Özellikle benim gibi İstanbul’da yaşayanların, hele de beyaz yakalıysa hep bir hayali vardır: “Off, şu iş dünyasından bir sıyrılsak da ufak bir Ege kasabasına yerleşsek! Bir de kafe açsak üstüne, sonra gel keyfim gel.” Kolay mı? Belki de kimine göre evet ama eğri oturup doğru konuşursak, çalışmanız gerekiyorsa hiç de değil, sizce?
Eşimi biliyorsunuz, Murat aslen İzmir’lidir. Canım, siz nüfus kütüğüne bakmayın, hayatının büyük çoğunluğu aslen İzmir’de geçmiş. Bense Karadenizli'yim. Hem de Karadeniz’in incisi Sinop’tanım. Memleketime yeterince iltimas geçtiğime göre yazıma devam edebilirim artık.
Bir Sinoplu olarak benim dışarıdan İzmir ile ilgili algım HEP VE DAİMA YAŞANACAK YER olduğu. Neden mi? Dediğim gibi ben Sinoplu’yum ve çocukluğumun büyük kısmı orada geçti. Sinop'un ve İzmir’in birbirlerine çok benzettiğim tarafları var. Biz küçükken babamız balkondan, “Gel eve artık!” diye seslenene kadar –cep telefonu yok, malum– bisiklet tepelerinde tur atardık. Kaç defa güneş yanıklarından muzdarip şekilde eve vardığımı hatırlamıyorum bile. :)
Daha ortaokul çağlarında arkadaşlarımızla minibüse atlar, plaja yüzmeye; orta sonlara doğru da balığa çıkıp, bir koya tekneği yanaştırıp, sac üstünde balıkla midye pişirerek afiyetle yemeğe giderdik. Kimse de bizden endişe etmezdi. Herkes tanırdı birbirini. Mutluyduk ancak tek eksiğimiz sosyal aktivitelerdi. Belki o dönemlerde benim yaşıtlarım bilmem ne operasını izliyorken; bendeniz mevcut koşullarda eldekiyle yetinip, judo yapıyordum. Çünkü pek de fazla seçenek yoktu. Ama biz gerçekten çok mutluyduk. Tabii bu bahsettiğim günümüzden 30 sene öncesi, şimdi çok daha fazlası var elbette. Diğer bir konu ise Sinop halkının modern görüşü. Ben küçükken de büyüdüğümde de sokakta yürürken, şortumun boyuna veya kısalığına aldırış eden hiç olmadı. Ramazan'da iftarını açan da rakısını içen de aynı sofrada oturup, aynı tadı alabiliyordu. Hâlen de öyle. İşte bu yüzden Sinop biraz İzmir gibi ama çok daha küçüğü tabii.
Yaş neredeyse 40 olmuş... İş var, güç var... Ee, işin ne olduğu da önemli tabii. Eğer devlet memuru olsam beni İzmir’e zaten tayin etmezlerdi ama Sinop benim için bir cennet olabilirdi. Şimdi gelelim bizim işe: Yaptığımız iş için büyük şehirlerde, hatta hatta İstanbul’da olmak şart. Ama diyorum ki, "Neden İzmir olmasın?" Tam da YAŞANACAK, hatta YAŞLANILACAK ŞEHİR!
Neden mi?
- Trafik: Bu illetten kurtulmak için kökten bir çözüm değil elbet ama İstanbul’a kıyasla çok daha rahat olduğu kesin.
- Kiralar: İstanbul’da ortalama bir eve ödediğiniz kira ile İzmir’de çok daha konforlu yaşayacağınız kesin.
- Çocuklar: Çocuğunuz varsa, toprakla daha fazla temas edeceği, yeşili ve maviyi daha çok göreceği; fikri ve vicdanı hür olarak daha özgür yetişeceği kesin. Atatürk’ü daha iyi tanıyacağı ve izleyeceği de net. Hır gür içinde çok fazla olmayıp, daha hoşgörülü yetişeceği de aşikar.
- Pazar Kahvaltıları: İstanbullular (maalesef kendim de dâhil), siz de hafta sonu oldu mu plan yapıp son anda cayanlardan mısınız? Şimdi o trafiği kim çekecek değil mi? Eee, İzmir’de her muhite yakın, yürüyerek bile gidebileceğiniz onlarca kahvaltı mekanı var!
- Akşam nereye çıksak: İstanbul bu konuda bence bitti artık. Ya da ben yaşlandım (gençler kızmayın, varsa önerileriniz yazın). İzmir’de Kıbrıs Şehirtleri Caddesi, Bornova, vb sadece hafta sonu değil, hafta içi de hareketli.
- Restoranlar ateş pahası: Bu İstanbul’da da, İzmir’de de nereye gittiğinize göre değişiyor elbette. Ama üst limiti baz alırsak, İzmir'in (bazı ilçeler hariç) merkezi yine de daha uygun.
- Haftasonu kaçamakları: İzmirli cuma gününden kaçar, İstanbullu trafiğin boşalmasını bekler... İzmirli Urla’ya, Çeşme’ye, Dikili’ye kaçar; İstanbullu Ağva, Kilyos, Sapanca, Silivri filan... Başka da bir şey demiyorum; yorum sizin.
Amma velakin bunlar sıralamakla bitmez… En iyisi ben size biraz bizim son İzmir seyahatimizden bahsedeyim. :)
İZMİR TAM YAŞANACAK YER
İzmir’in içinden geçmeyin, İzmir’i en az bir kez deneyimleyin. İşte size hızlı bir İZMİR GEZİSİ için öneriler:
İLK GÜN:
Önce merkezden başlamak, Konak Meydanı’nı sıfır noktası kabul etmek gerek. Çünkü Konak Meydanı, sadece İzmir Hükümet Konağı, Konak Yalı Camii ve İzmir Büyükşehir Belediyesi binalarına yakın olmakla kalmayıp, aynı zamanda tüm İzmir kartpostallarını süsleyen meşhur İzmir Saat Kulesi’ne de ev sahipliği yapıyor. II. Abdülhamit döneminde 1901 senesinde Osmanlı’nın diğer vilayetlerinde de inşa edilmiş, benzer yapıdaki saat kulelerinden en ünlüsü. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılını kutlama amacıyla yapılmış olan bu sembolik yapı, günümüzde İzmir’in en fazla fotoğraflanan noktalarından. Bu meydanın olmazsa olmazlarından biri ise İzmir yazısıyla fotoğraf çektirmek.
Konak Meydanı’nı fotoğrafladığımıza gore şimdi doğruca Kemeraltı’na. Batısında bulunan Konak Pier Köprüsü ile doğusundaki Çankaya Kavşağı arasında bulunan Kemeraltı, toplamda 270 hektarlık bir alana sahip.
İzmir’in en güzel semtlerinden biri olan Kemeraltı’nın kuşkusuz en bilinen yeri Tarihî Kemeraltı Çarşısı. Bu çarşı 1650-1670 yılları arasında kurulmuş olup, Anafartalar Caddesi ve Mezarlıkbaşı’ndan Konak Meydanı’na kadar ulaşan bir alana yayılmış. Tarihî dokusu ve yerel lezzetleri tatabileceğiniz sayısız mekânla İzmir’i ziyaret edenleri kendine çekiyor. Eee, hâliyle biz de "Bir köşede Karadut şerbeti yudumlayalım, diğer köşede söğüş tadalım, hemen ötede 3 kuşaktır işletilen Gül Baba’da kebap yiyelim," dedik. Ama azar azar, aman dikkat! Çünkü daha sırada çok şey var. :)
Mesela Tarihî Abacıoğlu Hanı. Kemeraltı'nın bilinen diğer yapılarının biraz gölgesinde kalmışken, yeni restorasyon çalışmalarıyla tekrar kendini göstermeye başlamış bir nokta. Fazla bilinmese de içeri adım attığınız anda mimarisiyle huzur veriyor. Burada da Balkan göçmeni Ayşe Hanım’ın yerini ziyaret etmeden olmazdı tabii. Enfes yemekler… Özellikle mantı ve börek tavsiye ederim. Tek enfes olan şey yemekler değil, mekânın iç dekorasyonuna da dikkat edin derim. İçi boş kuş kafesleri dikkatinizi çekecek. Ama ben bunun hikâyesini benim yerime Ayşe Hanım’dan dinlemenizi tavsiye ederim.
