Annem, “Kemeraltı’na inelim” dediği zamanlarda hep merak ederdim. Çünkü biz Güzelyalı’da oturuyorduk ve troleybüse binerek, düz bir yoldan Kemeraltı’na ulaşıyorduk. Bir gün, neden bu şekilde söylediğini sorduğumda anladım ki; annemler evlenmeden önce Halilrıfat Paşa’da oturduklarından, tabii ki Kemeraltı’na iniyorlardı. Ancak bu ifadeyi sonraki yıllarda pek çok İzmirli’den de duydum. Bunu da, o zamanlar İzmir’de yaşayan Türklerin genel olarak yüksek yerlerde oturmasına bağladım.
Evet… “Kemeraltı’na inmek” bizim için adeta bir “Ritüeldi” diyebilirim. Çünkü o zamanlar aklınıza her geldiğinde çarşıya çıkılmaz, ihtiyaçlar biriktirilir, aynı gün hepsi sırayla alınırdı.
Sabah erkenden kalkılır, güzelce giyinilir, eğer yeni dikilmiş bir elbise için kemer tokası, düğme kumaş kaplatılacaksa, kumaşlar yada tamir edilecek bir şeyler varsa yanımıza alınırdı.
Şu an “Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi” olan yerde eskiden troleybüs deposu olduğu için, adı “Depo” olan duraktan troleybüse binilir ve Mithat Paşa caddesi üzerinden Konak’a ulaşılırdı.
Solumuzda “Hükümet Konağı” sağımızda “Şekercibaşı Ali Galip”in dükkanı olmak üzere, Kemeraltı’nın renk cümbüşlü dünyasında kaybolmaya hazır bir şekilde yolumuza devam ederdik.
Yolumuzun üstünde, sağda Konak Sineması'nın, gözlükçülerin, saatçilerin olduğu OSKA Pasajı ve Çarık Kundura, karşısında tarihi Şifa Eczanesi'ni geçer geçmez, her zaman aynı yerde duvara yaslanmış bir şekilde görmeye alışkın olduğumuz, Kemeraltı Çarşısı’nın seyyarlarından ‘Benzinci Kör Hafız’ ile karşılaşırdık. