Şam havaalanına varışımızın ardından hemen duty free’ye yöneldik. Burada her şey, özellikle de alkollü içecekler çok çeşitli ve çok ucuz. Buradaki küçük çaplı alışverişimizin ardından pasaport kontrolüne girdik. Şansımıza sıra da yoktu ve hemen geçtik. Havaalanının dışında information desk’in yanına taksi kiralayabileceğiniz bir stant koymuşlar. Biz vakit kaybetmemek için hemen buradan bir taksi kiraladık. Fiks tarife uyguluyorlar, 35 dolar. Burada para birimi Suriye poundu. 1 dolar ile 45 Suriye poundu alabiliyorsunuz.
Havaalanının dışına çıktığınızda bağımsız taksiler de var. Bunlarla daha uygun fiyata anlaşmak mümkün. Otobüsü tercih ederseniz kişi başı maksimum 2 dolar ödüyorsunuz.
Taksici bizi doğruca otelimize götürdü. Havaalanı ile şehir merkezi arası 30 km ve yaklaşık 25-30 dakika sürüyor. Otelimiz Hicaz Tren İstasyonu ile Hamidiye Çarşısı'na eşit mesafedeki “Al Majed Hotel”. Hemen karşısında da benzer konseptte “Al Khadim Hotel” var. Her ikisinin de girişindeki kafeler çok güzel. Suriye’nin yerel yapısını yansıtıyor.
Otel biraz rutubet kokusu dışında ekonomik oteller sınıfında hiç fena değildi. Biz iki kişi için 1 geceliğine 50$ ödedik. Burada dikkat edilmesi gereken konu, taksiden indiğiniz gibi biri gelip çantaları arabadan indiriyor, bahşiş istiyor. Bir diğer kişi yere konulan valizleri lobiye götürüyor, bahşiş istiyor. Bambaşka biri odaya çıkartıyor, o da bahşiş istiyor. Sözün özü valizlerinize sahip çıkın, Suriye’de her yer bu şekilde… Bahşişsiz iş dönmüyor.
Kaison Tepesi
İlk olarak Şam’ın gece görüntüsünü izlemek üzere Kasion Tepesi’ne çıkıyoruz. Birbiri yanına sıralanmış kafelerden birine oturup, nargile eşliğinde manzaranın keyfine varıyoruz.
Hamidiye Çarşısı
Oradan Hamidiye Çarşısı'nın içinden geçiyoruz. Cuma günü ve saat 21:00 olmasına rağmen birçok yerin açık ve kalabalık olması çok şaşırtıyor bizi. Hamidiye Çarşısı Osmanlı padişahlarından Sultan Abdulhamit tarafından 1863 senesinde yaptırılmış. Bizdeki Kapalı Çarşı gibi sağlı sollu birçok mağaza var. Satılan şeylerde bizim kapalı çarşıdakilerle çok benzer. Giyim kuşam, takı, masa örtüleri ve Şam’a özgü birçok ürünün satıldığı ufak ufak birçok mağaza. En çok dikkatimi çeken iç çamaşırı dükkanlarının tamamında seksi iç çamaşırlarının sıralanıyor olmasıydı. Kalp şeklinde sütyenlerden tutun da küloduna, renkli renkli uzun peluşlarına kadar her modele rastlamak mümkün. Çarşının içinde yürüyen kara çarşaflıların, Allah muhafaza bir şey olup çarşafları aynı anda üstlerinden bir düşse burası Rio karnavalını aratmaz, ben o kadarını söyleyeyim size. Yaklaşık 1 km uzunluğunda olan bu çarşının içinde 3 tane dondurmacı var. Ama en meşhur olanı girişten ilerlediğinizde sağdan ikincisi. Zaten önündeki uzunca kuyruğu görünce “Hee, işte burasıymış.” dedirtecek size. Kapalı çarşının içinde de sağ tarafta ufak bir camii var, yanlış hatırlamıyorsam adı Ahmed Paşa Camii idi.