Yediklerimizi biraz sindirdikten sonra tekrar yola düşüyoruz. Sırada İzmir’deki hanların arasında hem en büyüğü hem de en görkemlisi olan Kızlarağası Hanı var. Osmanlı Dönemi’nde özellikle tüccarların konakladığı bir yerleşkeyken, bugün kentin en kıymetli mimarî yapılarından biri burası. İzmir’den otantik bir şeyler almayı istiyorsanız burası doğru nokta. Han’ın içerisinde alışveriş yapılabilecek pek çok dükkânın yanı sıra, hat sanatı gibi geleneksel sanatları icra eden değerli ustalar da var.
Kızlarağası Hanı, otantik ürünler sevenler için biçilmiş kaftan. Midesine düşkünler için de tabii ki. Burada da çok sayıda söğüşçü var. Ancak biz artık depomuzu full’lediğimiz için kahve ve tatlıya geçtik. Közde Türk kahvesi ve yanında Osmanlı şerbeti sipariş etmişken, Murat bir an gözden kayboldu ve elinde bir porsiyon Şambali ile geldi. İrmikten yapılan bu tatlıyı ister sade, isterseniz üzerine tarçın döküp yiyorsunuz. Tercihim tarçınlı olanı ama bir, hadi bilemediniz iki parçadan fazlasını tek seferde yemek epey zor. :)
Biraz soluklandıktan sonra şambalinin de verdiği enerji ile artık kimse bizi tutamaz deyip doğruca Alsancak’a gidiyoruz. Konak ilçesine bağlı bir semt olan Alsancak, şehrin en nezih ve güzel adreslerinden biri bence. Sadece gündüzleri değil geceleri de hayli kalabalık. Gençler arasında da popüler olan bu semt, sessiz sakin ara sokakları kadar hareketli caddeleri ve meydanlarıyla da cezbedici.
Araya bir deKültürpark sıkıştırabildik ya, işte bu benim için tam bir nostalji oldu. Kentin tam merkezinde yer alan Kültürpark, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın gerçekleştirildiği yer. Basmane’den Kahramanlar’a ve Alsancak’a dek uzanan park, Behçet Uz tarafından 1 Ocak 1936 tarihinde açılmış. Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği doğrultusunda İzmir’in diğer devletler ile ticarî ilişki kurması vizyonuyla oluşturulan Kültürpark, 420 bin metrekarelik bir alanın üzerine kurulmuş. Buranın benim için önemi ise hâlâ orada işleyen çarpışan arabalarda, elma kurdunda ve dönme dolapta daha 5-6 yaşlarındayken çekilmiş olan fotoğraflarımı saklıyor olmam. Her sene ailece tatile giderken bir durak noktamız olan Kültürpark’a yeniden uğramak, albümdeki fotoğrafları hatırlamak beni çok heyecanlandırdı.
Biliyorum, "Hala doymadınız mı?" diyorsunuz ama İzmir’e gelip Kordon’da deniz ürünlerini tatmadan olur mu? Olmaz tabii ki. Günün her saatinde cıvıl cıvıl, capcanlı bir adres olan Kordonboyu pek çok şiire, şarkıya da ilham kaynağı olmuş. Bu bölge kentin belki de en kozmopolit yerlerinden. Çünkü hem kentin yerlisi, hem de ziyaretçisinin yolu buraya mutlaka düşüyor. Sadece deniz ürünleri restoranları yok elbet, İtalyan da var Meksika da. Ama gelmişiz İzmir’e, balığına doymadan gidecek değiliz biz!
