Şam Ulu Camii (705-15) Kubbetü’s-Sahrâ’ya doğal bir ek niteliğindedir. Şam Ulu Camii de şehirdeki en boş ve kamuya açık alana kurulmuş bir hükümdarlık yapısıdır. Bu yapının da topoğrafik olarak merkezi bir noktada bulunması politik çağrışımlar içerir. Yapı etkileyici boyutlara ve sanatsallığa sahiptir ve başka inançtan olanları bu dine dönmeye ikna etmek amacıyla Kur’an’dan alınmış (ve ne yazık ki kaybolmuş) yazıtlar kullanılmıştır.
Halife I. Velid, Şam’daki Jüpiter Tapınağı’nın duvarlarla çevrilmiş arazisini ve Vaftizci Yahya Kilisesi’ni de içine alan bu alanın tümünü satın almış, kiliseyi ve duvarların içindeki bütün öbür binaları yıkmıştır. Binada en belirleyici ilham kaynağı, Irak’ta ve başka yerlerde sonradan yapılan camilerde geliştirilmiş olan Peygamber’in evi, yani İslam’ın ilk camisidir.
Bu toptan yıkımın açtığı dikdörtgen şeklindeki alanın büyük bir kısmını bir avlu kaplamakta, uzun güney tarafında caminin kapalı ibadet mekânı yer almakta idi. Fakat bu bütünüyle İslam’a özgü bir mekân düzeni değildi.
Binada tipik bir Hristiyan bazilikasının standart elemanları, İslam ibadetinin gereksinimlerine karşılık verebilmek için yanlamasına bir düzen içinde kullanılmıştır. Üç sahın korunmuştur ama ibadet yönü bunlara dik açılıdır. Elevasyonda ise eğimli çatıyı bölen ve merkezinde bir kubbe bulunan bir beşikçatı merkezi bir transept oluşturmaktadır.
Caminin cephesi Suriye kiliselerinin standart batı yüzünün bir varyasyonudur. İbadet alanının T şeklindeki düzeni batı İslam dünyasında uzun bir geleceğe sahip olmuştur.
Mermer oyma pencere parmaklıklarının geç antik dönem duvar mozaiklerinden ilham alan detaylı geometrik örgüleri, İslam süslemesinin geometriye ağırlık vereceğinin habercisi olmuştur. Damarları bir panodan diğerine devam edecek şekilde kesilmiş mermer panolar, tipik Bizans tarzında kaplamalar oluşturmuştur. Bunların üzerinde ise binaya ihtişamını veren unsur bulunuyordu. Ağırlıklı olarak yeşil ve altın tonlarında, benzerleri daha önce Kubbetü’s-Sahrâ’yı süsleyen yüzlerce metrekare duvar mozaiği. Halifenin bu büyük iş için Bizans’tan sanatçı ve malzeme getirtmiş olduğu düşünülmektedir; mozaiklerin yüksek teknik standardı konusunda hiçbir şey söylenemez.
Eski yapının iç duvarı boyunca devam eden (artık yerinde bulunmayan) ve bütün cami için dini bir emniyet şeridi işlevi gören asma kıvrımlarının üzerinde, muazzam genişlikte panoramik bir manzara yer alır. Muntazam aralıklarla dev boyutlu ağaçların süslediği bir nehrin kıyısında, bitmez tükenmez köyler ve saraylardan oluşan fantastik bir mimari görülmektedir. Pompei’de bulunanlar türündeki Roma duvar resimleri ile bu mozaikler arasında yanılgıya yer bırakmayacak derecede belirgin bir ilişki vardır: fakat burada, bu fikir yeni ve beklenmedik bir şekilde kullanılmıştır, çünkü dev boyutlardaki bir dini anıtın belirleyici özelliği olmuştur.
Bu çok katlı yapıların bazıları Güney Arabistan’ın ev mimarisini hatırlatmaktadır. Hayvan ve insan figürlerinin yokluğu dikkat çekicidir ve bu yokluk -Kubbetü’s-Sahrâ’da da olduğu gibi- dini ortamlarda figürlü süsleme kullanımının daha şimdiden kabul görmediğini göstermektedir. Bu mozaiklerin salt dekorasyon olarak son derece başarılı oldukları aşikârdır fakat imgelerin anlamı konusunda birçok yorum önerilmiştir; Şam’a veya Suriye’ye ait topoğrafik referanslar, İslam hâkimiyeti altında barış içinde yaşanan bir dünya arzusu veya cennet çağrışımları. Bu belirsizlik belki de kasıtlıdır.