Emevî Camii
Sağa sola sapmadan doğruca yürüdüğünüzde çarşının sonuna ulaşıp açık havaya çıkıyorsunuz; vee işte karşınızda Emevî Camii. İngilizce olarak adı Omayyad Mosque olarak geçtiğinden tabelalara bu şekilde bakmakta yarar var. 7000 metrekarelik alana kurulu olan bu cami 705 senesinde Emevilerin burayı fethine kadar ufak bir kiliseymiş. Emevi halifesi Velid Bin Abdülmelik bu kiliseyi camiye çevirerek zaman içinde yeni bölümler eklemiş. Şu anda şehrin en eski ve en büyük camisi durumunda.
Camiye girmeden önce giriş kapısının yanında bulunan cübbelerden alıp giyiyoruz ve artık içerideyiz. Müslümanlar tarafından kıyamete yakın bir zamanda Hz.İsa’nın yeryüzüne ineceği söylenen ak minareyi görüyoruz. Mimari yapısı oldukça güzel ve bembeyaz oluşu da ayrıca etkileyici. Hz. Hüseyin’in kesik başı ve Hz. Yahya’nın kabri de bu caminin içinde yer alıyormuş. Cumartesi olduğundan mıdır emin olamadım ama sanırım bu cami her daim ziyaretçi akınına uğruyor. Avlunun içinde bir hazine kubbesi var. Bu kubbe Abbasiler tarafından kamu hazinesini korumak için yaptırılmış. Hırsız eli uzanamasın diye düşünmüş olacaklar ki kubbeyi yerden yüksek kalacak şekilde 8 sütun üzerine oturtmuşlar.
Caminin diğer kapısından çıktığınız noktada 5-6 basamak inerek çok hoş nargile kafelerin ve hediyelik eşyaların olduğu bir alana geliyorsunuz. Buradaki kafelerden birinde soluklanmak için bir nargile içiyoruz. Kafenin hemen karşısında ahşap üzerine sedef kakma yapan bir gencin önünde duraksayıp, devam eden yüzlerce turisti gözlemliyoruz.
Bu kadar soluklanma ya da tömbek içtiyseniz tıkanma sonrası, Azem Sarayı'na doğru yürümeye devam ediyoruz. En fazla 3 dakika yürüme mesafesi olsa da hem kalabalıktan hem de sağlı sollu ufak mağazaların cezbediciliğinden, bizim varışımız 30-40 dakikayı buluyor.
Beni en çok cezbeden sıra sıra dizilmiş kuruyemişçiler olurken eşim ise Suriye çeliğinden yapılan özel el işçilikli kılıçlara takıldı. Bu çarşıdan, ya da genelleme yaparsak Suriye’den Ahmad Çayı ve Şam tatlılarından almadan kesinlikle ve kesinlikle dönmeyin.
Azem Sarayı
Nihayet Azem Sarayı'na vardık. Ama diğer bilindik isimleri Azem Paşa Yalısı ve Esat Paşa Sarayı… Osmanlı egemenliği döneminde buraya Suriye Valisi olarak Esat Paşa atanmış, 1749 senesinde de bu konağı yaptırmış. Saray denildiğine bakmayın, büykçe bir konak. Tamamı taştan yapılmış olan oldukça güzel bir avlusu var. Bir tarafı haremlik, bir tarafı selamlık. Neyse ki artık o dönemde değiliz, her iki tarafını da gezebiliyoruz.
Osmanlı’nın son Suriye valisi olan Esat Paşa tarafından 1749 yılında yaptırılmış. Emevî Camisi'ne sadece 5 dakikalık yürüme mesafesinde olan saray güzel bir taş yapı. Bahçedeki begonvil çiçekleri ayrı bir güzellik katıyor avluya. Neredeyse avluya açılan her odada o dönemin yaşam tarzını anlatan konsept içerisine mankenler yerleştirilmiş.
Buradan çıkıp güzel bir restoran bulmak için ara sokaklarda turluyoruz. Bab-al Farah restoranı bir avlu çevresinde yerleşmiş, İç dekoru çok otantik. Çalışanlar çok sempatik ve temiz. Biz biraz acıktığımız için epeyce bir şey söyledik. Halep Kebabı, etli humus, sarımsaklı yoğurt, tabouleh salatası, babagannuş ve içli köfte. Tabouleh salatası ince ince kıyılmış maydanoz, yeşillik ve domates içine bir miktar bulgur ile hazırlanıyor. Hem doyurucu hem de çok lezzetli. Halep kebabı zaten kendini aşmış durumda. Bir de Şam’daki restoranların neredeyse tamamında yemeğiniz bittikten sonra koca bir sepet meyve ikram ediyorlar. Şunu da belirtmek gerekir ki tam anlamıyla donatılmış bir masa yanında bol bol taze meyve suyu için 2 kişi en fazla 30-35 TL para ödüyorsunuz. Tam rakılık sofraydı ama meyve sularının da hakkını vermek lazım. Koca bir bardak saf nar suyu sadece 1,5 TL. Yani şöyle; 1 ay kadar Suriye’de kalsam en kısa sürede en fazla kilo alabilen kişi olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na girebilirdim.
