındaki sulak bir vadi üzerinde, Sağlık Tanrısı Asklepios’a adanmış bir antik kent yer alır. Asklepion adıyla bilinen bu antik kent, MÖ IV. yüzyılda kurulmuş bir tedavi merkeziydi ve faaliyetini sürdürdüğü MS IV. yüzyıla kadar da “Antik Çağın En Önemli Sağlık Merkezi” olarak ün yapmıştı.

3

Modern tıbbın ve modern eczacılığın merkezi olan Asklepion, aynı zamanda antik çağın ünlü hekimlerinin yetiştirildiği tıp okuluyla da büyük bir tarihi öneme sahip. Hipokrat’ın hekimlik kurallarının bugünkü şekline gelmesi de, bu okulda yetişen Bergamalı Galenos’un sayesinde gerçekleşmiştir. 

Her kentin olduğu gibi, Asklepion’un da bir kuruluş efsanesi var elbette. Pergamon’un ilk Prytanlarından (yönetici) olan Arkhias, bir av sırasında ayağından yaralanır ve Yunanistan’ın ünlü Epidauros Asklepionu’nda tedavi edilir. Tamamen sağlığına kavuşan Arkhias, Sağlık Tanrısı Asklepios’a minnetini göstermek için bu kültün Bergama’da da kurulmasını sağlar. 

Antik Çağ’da insanlar, sularının şifalı olduğunu düşündükleri için büyün sağlık problemlerinin çözümünü burada ararlardı. Dönemin ünlü hekimleri tarafından yapılan spa terapileri ve çamur banyolarının yanı sıra en çok kullanılan diğer tedavi yöntemleri arasında telkin ve aromaterapi de yer alıyordu. Asklepion’da tedavi gören ünlü söylev ustası Aristides, burada kullanılan tedavi yöntemlerini, “Hieroi Logoi” adını verdiği kitabında anlatmıştır. Hastaların su sesini dinleyerek istihare uykusuna yatırıldıkları “uyku odaları”, bu kitapta geçen önemli bilgiler arasındadır.

Kutsal Alana Giriş

Via Tecta (Kutsal Yol) adı verilen 1 kilometre uzunluğunda, üstü örtülü ve sütunlu yoldan geçildikten sonra propylan denilen anıtsal kapıdan girilerek alana ulaşılır. Bugün sadece kısa bir duvarı kalmış olan bu kemerli kapı, yerli halk tarafından “Viran Kapı” olarak da bilinir ve bir rivayete göre, bu kapının hemen üzerinde “Bütün Tanrıların Kutsiyeti için Asklepion’a Ölüm Girmesi Yasaktır” yazılı bir levha olduğu bilinir. Bu telkinle, içeri giren tüm hastaların iyileşeceklerine dair güçlü bir inanca sahip olmalarının amaçlandığı belirtiliyor.

1

Şölen Avlusu

Girişin hemen sağında bir kütüphane, solunda ise Zeus Asklepios’a adanmış bir tapınak yer alır. Büyük şölen avlusunun dört bir yanı sütunlu galeriler ile çevrilidir; kuzeybatı yönündeki 3500 kişilik tiyatro da bu galerilerden biridir. Yapının en alt katında imparatorlar için ayrılmış özel bir loca yer alır ve sahnesi üç katlıdır. Hastalara terapi amaçlı dans ve müzik gösterilerinin düzenlendiği bilinen tiyatro, bu yapısal özellikleriyle Anadolu’daki antik tiyatrolar arasında bir ilk olması bakımından da önemlidir.

Avlunun güneydoğusunda ise mimarisi nedeniyle “Yuvarlak yapı” denilen bir tedavi binası yer alır. Burada aynı zamanda küçük operasyonların yapıldığı da yine tarihi kaynaklardan edinilen bilgiler arasında.
Asklepion’un bu kadar ünlenmesine ve önemli bir şifa merkezine dönüşmesinin en büyük sebebi olan kaynak suyu, bugün hala akmaktadır. Aristides’in kitabında bahsettiği “uyku odaları” da bu kutsal kuyunun hemen güneybatısında yer alır. 

2

Yılanlı Sütunun Hikayesi

Yine bir rivayete göre, Asklepion’a zehirlenmiş bir hasta getirilir ama hiçbir tedavi yöntemi sonuç vermez. Hasta umutsuzca sağlık merkezini terk ederken, hemen giriş kapısının önünde iki yılanın bir süt için kavga ettiğini görür. Kavga esnasında yılanların zehirleri de süte karışmaktadır. Hasta, yaşamına son vermek için süte yaklaşır ve hepsini içer, içtikten sonra da oracıkta uyuyakalır. Uyandıktan sonra tamamen iyileştiğini görür. Bu olay üzerine Galenos, Sağlık Tanrısı’na adak olarak, aynı yere üzerinde iki yılan kabartmasının yer aldığı bir sütun diktirir. Bugün bu sütun, Asklepion’un girişinde hala görülebilen küçük bir taş parçası halindedir. Modern tıbbın günümüzdeki sembolü haline gelmiş olan birbirine sarılmış iki yılan figürünün kökeni de işte bu efsaneye dayandırılmaktadır.

Kryptoportikos (Yeraltı Geçidi)

Uyku odaları ile tedavi binasını birbirine bağlayan bu geçit, 70 metre uzunluğundadır ve üzeri tonozlarla örtülüdür. Bunun sebebinin, hastaların kötü hava şartlarından etkilenmesini engellemek olduğu bilinmektedir. 
 

Bergama Müzesi

6-Asklepion-Tiyatrosu-M.S.-II.yy_.jpg

Carl Humman ve Alexander Conze yönetiminde 1878 yılında Bergama'da başlayan arkeolojik kazıların sonucunda, 1900-1913 yıllarında Akropol’de yapılan kazılar sırasında bugünkü Alman Kazı Evi yanında bir depo müzesi yapılmıştır. Bu depo o dönemde Türkiye'deki iki arkeolojik eser deposundan biridir.

Bergama Akropolü üzerinde bulunan ancak 1870 yılında Prusya’ya götürüldüğü için orijinali Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergilenmekte olan Bergama Zeus Sunağı’nın bir maketi, müzenin arkeolojik eserler bölümünde sergilenir. Bergama Müzesi’nde toplamda 8643 arkeolojik eser, 1920 adet etnografik eser, 7302 sikke bulunmaktadır. Müzedeki Erken Tunç döneminden Bizans dönemine kadar değişik dönemlere ait arkeolojik eserlerin çoğu Bergama ve çevresinde yapılan kazılardan çıkmıştır.

Etnografya seksiyonunda bölgeye ait halı, kilim (Yuntdağ, Yağcıbedir, Kozak Bergama dokumaları), kumaş dokuma örnekleri, el işlemelerinin yanı sıra Anadolu'nun diğer yörelerine ait el emeği eserler de sergilenmektedir. Müzede özellikle görülmesi gereken eserlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Nymphe Heykeli ( M.S 2. Yüzyıl - Yunan ve Roma mitolojilerinde doğada bulunan tanrısal genç kız figürüdür Nymphe’ler), Medusa Mozaiği (M.S 3. Yüzyıl - Pergamon Akropolünde bir mimari yapının tabanında bulunmuştur), Sokrates Büstü (Roma Dönemi).

Kızıl Avlu

Kızıl Avlu M.S 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu Mısır Medeniyeti etkisindeyken yapılmıştır. Mısır Tanrıları İsis ve Serapis’e adanmıştır. Dolayısıyla Serapion diye de geçmektedir. Tapınak kullanıldığı dönemde yeraltı tanrısı Serapis’in 10 metre yüksekliğinde bir heykeli varmış ve kimi ayinlerde tapınağın altında yer alan tünellerden heykelin içine giren rahip, Serapis’i taklit ederek söylevini yapar ve ayini böyle gerçekleştirirlermiş.

Roma İmparatorluğu Hıristiyanlık sonrasında tapınağı kiliseye çevirmiştir. İncil'de adı geçen 7 kiliseden kesin olarak yeri bilinen tek kilisedir. Bergamalılar tarafından "Kızıl Avlu" diye adlandırılır. Kızıl Avlu diye adlandırılmasının sebebi; dışarıdan bakıldığında tamamen kırmızı tuğla ile kaplı olmasıdır. Binayı kaplayan mermerlerden birkaçı bugün bile görülmektedir.

Tapınağın kazısı sırasında ele geçen tabletlerde yapılan incemeler sonucunda tapınağın inşasına ait bilgiler edinilmiştir. Yaklaşık 40 kilometre uzakta Manisa’da bir ocakta üretilen ‘Kızıl Tuğla’lar tuğla ocağından Bergama’ya kadar sıralanmış kölelerce elden ele taşınmış ve aynı köleler tarafından yapılmıştır.

Restorasyon çalışmaları uzun yıllardır sürmektedir ve muhtemelen bunu okuyan sizler Kızıl Avlu’yu görmeye gittiğinizde hala restorasyonda olacaktır.

Bergama Kermesi

1934 yılında Ege Bölgesi’nde bir yurt gezisine çıkan Mustafa Kemal Atatürk, nisan ayında Bergama’ya gelir. Şehri gezer, ardından Halkevi’nde Bergama’nın ve İzmir’in ileri gelenleriyle bir toplantı yapar. Bu toplantıda, Bergama ile ilgili alınan önemli kararlardan birisi de binlerce yıl öncesinden itibaren çok değerli eserlere ev sahipliği yapan Bergama’nın tanıtılması için dünya çapında bir şenlik düzenlenmesidir.

22 Mayıs 1937’de Bergama gönüllülerinden oluşan Bergama’yı Sevenler Cemiyeti’nce hazırlanan ilk kermes, Atatürk’ün arzu ettiği gibi, Bergama’nın tarihi ve kültürel değerlerini ön plana çıkaran bir programa sahiptir. İlk kermes, Akropol ve Asklepion’da dünya klasiklerinin sergilendiği tiyatrolara, unutulmaz Kozak Günleri’ne, Çandarlı ve Dikili’de deniz eğlencelerine, cirit-kalkan oyunlarına, zeybek ve efe gösterilerine sahne olur. 1937 yılından günümüze, İkinci Dünya Savaşı’nın çetin yıllarında ve ülkenin geçirdiği siyasi ve ekonomik dalgalanmalarda bile hiç ara verilmeden kutlanan, Türkiye’nin ilk ve en uzun soluklu festivalidir.