Bir Ana Tanrıça Şehri – İzmir / Metropolis

Ephessos, Smyrna, Kolophon, Notion Antik Kentleri ile Nif Dağı arasında, Küçük Menderes (Kaystros) Nehri havzasının verimli toprakları üzerinde, İzmir’in yanı başında, adını tabiatın ana tanrıçası, dağların hakimi, bitkilerin, hayvanların ve insanların yaratıcısı olduğu rivayet edilen“Meter Gallessia”dan alan şehrin, daha sonra “Torbalı”ya dönüşecek, ilk ismi Triyanna, diğer bir deyişle Tripolis…

Kökleri, tarımla uğraşanların ana tanrıçasına kadar uzanan bu tanrıçanın adı zamanla Kybele, Gaia, Rheia veya Artemis olarak adlandırılmış olsa da, ad değişikliği esası etkilememiş. Çünkü farklı dönemlerde bu tanrıçalara aynı anlamlar yüklenmiş.

Antik İonia Bölgesi'nde olan şehir, Efes'e 30 kilometre, İzmir'e ise 40 kilometre uzaklıkta iken buradan 5 kilometre uzaklıktaki, Ana Tanrıça'ya ait olduğu düşünülen bir kutsal mağara ise şu an Uyuzdere denilen mevkide… Torbalı adı ise Metropolis’in yüzyıllar içinde söylenip, değişerek, günümüze gelmiş biçimi olup, Osmanlı Dönemi'nde de bölge "Kızılhisar" olarak adlandırılmış.

Bundan yıllar önce ilk kez gittiğimde henüz bu derece ortaya çıkmamış, ben de ondan bu defa etkilendiğim kadar etkilenmemiştim. Belki de onu yazmak bu nedenle bu kadar gecikti. 1990 yılından bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan şehir, tam da ziyaretçilerine kapılarını açmak için hazırlıkların sonuna gelindiğinde, sesinin duyulmasına yardımcı olabilmem için, bir kez daha, onu tam anlamıyla hissetmem, hakkında bir iki cümle yazmam için seslenerek, beni davet etmişti. Tabi ki davetini severek kabul ettim…

Bu bölgedeki en erken yerleşim yeri olmasına rağmen, sessizce fark edilmeyi beklerken, bir yandan da kulağıma “Ben Neolitik, Kalkolotik ve Tunç çağlarında, Frigya, Lydia, Pers, Roma ve Bizans dönemlerinde, hatta Selçuklu, Aydınoğulları ve Osmanlı hakimiyetleri döneminde de vardım" diye fısıldıyordu.

İzmir ve Efes arasındaki ana yol üzerindeki zeytin ve çam ağaçları ile bezenmiş bir tepe ve eteklerinde kurulmuş olması ise aslında onun ne denli önemli bir yer olduğunun kanıtı. Nehrin ve ovanın getirdiği zenginlik, çağlar boyunca bölgenin canlı kalmasına neden olmuş.

Her türlü ticari malın, nakliyesi açısından bir geçiş istasyonu olan bu küçük, fakat çok önemli şehrin, çevresindeki verimli ovalarda yapılan zeytin, üzüm, pamuk üretiminden sağlanan gelirlerle ekonomisi gelişmiş, özellikle şarap ve zeytinyağı üreticiliğine ait ününden, Strabon dahi söz etmiş.

Şehrin en önemli yapılarından olan, güneye bakan yamacının üzerine kurulmuş, yaklaşık dört bin kişilik Helenistik döneme ait tiyatro, her dönemde sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapmış.

Tamamı mermerden yapılmış olan tiyatronun oturma bölümünün en önünde beş adet özel koltuk var. Dışarıdan gelen önemli konuklar, din adamları ve imparatorlar için yapılan bu koltukların arkası Zeus’un yıldırım demeti ve kalkanlı Ares kabartması, merdiven kenarları ise her biri değişik desene sahip aslan ayaklarıyla süslenmiş.  Ancak bunlardan biri kollarındaki grifon (*) başları ve arkasındaki kanat kabartmaları ile diğerlerinden farklı görünüyor.

Tiyatro yakınındaki “Mozaikli Resepsiyon Salonu”nun duvarlarında geometrik şekiller, dört mevsimi simgeleyen yer döşemesi mozaiklerde “Tiyatro ve Eğlence Tanrısı Dionysos, karısı Ariadne, Maenad ve Eros” figürlerinin yanı sıra balık ve kuş motifleri de var.

Güvenliğin sağlandığı stratejik bir konuma sahip, Torbalı Ovası'na hakim, çevrenin rahatlıkla gözlemlenebildiği, Yukarı Şehrin (Akropol) güçlü surlarının iki yanındaki kapılardan, ana giriş kapısı şehrin merkezine, diğeri ise, kaya mezarlarının bulunduğu mezarlık alanına açılıyor.Şehir ile ilgili kararların alındığı Meclis Binası'nın (Bouleuterion)  400 kişi kapasiteli toplantı salonu, merdivenlerle iki bölüme ayrılmış. Dairesel oturma sıraları, antik tiyatrolarda olduğu gibi at nalı formunda tasarlanmış. Yağmur ve güneşten korunmak amacıyla yapılan “Sütunlu Galeri” (Stoa)  dini törenlerde, siyasi ve felsefi toplantılarda, ticari ve kültürel etkinliklerde kullanılmış.

Roma döneminde yapılan Hamamlar (Gymnasium ve Palaestra), Zengin Evleri (Peristyl), Dükkanlar, Genel Tuvaletler gibi yapılar ve mekanlar şehrin küçük ama konforlu ve zengin bir şehir olduğunu yerinde görmemizi sağlarken, kazılar sırasında çıkarılan seramik, sikke, cam, heykel, kemik ve fildişi eserler, birçok Helenistik dönem seramikleri ile maden eserler de, bugün İzmir ve Selçuk Müzeleri'nde sergileniyor.

