Akdeniz'in kıyısına eni konu yerleşmiş bir şehre, belki de haksızlık ederek ayrılıyorum Marsilya'dan. Bana sunduğu birçok kıyağa rağmen hem de! Oturup düşündüğümde konakladığımız Mercure Oteli'nin bize sunduğu konforu es geçemeyeceğimi anlıyorum. Bir kere sonuna kadar kullanabildiğiniz ve her gün yeniden doldurulan minibar, üstüne kolayca çizgi çekilmeyecek kadar güzel bir hizmet. Bunun için beş kuruş para talep etmiyorlar sizden. Güneşin peşiniz sıra tepenizde dolandığı bir şehir için bulunmaz nimet: zira bizim oğlan ice-tea tüketimiyle bütçemizde kocaman delikler açıyor.
Avrupa'da içeceklerin bu kadar pahalı olması, insanı kesinlikle daha ucuz olan şaraba ve biraya yönlendiriyor bence. Zaten hiç sevmem yemeğime eşlik eden alın alı bir şarabı ya da öğlen yemeğinden önce tadına baktığım buz gibi bir birayı. Kuzey'in yaşı küçük; cebimizdeki deliğe rağmen ice-tea içmesini destekliyoruz.
Yolun başka bir dönemecindeyiz. Bir gece daha kalacağız Marsilya'da ama gün Cezanne'ın şehri Aix en Provence'a gitme vakti. Sanki beklediğim gün bugünmüş gibi hissediyorum. Yoldaki ayak izleri hep ilgimi çekmiştir, artık siz de biliyorsunuz bunu...
Fransa kırsalına yolculuk... Marsilya'dan 26 kilometre ötesine uzanıp, Cezanne'ın tüm hayatını geçirdiği bir şehre ulaşacağız. Nasıl da yakın, bir o kadar imkânsız. Ben doğmadan tam 136 yıl önce doğmuş bir yaşama sadece yirmi altı km ötede duruyor olmak mucize değil mi sizce de?
Buraya gelmeden önce bir kitap almıştım elime. Kitapçı raflarında erişememiştim kitaba da, Nadir Kitap yetişmişti imdadıma. Eski kitapların hepimizin uğradığı o devasa kitapçı raflarında olmaması ne yazık! Kendisi de Cezanne gibi bir ressam olan Emile Bernard, ''Cezanne Üzerine Anılar'' isimli kitabında Marsilya'dan Aix en Provence'a olan yolculuğunu anlatarak başlar yazdıklarına. Cezanne'ı bulmak için Aix en Provence'a ilk gidişinde uzun bir yolu kat etmek zorunda kalmıştır, sonraki gidişini ise anlata anlata bitiremez. Artık Marsilya-
Aix en Provence arasına elektrikli tren konulmuştur ve yol sadece iki saate inmiştir.
Şimdi biz Marsilya Tren İstasyonu'ndan kiraladığımız bir arabanın içindeyiz. Kısa bir yolculuk yapacağız. Emile Bernard'ın içinde taşıdığı kadar büyük bir heyecanı taşımıyoruz içimizde... Bizimki 21. yüzyılın gel geç heveslerinden biri. Her şeyi hemen tüketmeye hazır bir zamanın çocuklarıyız ne yazık ki. Kuzey'i başka bir hayatın içine sokabilmek için, önündeki yola onun görebileceği küçük şekerlemeler bırakıyorum.
Önceden hazırlayıp, üstüne bilmeceler yerleştirdiğim bir haritayı eline tutuşturuyorum. Aix en Provence'da izini sürmesi gereken evler, okullar, kiliseler ve kafeler var.
Emile Bernard, 'Ustam' dediği Cezanne'ı bulmak için çıkmıştı yola. Marsilya şimdiki kadar kalabalık değildi o zamanlar. Yolda karşısına çıkanları yolundan çeviriyor, bu şehirden az ötede başka bir şehirde yaşayan büyük ressamı soruyordu. Cezanne'ı kime sorarsa sorsun, aldığı cevap hep aynı oluyordu. Ya hayır diyordu karşısına çıkanlar ya da olumsuz anlamda başlarını iki yana sallıyorlardı.
Bernard, Aix en Provence'a vardığında da değişen pek bir şey olmadı. Cezanne' ı tanıyan kimse yoktu kendi yaşadığı şehirde. Birkaç denemeden sonra karamsarlığa kapıldı. Sonradan pazar günleri Cezanne'la beraber birlikte gidecekleri kilisenin yanında gördüğü bir adam, belediye kayıtlarına bakmasını akıl verdi de Emile Bernard'ın aklı başına geldi.
Cezanne'ın evinin adresi kayıtlarda yazılıydı.
Bugün Cezanne'ı hepimiz tanıyoruz. Şimdi biz Paul Cezanne'ın peşinden Aix en Provence'a gidiyoruz.
Cezanne’ın İzinde
Aix en Provence'a gittiğimizde aylardan Temmuz'du. Hava sıcak mı sıcak... Çantamda buraya gelmeden aylar önce doldurmaya başladığım defterim; şimdi tam da buraya gelmişken açılıp okunmayı, hatta içine bir de yaşanmışlıkla yazılmayı bekliyor.
Bu kadar sıcak bir havada gezmekten hoşlanmamamıza rağmen yapacak bir şey yok: Mevsim lavanta mevsimi!
Aix en Provence ise Cezanne'ın şehri. Arabamızı park ettikten sonra hemen kendimizi şehrin merkezinde buluyoruz. Sıcağa inat her köşe başını mesken tutmuş çeşmeler hemen gözüme çarpıyor. Durmaksızın akıp duran ılık sularından üzerleri yosun tutmuş yeşil çeşmeler...
Pek havalı Cours Mirabeau Caddesi karşımızda. Caddenin iki yanında 17. ve 18. tüzyıldan kalma binalar ve kaldırımların üstünde kocaman gövdeleriyle uzanan ve gölgesini esirgemeyen çınar ağaçları...
Cours Mirabeau Caddesi 53 numara üstünde Cezanne'ın ve Emile Zola'nın yıllarca oturup kahvelerini yudumladıkları ve sohbet ettikleri "Café des deux Garçons".
Yeşil tenteli kafeyi görünce dayanamıyorum. Hemen oturup bir şeyler içmek istiyorum. Oysa daha yeni ayak bastık şehre. Yan masada gördüğüm ve gözüme çok havalı görünün o yeşil içecekten istemeye karar veriyorum. Yok, hayır! Elbette kocamın, 'karşılıklı kahve içelim' önerisini kabul etmeyeceğim. Hayatta her zaman bildiklerimizi tekrar edersek, gelişim göstermek için oturmuş bekleyen ruhumuz ne ile beslenecek?
Anlıyorum ki cevap, mentollu yeşil içecekte değil!
Buradan sadece 25 kilometre uzaklıktaki Marsilya ile Aix en Provence arasında böylesine bir fark olması inanılır gibi değil. Marsilya ne kadar ruhunu kaybetmişse, burası da tam tersi bir izlenim bırakıyor insanın üstünde. Hemen kafenin yanı başındaki binada Cezanne'ın babasının şapkacı dükkanı varmış. Şimdilerde eskimiş olan binanın sarı boyasının üstünde hâlâ şapkacının duvara yazılmış ismi duruyor.
Cezanne genellikle her öğleden sonra bu kafeye gelir, akşam yemeğinden önceki zamanını burada geçirirmiş. Zola ile dostlukları yazarın kaleme aldığı "Eser'' adlı romanından sonra bitmiş. Kitabı okuyan Paul Cezanne, Emile Zola'nın kitabında sefil bir insan olarak tanımladığı kişinin kendisi olduğunu anladıktan sonra, bir mektup yazarak Zola ile dostluklarını bitirmiş. Zola'nın tüm ısrarlarına rağmen bir daha da asla arkadaşıyla görüşmemiş.
Şehrin her yeri Cezanne'ın izleriyle dolu. Kafeden kalktıktan sonra elimizdeki haritaya bakarak bir bir Cezanne'ın gitmemizi istediği her yeri aramaya başlıyoruz. Cours Mirabeau üstünde uğrayacak yerlerimiz var.
Mirabeau üstünde 13 numarada Café Oriental, 44 numarada Café Clement. İki kafe de Cezanne'ın uğradığı kafelerden.