Enfes bir yemek sonrası istikamet Alsancak’ın en hayat dolu ve simgesel caddelerinden biri olan Kıbrıs Şehitleri Caddesi. Burada ara sokaklara mutlaka girin. Barlar ve kafeler hafta içi de olsa hep kalabalık. Gazi Kadınlar Sokağı, Muzaffer İzgü Sokak, Can Yücel Sokak, hepsi birbirinden etkileyici. Bu bölge İzmir’in meyhane kültürünün en güzel yaşandığı ve yaşatıldığı yer.
Burada dolaştıktan sonra mesela biraz canlı müzik dinleyin. Mavi’ye gidin mesela. Bu barın Murat'ın kalbinde çok özel bir yeri var. Çünkü öğrencilik yıllarında burada bateri çalmış. Müziğe de doyduk derseniz ve midede biraz yer boşaldıysa, uyumaya gitmeden once o şirin tezgahlarda 3-5 midye dolma açtırın. Geceyi taçlandırın. :)
İKİNCİ GÜN:
"İzmir’i hızla keşfedeceğiz!" dedik ya, erken kalkmamız şart.
İlk durak Eski İzmir’in, yani Smyrna’nın dışında, kentin eski adıyla Pagos’ta yeniden kurulduğu alan olan Kadife Kale. M.Ö. 4. yüzyılda kurulan antik kent, yıllar boyu Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış. O nedenle bu bölgede her bir medeniyete ışık tutan kalıntılara rastlamak mümkün.
Kadife Kale'nin ardından, Balkan Savaşları’ndan sonra ve Nüfus Mübadelesi’nin gerçekleşmesini takiben İzmir'e getirilerek yerleştirilen Selanikli, Giritli ve Kırımlı göçmenlerin ilk olarak yerleştiği mahalle olan Eşrefpaşa’ya gidiyoruz. Eşrefpaşa’da ilk durağımız Behlül Ayakkabıcısı. "Ayakkabıcıda ne işiniz var?" demeyin. Burası yıllarca bıçkın delikanlıların yumurta topuklu ayakkabı aldığı yer. Baksanıza Murat ne kadar mutlu. "Bir çift aldı mı?" derseniz, havaya çoktan girmişti de zor tuttum. :)
Eşrefpaşa’da meydandaki camiyi ve saat kulesini gördükten sonra, istikametimizi yine aynı bölgedeki, İzmir’in en eski caddelerinden biri olan Halil Rıfat Paşa Caddesi’ne çeviriyoruz. Günümüzde maalesef harabe hâline gelmiş olan, eski Vali Konağı'nın da bulunduğu bu cadde biraz bakım görse bizim Balat'la yarışır. Bu bölgeye gelmişken, meşhur Tatar Çiğ Börekçisi’ne uğramadan olmazdı tabii.
Konak’ı Eşrefpaşa’ya, yukarı mahallelere ve Mısırlı Caddesi’ne bağlayan Varyant’ı görmemiş olsanız bile filmlerden hatırlarsınız. Hani şu Hülya Koçyiğit’in, Filiz Akın’ın, Ediz Hun’un üstü açık klasik arabalarla süzüldüğü virajlı yollar vardır eski Türk filmlerinde. İşte, Varyant o filmlere set olan yer.
Varyant’tan inerken sağda küçük çocuk heykelleri görürseniz Oyuncak Müzesi’ne geldiniz demektir. Maalesef biz gitiğimizde kapalı olduğu için içini göremedik ama çocuklu ailelerin kaçırmaması gereken önemli bir nokta.
Malum, İzmir tren garları ile de biliniyor. Biri Basmane Garı, diğeriyse Alsancak Garı. Biz Basmane Garı’nın içine girmesek de Agora’ya giderken dışarıdan fotoğrafladık.
Ancak Alsancak Garı’nı gezme fırsatımız oldu. İngilizlere Osmanlı Devleti tarafından 1856 yılında verilen imtiyazlarla yapılıp kullanılmaya başlanan İzmir-Aydın Demiryolu Hattı’nın sonunu ve aynı zamanda Buca’ya uzanan banliyö hattının da başlangıç noktasını oluşturan Alsancak Garı’nın temeli 1858 yılında atılmış. İngiliz mimarisinin tipik özelliklerini yansıtan gar yapıldığı dönemde yalnızca bir gar binası olarak değil, aynı zamanda o dönemin bir yerleşkesi olarak inşa edilmiş.
Aziz Vukolous Kilisesi bir sonraki durak. Diğer bilinen adı ise Ayavukla Kilisesi. 19. yüzyılda Rum Ortodoks Cemaati tarafından inşa edilmiş olan kilise, Basmane semtinde yer alıyor. 1922’de çıkan Büyük İzmir Yangını’ndan etkilenmeyen tek Rum kilisesi olma özelliğine sahip. Son yıllarda İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilen kilise, günümüzde çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir kültür merkezi olarak faaliyet gösteriyor.
Ayavukla Kilisesi’nin içinde bir de İzmir Basın Müzesi var. İstanbul ile Bursa’dan sonra Türkiye’nin 3. Basın Müzesi olarak hizmet veren İzmir Basın Müzesi'nde tarihimizde çıkarılan ilk gazetelerin nüshaları, eskiden kullanılan fotoğraf, daktilo, teleks ve baskı makineleri sergileniyor. Uğur Mumcu'nun kullandığı ilk bilgisayar ve Abdi İpekçi'nin daktilosu da burada sergileniyor.
İzmir’in gözbebeklerinden biri ise Agora! Konak ilçesinde yer alan Agora Antik Kenti (Smyrna) M.Ö. 4. yüzyılda kurulmuş. O dönemde kentin devlet agorası olarak işlev görmüş. Osmanlı Dönemi’ndeyse mezarlık ve namazgâh olarak kullanılmış. Aman dikkat, içeriye tripod sokmak yasak!
Artık biraz da yorulduğumuza göre, akşamüstü gün batımını kaçırmayacağımız bir yere, Asansör’e gitmemiz lazım. Ama tabii öncesinde meşhur Dario Moreno Sokağı’nı arşınlamadan olmaz. Dünyaca ünlü İzmirli sanatçımız Dario Moreno, Tarihi Asansör’ün de bulunduğu bu sokakta bir süre yaşadığı için sokağa onun adı verilmiş. Her yıl 15 Aralık’ta bu sokakta Moreno’yu anma törenleri düzenleniyor. Yolunuz düşerse sakın kaçırmayın.
Sokağın ucunda meşhur Tarihî Asansör var. İzmir’in en ilginç ve görülmeye değer olan simge yapılarından biri olan asansör ve çevresi bana biraz da Lizbon’u anımsattı. Bulunduğu semte de adını veren yapı, Yahudi asıllı iş adamı Nesim Levi tarafından yaptırılmış. Mithatpaşa Caddesi ile yukarısındaki Şehit Nihat Bey Caddesi arasında yaya ulaşımını sağlıyor. Tuğla cepheli bu asansör, eski bir taş ocağının bulunduğu yere inşa edilmiş ve 1907 yılında hizmete girmiş. Semtte oturanlar asansör sayesinde, Mithatpaşa Caddesi ile Halil Rıfat Paşa Caddesi arasındaki 155 basamaklı merdiveni yürüyerek çıkmaktan kurtuluyor. Üstelik ücretsiz. Yapılma sebebi ile ilgili birbirinden farklı hikayeler de var, ama o kısmı başka yazıda.
Asansör’ün tepesinden gün batımı manzarası müthiş. Hava yavaş yavaş kızıllanırken bir taraftan da kentin ışıkları yanmaya başlıyor. Benim gözlemlediğim, burası yeni sevgililerin de sıklıkla fotoğraf çektirmeye geldiği yer. Anlamsal ve simgesel olarak biraz Galata Kulesi’ni andırdı bana.
ÜÇÜNCÜ GÜN:
Yine sabah erkenden çıkıyoruz yola. İlk durağımız Buca. Buca’nın bence görülmeye değer en önemli noktaları Buca Levanten Evleri ve Hasanağa Bahçesi.
İzmir ekonomisine ve kültürüne büyük katkı sağlamış olan Levantenler’in zamanında yaşadığı evler günümüzde kentin mimarlık tarihinin önemli yapıları arasında. Buca’daki Baltazzi (Baltacı), Rees, De Jongh ve Forbes köşkleri, İzmir Levantenleri'nden günümüze miras kalan çok değerli yapılar.
Keyif alarak gezdiğimiz yerlerden biri de Hasanağa Bahçesi. Buca’da yaşayan İtalyan asıllı Levanten işadamı Aliotti'nin ölümünden sonra, sahip olduğu mülkler 1926 yılında Ödemiş eşrafından Sarıgöllü Hasan Ağa tarafından satın alınmış. Hasan Ağa bu bahçenin köşelerine iki konut inşa ettirmiş, esas köşk ile diğer servis lojmanlarını ve bağ köşkünü de konut olarak kiraya vermiş. Ancak köşk 1930'lu yılların başlarında yanmış. Bahçe, Hasan Ağa ailesinin mülkiyetinde bulunduğu süre boyunca da halka açık tutulmuş, Bucalılar mesire yeri olarak kullandıkları bu yerin adını “Hasan Ağa Bahçesi” koymuş.
Hazır Levanten Evleri’ni geziyorken bir de Bornova’dakileri görelim istedik. Malum günümüz İzmir’inde geçmişte Levantenler’in yaptığı katkıları yok saymak haksızlık olur. Demiryolu, bankacılık, mimari ve belediyecilik gibi, şehrin geliştiği birçok unsurda Levantenlerin öncülüğü bulunuyor. İzmir’de çoğunlukla Karşıyaka’da (Kordelio), Buca’da (Boudja), Bornova’da (Bournabat) ve Alsancak’da (Punta) semtlerinde ikamet etmiş ve günümüze bu güzel köşkleri bırakmış olan Levantenler'in Bornova’daki miraslarını görmek de güzeldi.
Bornova özellikle son senelerde çok gelişmiş. Özellikle halkın sosyalleşebileceği çok farklı alanlar yaratılmış. Mesela 231 dönüm arazi üzerine kurulmuş olan Aşık Veysel Rekreasyon Alanı.
Aşık Veysel Rekreasyon Alanı sadece yeşil bir park alanından ibaret değil. İçerisinde 5 bin kişilik amfi tiyatro, yürüyüş yolları, basketbol ve voleybol sahaları, tenis kortları, mini futbol sahaları, 2 kafeterya, dinlenme alanları ve dahası var. Hatta ben epey bir şaşırdım buraya.
Daha önce burada bir de buz pateni pisti olduğunu duymuştum ancak 12 bin metrekare alanlı olimpik buz pateni ve buz hokeyi salonu olduğunu oraya gittiğimde, buz hokeyi karşılaşması izlediğimde öğrendim. 25 Eylül 2010 tarihinde hizmete açılan Buz Pateni ve Buz Hokeyi Salonu, Olimpik standartlarıyla oldukça etkileyici.