Metropolis’in aynı zamanda bir cam üretim merkezi olduğu ise kazıların son dönemlerinde çıkarılan cam üretim fırınından anlaşılmış. Kilise himayesinde kurulduğu tahmin edilen cam üretim atölyesindeki buluntular, bölgeye Atina'dan seramik ithal edildiğinin göstergesi olduğu söyleniyor. Helenistik Dönemde burada yaşayanlar için savaş tanrısı Ares'in büyük önemi var. Bu nedenle şehrin koruyucusu olduğunu kabul ettikleri ve saygı duydukları tanrı için bir de Akropol üzerinde tapınak yapmışlar. Dönemin sanat açısından önemli bir merkezi olduğu bilinen Metropolis’te çok kaliteli ve özgün heykeller de üretilmiş.

Bir dönem Metropolis bir piskoposluk merkezi haline gelmiş. Ancak savaşlar ve ekonomik nedenlerden dolayı küçülmeye başlamış ve kentte savunma amaçlı bir kale inşa edilmiş. 14. yüzyıldan itibaren bölgenin Aydınoğulları Beyliği’nin eline geçmesiyle beraber Metropolis de Aydınoğulları Beyliği idaresi altına girmiş. Şu an şehrin iki yanında, eski isimleri Osmanlı hakimiyeti döneminde Selimiye ve Hamidiye olan, şimdi ise Yeniköy ve Özbey olarak anılan köyler var. Bu köylerin hikayesi ise, demiryoluyla İzmir’den Aydın’a giderken, tarımsal açıdan değerlendirilmeyen ovayı gören Sultan Abdülhamit’in, 1893 yılında bir Rum’dan satın alarak,  padişah çiftliği olarak kayıtlara geçirtmesi ile başlıyor.

O dönemde birkaç evden ibaret olan Torbalı, Abdulhamit’in korumasında büyük bir gelişme göstererek, belediye statüsü kazanıyor. Padişah tarafından görevlendirilen Kahya Murat Bey, çevrede bulunan Cellat ve Nohut Gölleri'nden kaynaklanan sıtma hastalığını yok etmek amacıyla okaliptüs ağaçları diktiriyor. İlçenin merkezini de çam ve çınar ağaçlarıyla süslüyor. Sultan’ın büyük önem verdiği bu ağaçlandırma faaliyetinde, ağaçlara zarar veren kişilerin bir altın ceza ödemek zorunda olması, çevreye ne kadar değer verildiğinin göstergesi. Zirai faaliyetlerin gelişmesi için Afrika’dan zenci işçiler getiriliyor. Şu an bu köylerden bir kaçında hala bu gelen ailelerin torunları yaşıyor.

Bataklıklar kurutulduktan sonra hızla yerleşime açılan bölgeye, 93 Harbi sonrasında Balkanlar’dan göçen Türk aileler yerleştirilirken, Oğuz deresi civarında yaşayan yörük aşiretlerine de yerleşim imkanı sağlanıyor. Yeniköy ve Özbey, Sultan tarafından, bir örnek cami, okul, çeşme ve havuz yaptırılarak kurulan 14 köyden sadece ikisi. Metropolis’i ziyaretimiz sonrası dinlenmek için Yeniköy’ün merkezindeki “Köy Kahvesi’nde  çaylarımızı içerken, sohbet ettiğimiz kahvenin sahibi Ömer Faruk bey bize köyün hikayesini anlatıyor.

Ömür Faruk Bey aslında Yeniköy’lü bir fizik öğretmeni. Uzun yıllar büyük şehirlerde öğretmenlik yaptıktan sonra, baba topraklarına dönmüş ve şehrin merkezindeki ailesinden kalan kahvehaneyi tekrar hayata geçirmiş. Asıl amacı kahve işletmekten öte bölgenin tanıtımına katkıda bulunmak olan Ömer Faruk bey ile sohbetimiz koyulaşınca,bize  eşiyle birlikte 42 çeşit bitkinin karışımı ile ürettikleri bozadan ikram ediyor. O kadar lezzetli ki, tadı damağımızda kalıyor… Kendisi ile köyün tarihi hakkında uzun sohbetler yapıyoruz. Bize diğer  köylerde de olan cami, okul, çeşme ve havuzu göstererek, dördünün de sağlam kaldığı tek köy olduğunu söylüyor. Şu an bu yapılardan okul ve camide tadilat var. Metropolis kapılarını ziyaretçilerine açmak üzere hazırlıklarını tamamlarken, Yeniköy’de de aynı hazırlıkları görmek oldukça heyecan verici…

Belki bir gün sizin de yolunuz oraya düşer ise anlattıklarımda ne kadar haklı olduğumu anlayabilirsiniz…

(*) Gövdesini aslandan, başını ve kanatlarını kartaldan alan efsanevi bir figür olan Grifon’’un yeryüzü ve gökyüzünün en güçlü hayvanlarının birleşimiyle oluştuğu için dayanılmaz bir güce sahip olduğuna inanılıyor. Yunan mitolojisinde Grifon Dionysos’un şarap çanağının muhafızı olarak geçiyor.

SEMRA YEŞİL

Yazar Hakkında

SEMRA YEŞİL

YOLCULUK HİKAYELERİM...Çocukluğumdan bu yana yaşadığım yerden farklı coğrafyalardaki yaşam biçimlerine ve kültürlerine ilgi duymuşumdur…İnsanın gelişiminin ve düşünce şeklinin bu sayede zenginleşec