Yeraltı Kilisesi
Buradan ara sokaklardan geçerek yaklaşık 500-600 metre yürüyoruz. Bu yol üzerinde Osmanlı döneminden kalma birçok küçük cumbalı ev var. Bir kısmı otele çevrilmiş, bir kısmının ise alt tarafı çerez ve hediyelik eşya dükkânı olarak kullanılıyor. Bu yol üzerinde devam ederken aradığımız sokağı buluyoruz. Bu dar sokak bizi doğruca Anania Yeraltı Kilisesi'ne götürecek. Sokak üzerinde modern denebilecek birkaç kafe ve hediyelik eşyacılar var.
.
Rivayete göre burası eskiden bir mağara imiş, Hristiyanlığı yaymak için buraya gönderilen kişinin ailesi aslen koyu bir Yahudiymiş. Bu kişi görevi için Suriye’ye gelirken yolda gözleri kör olmuş ve saldırıya uğramış. Yahudiler de ona yardım etmek için onu bir mağaraya yerleştirmişler. İlk olarak bu ufak mağarayı evi olarak kullanırken sonradan kiliseye çevirmiş. Bu sebeple burası "Yeraltı Kilisesi" olarak anılıyormuş. Eğer Şam’da yeterli vaktiniz yoksa bu kiliseye gitmeyebilirsiniz.
Şam’ın buradaki adı Damascus. Ama Suriyeliler kestirmeden “Damas” diyorlar. Gerçi Halep’e de Aleppo diyorlar. Tamam kabul bunda benzerlik var ama Damascus nere Şam nere?
Hicaz Tren İstasyonu
Hicaz Tren İstasyonu'nu görmeden dönmek olmaz ama raylar nerede? İstasyonun giriş binası yerli yerinde tüm görkemi ile duruyor. Önünde de göstermelik bir tren. Yani önündeki bu tren olmasa oranın tren istasyonu olduğunu anlamadan önünden geçebilirsiniz. Rayların olduğu, daha doğrusu olmadığı alanı tamamen kapatmışlar ve içinde çalışma yapıyorlardı. Ama ne çalışması olduğunu anladığımı söyleyemem.
Hicaz Tren İstasyonu, Osmanlı döneminde Sultan Abdülhamit tarafından Ortadoğu’da İngiliz ve Fransızlara üstünlük sağlamak için yaptırılmış. O dönemde Anadolu’ya gitmek 40 saat civarı sürüyormuş, bu süreyi kısaltmayı amaçlamışlar. Demiryolu yapımına 1900 senesinde başlanmış ve askeri destekle 1911’de tamamlanmış. Askeri destek derken, ortada şöyle bir durum var; inşaat çabuk bitsin diye Osmanlı burada gönüllü çalışan askerlere 1 sene erken terhis olma ödülü vermiş. Bir şeyin ucunda havuç varsa ulaşmaya çalışanı da çok olur. Tam tamına 7.500 asker burada gönüllü çalışmış. Şimdi anlayamadığım, o kadar uğraş didin demir yolunu tamamla, sonra da sökülsün. Nasıl bir iş? Mutlaka büyüklerin bir bildiği vardır deyip geçmekten başka bir şansımız yok. Şu an sadece alt katı sahaf tarzında bir kitapçı. Üst katında ise eski döneme ve o dönemdeki trenlere ilişkin fotoğraflar yer alıyor. Bir de açık havada bu eski trenlerin sergilendiği bir müze varmış ancak biz gitmeye fırsat bulamadık.
Süleymaniye Külliyesi
Buradan çıkıp sırtınızı Hamidiye Çarşısı'na verip yaklaşık 150 metre kadar yürüdükten sonra sağ tarafınızda 1554 senesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı“Süleymaniye Külliyesi” ni göreceksiniz.
Buraya giriş öyle paralı falan değil, Türk iseniz girebiliyorsunuz. Çünkü restorasyon masraflarını Türkiye üstlenmiş. Kapıda, daha doğrusu kapının 20-30 metre ilerisinde oturan ak sakallı yaşlı bir adam var, sandalyede oturuyor. Burasıyla Osmanlı kültürüne ilgi duyduğu için yıllardır gönüllü olarak ilgileniyormuş. Gelen gruplara kapıyı açıp aralarında Vahdettin’in de mezarının olduğu Osmanlı hanedanına ait mezarları gezdirip turistlerden bahşiş topluyormuş. Basit bir hesapla, Suriye’ye vize kalktıktan sonra Türkiye’den buraya akın akın turist geliyor. Her gün minimum 3 otobüs gelse, her otobüste 40 kişi olsa, toplam 120 kişi. Bu 120 kişinin 50’si 1$ bahşiş bıraksa, ayda 1.500$ para yapar. Bu parayı da günde 3 defa oturduğunuz sandalyeden kalkıp, 15’er dakika hangi mezarda kim yatıyor onu söyleyerek kazanıyorsunuz. Günde 45 dakika çalışma başına ayda 1.500$ gelir… İşi mi bıraksam ne?
Tabii bizi böyle iki kişi görünce, “Türkiye’den geliyoruz.” diye seslensek bile sanırım iki kişi için mesai harcamak ve oturduğu sandalyeden kalkmak istemedi. Evet, maalesef içeriye giremedik. Tabii iki kişi gireceğiz 1$ bahşiş vereceğiz... 10 dakika karşılığında 1$’a kıl bile kıpırdatılmaz. İşte tam bir TOK GÖNÜLLÜLÜK!
Ne yapalım, ne de olsa Vahdettin de bu mezarlığa zar zor girmişti değil mi? Padişah Vahdettin’in cenazesi taaa İtalya’dan Akdeniz üzerinden Beyrut yoluyla Şam’a getirilip buraya gömülmemiş miydi? “Koca padişah zor girmiş, bizim de elimizi kolumuzu sallaya sallaya girecek halimiz yok ya!” deyip eşimle birbirimize bakıp el sanatlarının satıldığı küçük ama sevimli çarşıya giriyoruz. Burada ne kadar sıkı pazarlık yaparsanız yapın yine de kazıklanabilirsiniz. Aynı şeye 100$ derlerken bir kişi 70$’a, bir başka kişi 40$’a alabilir. Aman dikkat!
Buradan sonra Ulusal Müze'yi gezdik. Girişi 150 suri yani yaklaşık 3$. Ama gezilmeye değer bir yer. Bahçesinde birçok güzel sanatlar öğrencisi heykellerin önüne oturmuş, onların resimlerini çiziyorlardı. İçeride ise bence en etkileyici şey dünyanın ilk taşa yazılı alfabesi ve gözleri sürmeli gibi olan heykellerdi.
Görülmeye ve tadılmaya değer bu şehirden ayrılmak üzere Ürdün ve Beyrut’a giden servis taksilerinin olduğu garaja gittik. Şehir merkezinden yaklaşık 10$ tutuyor. Garaja girdik. Bagajlarımızı dedektörden geçirdik ve Ürdün’e gitmek üzere bir taksi bulduk.
Fiyat olarak 700 suri yani yaklaşık 16 dolar dediler. Taksi burada çok ucuz. Ama o tek kişi içinmiş. Tamam, 2 kişi için 32 dolar yine ucuz. Bindik taksiye, bekliyoruz bekliyoruz şoför yok. 10 dakika geçti yok, 15 yok… Meğerse iki kişi gelsin de öyle çıkayım diyormuş. Ne zaman iki kişi daha gelir diyoruz. “Bilemem, belki 10 dakika belki 1 saat. Allah bilir.” diyor. İşte stratejik karar… Eğer vaktiniz kısıtlıysa, bile bile lades diyorsunuz. Dört kişi parasını ödeyip son kazığımızı kendi rızamızla yiyerek Suriye’den ayrılıyoruz.