Cours Mirabeau Caddesi 30 numarada Cezanne'ın annesi ölene kadar oturmuş. Cezanne her akşam annesini ziyaret eder, artık yürüyemeyen annesini kucağında taşıyarak aşağı indirir, sonra da arabaya bindirerek gezdirirmiş. Hayırlı evlatmış yani Cezanne... Madam Cezanne bu evde 25 Kasım 1897'de ölmüş.
O kadar şanslıydık ki, bizim gittiğimiz gün bu geniş cadde üzerinde bir pazar kurulmuştu.
Navette denilen çeşit çeşit kurabiyeler vardı bir tezgahta. Hepsinden birer tane aldım kurabiyelerin...
Bir de lavanta balına dayanamadım. Yolumuz üstünde her gördüğüm pazardan çantama ufakta olsa bir kavanoz bal almadan ayrılmadım.
Peynirlerden bahsetmeme gerek yok zaten değil mi?
Buna ek olarak bir de trüf mantarıyla tanıştım. Utanmadım dokundum. Taş gibi sertti. Görünüş itibariyle mantarla uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Pazarın keyifli atmosferinde bir müddet gezindikten sonra Cours Mirabeau Caddesi'nin sonuna kadar yürüyüp, Aix en Provence'ın en büyük çeşmesi La Rotonde'u gördük. Her saat başı kalkan minik gezi trenine binmek istesek de, trende oturacak bir koltuk bile yoktu. Bir sonraki gelişimizde dedik birbirimize havadan bir umut dağıtarak...
Bu şehre ayırmadığımız bir gece için beraberce hayıflandık. Fazla otel değiştirmemek adına Marsilya'da bir gece daha kalmak istemiştik ama dönerken o geceye ait olmak üzere ruhumuzu Aix en Provence'da bıraktığımızı fark ettik.
Şimdi buradan turist ofisine! Cezanne ile işimiz daha bitmedi.
Cezanne'ı Aix en Provence sokaklarında kaldırımların üstüne işlenmiş ''C'' harfleri eşliğinde izledik. Yanımızdaki dokuz yaşındaki çocuğun, elinde harita ile sokaklara serpilmiş bu işaretlerin peşinde koşturmasını sizin de izlemenizi ne çok isterdim. Tabii Fransa'nın güney köşesinde yakaladığım bu keşif duygusunu çocuğum kendi şehrinin orta yerinde de yakalasaydı. Atlasaydık yandan çarklı ada vapuruna, köpüklerin arasından varsaydık Burgazada'ya. Yol kenarlarına döşenmiş ''S'' harfinin ardına düşerek Sait Faik'i bulsaydık bir köşkün duvarlarının arasında...
Demem o ki, hayale yakın bir ruh halindeyim masamın başında...
Cezanne'a gelince... Gideceklere küçük bir uyarı: Şehre varmadan önce bilgisayar başına geçerek, Cezanne'ı anlatan tarihi üç yerin biletlerini alabilmek mümkün.
Liste şöyle:
- Şehrin sokaklarında gezip, Cezanne'ın ve ailesinin yaşadığı evleri, Cezanne'ın okuduğu okulu ya da arkadaşlarıyla oturup içkisini içtiği kafeleri görmek için şehrin içinde mutlaka gezilecek.
- Merkezden 1.5 km uzaklıktaki stüdyosunu görmek ve Cezanne'a ait eşyalara dünya gözüyle bakmak için ATELİER CEZANNE'a bilet alınacak. Mümkünse her gün Cezanne'ın yaşadığı rutini bozmamak adına buraya yürüyerek çıkılacak ve yolun sonunda bu yapılandan pişmanlık duyulacak.
- Cezanne'ın baba evi JAS DE BOUFFON'un içinde ise artık Cezanne'a ait bir iz bulmak mümkün değil. Geniş bahçenin içinde ayakta duran binanın ve içinin kesinlikle ciddi bir bakıma ihtiyacı var. Yine de evin ve bahçenin Cezanne hatırına kesinlikle gezilmesi gerekli! Tablolara konuk olan ağaçlar, havuz ve heykeller hâlâ oldukları yerde beklemekte.
- Cezanne'ın 1895 yılından 1904 yılına kadar bir kulübe kiralayarak çalıştığı BIBEMUS QUARRİES (Bibemus Taş Ocakları) ise bir diğer alan. Cezanne burada taş ocaklarının ortasına şövalesini atarak11 yağlıboya,16 suluboya tablo yapmış.