Kemeraltı'nda Keyifli Bir Gün Nasıl Geçer?

İzmir’e gittiniz mi hiç? Yok yok, eminim gitmişsinizdir de, muhtemelen yaz tatilinde Çeşme’ye, Foça’ya, Dikili’ye uğrayıp plajlarında serinlemiş ya da Efes'i gezdikten sonra Şirince’de şarap tadımı yapmak üzere Selçuk rotası yapmışsınızdır. Ama ben bunlardan bahsetmiyorum. İzmir’in içini gezmekten bahsediyorum ben. Bir İzmirli gibi ara sokaklarda turlayıp Kemeraltı’nda nerede ne yiyeceğini bilmek, günbatımını doğru yerden izlemek, bu şehrin havasını gerçekten solumaktan bahsediyorum. İşte bu birkaç yazıda, size her ne kadar memleketinden yıllardır uzak da olsa, bir İzmirlinin ağzından İzmir’de neler yapılır anlatmak istiyorum.

İzmir deyince şimdilerde tüm Türkiye’nin aklına Çeşme, Alaçatı gibi yerler gelse de, bir İzmirliye sorarsanız aklına ilk gelenlerden biri Kemeraltı Çarşısı olacaktır. Kemeraltı denilen yer Konak Meydanı’yla Agora arasında kalan geniş bölgeye verilen isim. Benim çocukluğumda annemin ve akrabalarının diğer pek çok İzmirli gibi alışverişe gittiği, çocukların bayramlık kıyafetlerinin alındığı alışveriş bölgesinin adı. Bugün belki kitlesi değişmiş olsa da Kemeraltı’nın formatı, konsepti aşağı yukarı aynı çocukluğumdaki haliyle duruyor. Yollarda bağıran satıcılar sizi ucuzundan kalitelisine çeşitli tekstil ve deri ürünlerinin satıldığı konfeksiyon dükkanlarına, ayakkabıcılara veya çantacılara çekmeye çalışıyor. Adeta Türkiye’nin AVM istilasına uğramadan önceki haline yolculuk yapmak demek bugün Kemeraltı’na gitmek.

Kemeraltı’nın bir gezgin için olmazsa olmazı Agora’dan başlayan bir İzmir tarihi yolculuğuna Havra Sokağı’yla devam edip, mutlaka ama mutlaka Kızlarağası Hanı’nda turu noktalamaktır. Buradan da muhtemelen Konak Meydanı üzerinden Kordon’a doğru devam etmek. Bu şekilde tam bir Kemeraltı-Konak turu yapılabilir. Ama bu sefer bizim önceliklerimiz biraz farklıydı. Durun, bir ipucu vermek için buraya Instagram Story’den bir fotoğraf koymak istiyorum, bakalım tahmin edebilecek misiniz? 

Kemeraltı Bölgesi

Hem tarihi noktaları hem de eski İzmir’in değişmemiş sahneleriyle mutlaka görülmesi gereken yerlerden olsa da, damağına düşkün bir İzmir ziyaretçisi için Kemeraltı’na gitmenin esas anlamlarından biri tabi ki lezzet duraklarına tek tek uğramaktır. Kemeraltı, iğneden ipliğe her bir ürünün bulunabileceği küçük dükkanlarını kaybetmediği gibi, yıllara meydan okuyan önemli restoranlarıyla da bugün tüm AVM çılgınlığına ve çevrimiçi sipariş alan yemek sitelerinin devrimine rağmen halen ayakta duruyor.

Biz Kemeraltı turumuza Konak Meydanı tarafından başlıyoruz. Tuğçe ve Can’a çocukluğumun İzmir’ini ve Kemeraltı ziyaretlerimizi anlatırken yüzüm istemsizce o kadar gülüyor ki, ekip benim bu çocuksu halime bakıp kıkırdıyor sürekli. Konak Meydanı’nda güvercinlere yem veren çocuklardan birkaç kare alıp kendimizi kalabalık Kemeraltı sokaklarına atıyoruz.

Hani bazı insanlar denize yavaş yavaş girer ama bazıları kendini birdenbire bırakır ya? İşte Konak tarafından Kemeraltı’na girmek de, bir denize balıklama dalmak gibidir. Daha ilk köşebaşına, yani tarihi kahveciye gelmeden kendinizi insan denizinin içinde yüzerken bulursunuz. Burada etrafıma bakıyorum, acaba 30-35 sene önce çocukken gezinirkenki zamana göre ne farklı diye? Görebildiğim fark buradaki kalabalıkla ilgili. Toplum profilindeki muhafazakara daha fazla dönüşten ibaret diyebilirim. Eh ona da bugünkü Türkiye’de zaten şaşırmak mümkün değil. Hatta bu anlamda Kemeraltı İstanbul’daki muadillerine göre daha az muhafazakarlaşmış demek bile mümkün. Bunun dışında konsept hemen hemen aynı. Bağırıp dükkanına çekmeye çalışan satıcılar, yollarda işportacılar, ara sokaklardan girilen artık iyice eskimiş pasajlar, “müşteri memnuniyeti” kavramını MBA derslerinden, Amerikan kitaplarından değil de esnaf geleneğinden ve mahalle kültüründen öğrenmiş lokumcular, ayakkabıcılar, dericiler, gözlükçüler, kuruyemişçiler... Eski İzmir’den sanki az önce zaman makinesiyle ışınlanmış gibi duran, dükkanın önünde tavla oynayan Kemeraltı esnafı.

Kemeraltı’nda ilk lezzet durağımız tabi ki Yudumla Şerbetçisi. Tuğçe’ye burada karadut şerbeti içirmezsem yıllardır başının etini yiye yiye anlattığım hikayelere haksızlık etmiş olurum. Sonuç? Çok beğenildi! Kısa şerbet molasının ardından Kemeraltı’nda iyice derinlere iniyoruz. Hala yaşlı amcaların girişindeki musluklarda abdest aldığı Şadırvan Camii ve Kızlarağası’na doğru geçişte bir kez daha uğrayacağımız Başdurak Camii'nin önünde fotoğraflar çektikten sonra hedefimiz tarihi hanları keşfetmek. Burada hem belediye, hem de bölge esnafının çabalarıyla güzel hamleler yapılmış ve eski hanlar birer birer daha keyifli mekanlara dönüştürülmeye başlanmış..

Kemeraltı, yalnız benim çocukluğumda yani 70’ler-80’lerde veya günümüzde değil, tarih boyunca da hep ticaret merkezi olmuş. 17'nci yüzyıldan itibaren burada pek çok han yapılmış. Deve kervanları burada konaklar, genelde içteki avluya bakan binalarda tüccarlar gecelerken esnaf da bu ticaret fırsatını değerlendirirmiş. Kemeraltı’ndaki pek çok cami gibi pek çok han da işte bu nedenden dolayı 1600’lü yıllara tarihlenir. Bu hanları bugün tekrar kullanmak üzere modernize etmek o yüzden çok güzel fikir. Bunun en güzel örneği de Abacıoğlu Hanı.

İşportacı tezgahları ve sokağa dizilmiş mankenlerden oluşan geniş tekstil dükkanlarının arasında kendinizi birden bu hanın girişiyle karşı karşıya bulacaksınız. Arkanız Konak Meydanı'ysa sağınızda kalacak şekilde bu girişten içeri seğirtirseniz işte bu manzarayla karşılaşacaksınız. Bir süre önce hiç kullanılmayan bu han güzelce restore edilmiş ve içine de çok keyifli restoranlar, kafeler açılmış. Biz de bunların bir tanesinde yiyoruz yemeğimizi: “Ayşa”. İşte bu fotoğrafta kendisini de görebileceğiniz Ayşe Hanım bir Boşnak göçmeni. Son derece kendine güvenli, bu restorasyonu yüksek bir bilinçle yapmış, kendisini Kemeraltı’nın değişiminde öncü gören, pırıl pırıl bir İzmir kadını Ayşe Hanım. Yemekleri de inanılmaz güzel. Mantı, Boşnak böreği ya da et yemeği söyleyebiliyor ya da elinize bir tabak alıp açık büfe zeytinyağlıların tadına bakabiliyorsunuz. Müthiş!

Eğer öğle yemeğinde et-kebap tarzı bir şeyler yemek isterseniz, size tavsiyemiz edeceğimiz başka bir yer de olabilir tabi: Gül Kebap. Meşhuuur, yılların Gül Kebap’ı. Ama tabi bizim gibi geç bir saatte (14.00’ü geçirdiğiniz anda şansınız yok) gelirseniz pek bir şey bulamazsınız. Yine de akıllarda bulunsun.

Kemeraltı turunun Agora tarafını ertesi güne bırakacağımızı bildiğimiz için, benim nostaljik iç çekişlerimle dolu sokak turlarına devam ediyoruz. Ama dedim ya, burada esas derdimiz size biraz lezzet duraklarını tanıtmak. Her ne kadar tarihi doku bize güzel bir dekor olsa ve Kemeraltı’nda 350 senelik bir tarih yatıyor olsa da güzel bir Kemeraltı gezisi biraz alışveriş, biraz tarihi binaların keşfi, biraz da mideye bayram şeklinde olmalı. İşte bu motivasyon bizi  başka bir önemli lezzet durağına getirdi: Değer Söğüş.

Söğüş yemek İzmir’de son derece yaygın bir şeydir. Eğer İzmirli bir arkadaşınız varsa sorun, size söylesin. Temel olarak aslında kellenin parçalarının, yani yanak, beyin ve diğer parçaların soğan, yeşillik ve domatesle dürüm yapılması ya da porsiyon olarak yenmesi diye düşünebilirsiniz. Yanına güzel bir şişe ayran ya da şalgam suyunu ekleyip, 1-2 tane de Arnavut biberi turşusunu ağzınıza attınız mı işte size küçük ve müthiş bir lezzet molası. Bu söğüşçüleri İzmir’de hemen her köşebaşında bulmak mümkün. Ama Değer Söğüş burada en yüksek puanı hak edenlerden. “Yemeye Değer” sloganıyla bugün Çeşme’de şubesine de denk gelmiş olma ihtimaliniz yüksek olan bu yerin esas merkez şubesi Hacı Mahmut Camii’nin tam karşısında küçük bir dükkan. Sokağı bulmanız epey zor olabilir,  o yüzden ya navigasyon kullanmalı ya da bölgedeki esnafa sormalısınız. En kolayı camiye göre tespit etmek ama Değer Söğüş deyince zaten bilmeyen de yok gibi.

Tıka basa karnımızı doyurduktan, Kemeraltı’ndaki nostaljik ruh halimizi olgunluğa erdirdikten sonra, alışveriş yapmayı da düşünmediğimize göre bu turu sona doğru yaklaştırmanın yolu bir adım sonrasında Kızlarağası Hanı’ndan geçer, öyle değil mi?

Daha önce hiç gitmemişler için söylemek gerekirse, görünüşte Kapalıçarşı’ya benzese de aslında fonksiyonel olarak daha çok Mısır Çarşısı ya da Sultanahmet’teki kafeleri andıran bir nokta Kızlarağası. Ama bu benzetmelerden ibaret bir tanım biraz da haksızlık olur. Dedim ya, 17'inci yüzyıldan itibaren Kemeraltı’nda pek çok noktada hanlar yapıldı diye? İşte bunların bir tanesi de Kızlarağası Hacı Bekir Ağa tarafından yaptırılan ve Kemeraltı’nın Konak ucunda bulunan bu handır. Aynı diğer Kemeraltı hanları gibi altta atlara, develere, üstte ise tüccarlara konaklama imkanı sağlayan bu han, bugün ise bolca hediyelik eşya dükkanı, antikacılar, hemen bedestenin dışında kumda kahvesiyle ünlü kahveciler, çevresine dizilmiş sanatçıların tezgahları ve son dönemde yoğunlaşmış şekilde de sanat kurslarıyla dolu. Örneğin, üst katta neyzenlik öğrenebileceğiniz bir modern dergah mevcut.

Kızlarağası Hanı’nın hem içini, hem çevresini keyifle geziyoruz. Tuğçe ve Can için bu bir keşif, benim için ise 1990’ların başında restore edildiği dönemdeki popülerliği nedeniyle öğrencilik dönemlerime bir nostalji oluyor bu ufak gezinti. Hisarönü Camii’nin önünde tespihçiler vardır. İşte bunların bir tanesinin yanında, tam köşeyi döndüğünüzde de meşhur bir hattat: Hisar Kaligrafi’nin hat ustası Hamza Gönül. Kendimizi tanıttığımız sırada o günlüğüne işi kapatıp evine gitmek üzereymiş. Ama bizi ağırlamayı ihmal etmiyor ve itirazlarımıza rağmen hemen dükkanı tekrar açarak bize “Gezimanya” isminin bugüne kadar en güzel yazılış şekline hediye ediyor. Bu müthiş yazıyı hala ofisimizde saklıyoruz.

Bu kadar gezmenin sonu tabi ki yorgunluk. Ne yaptığımızı tahmin ediyorsunuz değil mi? Tabi ki Kızlarağası Hanı’nın duvarlarının dışında, Hisarönü tarafında bir soluk alıp kumda Türk kahvesi söyledik kendimize. Burada bir sıra enfes kahveci var. Bize Osmanlı şerbetleri de ikram ettilerse de bizim favorimiz yine kumda ağır ağır pişmiş, okkalı Türk kahvelerimiz oldu. Tabi burada ben rahat durur muyum? Asla! 

Hemen yan sokağa seyirttim. Artık akşam saatleri olduğu için kapatmış olma ihtimali hafif korkutsa da peşime fotoğrafları çekmesi için taktığım Can’ı da alarak sonunda kapanmadan meşhur Hisarönü Şambalicisi’ni buldum. 40’lı yıllarda bir arabada tepsiyle yapılan şambali, bugün üçüncü kuşak tarafından iki ayrı dükkanda Kemeraltı’nın bir gastronomik değeri olarak gururla satılıyor. Paket yaptıran yaptırana, dileyen de burada bizim gibi birkaç parçayı eline alıp yiye yiye uzaklaşıyor. Ağır bir tatlı, küçücük bir parçası bile yetiyor. Ama lezzet anlatılmaz yaşanır! 

Kızlarağası’ndaki durağımızı da yapınca artık Kemeraltı’nı tamamlamış sayılabiliriz. Aslında Kemeraltı’nın hakkını vermek için bu kadarlık bir tur yeterli değil. Gezilecek 13 tane tarihi cami, koskoca bir Havra Sokağı, Mithatpaşa ucunda Agora tarihi ören yeri, aralarda kimisi restore edilmiş, kimisi halen biraz harap durumda olsa da 19 tane tarihi hanla köklü bir tarih Kemeraltı’nda. Cumhuriyet’ten bile eski alışveriş noktaları, İzmir’in olduğu kadar bölgeden gelen halkın da alışveriş alışkanlıklarını gösteren yüzlerce, hatta binlerce dükkan yine Kemeraltı’nda. Hem o gün patlayacak gibi dolan midemizin kapasitesi, hem de bu satırları sığdırmamız gereken sayfanın kapasitesi söz konusu olunca ancak çok küçük bir kısmına yer verebildiğimiz onlarca enfes lezzet noktası da Kemeraltı’nda. Dolayısıyla, her geldiğinizde bambaşka noktalarını gezebileceğiniz, çok zengin, kıymetli bir yer Kemeraltı. Umarım bu kısa ve öz bir rehber olabilmiştir. Siz de Kemeraltı’nda çok sevdiğiniz yerler varsa bizimle paylaşır mısınız?