Gezdik tozduk, şimdi biraz antrenman zamanı. İstikamet Homeros Vadisi. Giderken epey tırmanıp, epey virajdan geçiyorsunuz ama vardığınızda göreceklerinize kesinlikle değiyor. Adını M.Ö. 8. yüzyılda İzmir’de ya da Sakız Adası’nda yaşadığı sanılan, İlyada ve Odysseia destanlarını derlemesiyle herkes tarafından bilinen, Yunanlıların ünlü yazarı Homeros’tan almış olan Homeros Vadisi, kentin yoğun yaşamından, gürültüsünden ve stresinden uzaklaşmak isteyenler için ideal bir mesire alanı. Tarihî ve mitolojik öneminin yanı sıra mağara ve çevresinde ATV turları da düzenleniyor. Yine bu bölgede izin verilen alanlarda piknik yapabiliyor ve hatta biraz macera olsun derseniz paintball oynayabiliyorsunuz.
Homeros Vadisi gezimiz sonrasında ise hızlıca İzmir’in ve körfez manzarasının seyredilebildiği en güzel mekânlardan biri olan Balçova Teleferik Tesisleri’ne geçiyoruz. 1974 yılında açılmış olan teleferik, kızılçam ormanları arasında bulunan piknik alanıyla birlikte İzmir’in en gözde lokasyonlarından. Kentin sembolleri arasında da yer alan bu tesis, aynı zamanda Türkiye’nin ikinci büyük teleferiği. Tam haydi burada biraz soluklanalım derken bir baktık ki festivali kaçıracağız. O nedenle fotoğrafları beyinlerimize kazıyıp, doğruca İnciraltı Kent Ormanı’na geçtik.
İnciraltı’nda yaklaşık 2 milyon metrekarelik bir alana sahip olan İnciraltı Kent Ormanı, İzmirlilerin günün her saati ziyaret ettikleri ve denizle yeşilliğin birleştiği bir ortam. Hele de burası bizim gittiğimiz dönemde çok çok daha hareketliydi. Çünkü İzmir Belediyesi tafaından burada organize edilmiş olan İzmir Gençlik Festivali vardı. Düşünün ki 1200 çadır kurulmuş ve etraf rengarenk... Hele de o gençler… Gitar çalanı, top oynayanı, kitap okuyanı… Umarım bu tarz festivaller daha çok yapılır ülkemizde.
Malum bizde vakit dar. Hemen bisiklet kiraladık, ormanda 1 saate yakın keyifli bir gezinti yaptık. Sonra kendimizi gençliğe bıraktık. Onlar nereye biz oraya. Doğruca iskeleye gittik ve 19 Mayıs özelinde sefer yapan vapura bindik. Tabii binmeden once Murat tüm gençlerle bir selfie çekmeyi de ihmal etmedi.
Martıların ve İzmir Marşı’nın eşlik ettiği unutulmaz bir yolculukla vardık Gündoğdu Meydanı’na. Alsancak semtinde yer alan Gündoğdu Meydanı, Konak ve Cumhuriyet Meydanları'yla birlikte İzmir’in en önemli meydanlarından. Burada birçok organizasyon, konser, miting ve kutlama gerçekleştiriliyor.
Biz gittiğimizde ise tam 19 Mayıs’tı ve hâliyle etraf da çok kalabalıktı. Bayrağını kapan, 7’den 70’e buradaydı. İşte o zaman bir daha dedim ki "İZMİR, TAM YAŞANACAK YERSİN, SEN GÜZEL BİR ŞEHİRSİN!"
Çimlere yayılmış, güneşin tadını çıkartıyor herkes. Bisiklete binenler, kitap okuyanlar, sevgilisiyle etrafı izleyenler. Yerde yuvarlanan bebekler, çiğdem çitleyenler… Özendim ve bir kez daha "İŞTE İZMİR!" dedim.
Buradan Alsancak’a geçip biraz karınları doyurduktan sonra, 19 Mayıs vesilesiyle düzenlenen etkinliklere katıldık. En kalabalığııysa Şebnem Ferah'ın konseriydi.
DÖRDÜNCÜ GÜN:
Bugünkü rotamız İzmir’in çevresindeki yerler. İlk durağımız ise İzmir'in merkezine yaklaşık 1,5 saat mesafede yer alan Karagöl. Açıkça söyleyeyim gitmeden önce böyle bir güzellikle karşılaşacağımı tahmin etmiyordum. İşte fotoğrafı burada, karar sizin.
Çevresinde doğa yürüyüşleri yapmak için uygun pek çok alana sahip olan Karagöl’de beni en çok kar gibi havadan yere süzülen polenler etkiledi. Bir de göldeki kazların senkronize hareketleri. Burası bisikletle seyahate de elverişli olan bir bölge. Tabiat Parkı’nın da bulunduğu alanda çadırlı ya da karavanlı kamp alanları mevcut. Gölün çevresinde çeşitli restoranlar, kafeler ve piknik alanları da yer alıyor. Biz yapamadık ama siz giderseniz unutmayın ki, Karagöl’ün en meşhur özelliklerinden biri harika köy kahvaltısıymış. Oysaki kazları fotoğraflamaya çalışırkez az daha ben kendim yem oluyordum. :)
Gelelim ikinci durak olan Kuş Cenneti’ne. Çamaltı Tuzlası sınırları içerisinde yer alan Kuş Cenneti’ne geldiğinizi etrafta gördüğünüz flamingolardan anlıyorsunuz zaten. Elbette sadece flamingo yok burada, çeşitli kuşların göç noktasında olduğu için ulasal ve uluslararası kuş gözlemcileri arasında da oldukça popüler. 20 kilometre uzunluğunda bir bisiklet ve yürüyüş parkuru da yer alan doğal alan içerisinde hızlıca gezmek isterseniz 2 yol var: biri bisiklet, diğeri akülü araç.
Bugün doğal yaşam alanlarıyla devam ediyoruz. Sırada Sasalı İzmir Doğal Yaşam Parkı var. 2008 yılında hizmete açılmış olan Sasalı İzmir Doğal Yaşam Parkı aynı zamanda Avrupa Hayvanat Bahçeleri ve Akvaryumları Birliği (EAZA) üyesi. Burada Asya filleri, Afrika savanı, kaplan, aslan, puma, yırtıcı kuşlar, kanatlılar, vaşak, sırtlan, ayı, kurt gibi pek çok canlıyı kendisine uyumlu ouşturulmuş doğal ortamında görmek mümkün. Neredeyse hiç bir canlı kafes içinde tutulmuyor. Tropik merkez, kafeterya ve hediyelik eşya dükkânının da yer aldığı merkezde bizim favorimiz lemurlar ve zürafalar oldu. Lemurları muzla zürafalarıysa yapraklarla besleme fırsatımız oldu.
Sasalı İzmir Doğal Yaşam Parkı yıl boyunca hafta sonları, özel günler, bayramlar ve resmî tatiller de dâhil, haftanın 7 günü, sabah saat 09:00 itibariyla ziyarete açık.
Buradan sonra 4 günlük seyahatin finalini yapacak çok sağlam bir yer lazım bize. Neresi mi? Elbette ki Bostanlı Sahili Seyir Terası. O kadar ucundan ve de sonunda yetiştik ki gün batımına. Yakalayabildiğimiz kareden çok daha fazlası var aslında. Burası bir seyir terası ya, aslında bence buranın adı özellikle İzmir’in halkı arasında "Keyif Terası" olmalı. Baksanıza, dünyanın kaç yerinde uzanarak sahili ve güneşin batışını seyredebildiğiniz, harika bir manzaraya sahip yer var ki? Var elbette de, Türkiye’de kaç tane? Neyse şimdi, saymaya kalkmayalım, haydi manzaranın tadına varalım.
Bir daha ve bir daha, yazının başından sonuna kadar fotoğraflara bakın lütfen. Sonra da "İZMİR, TAM DA YAŞANACAK YER!" diyorum ya ben; siz ne diyorsunuz, yorumlara yazın. Merakla bekliyorum. :)
İzmir’den, keyif dolu günlerin ardından herkese sevgiler...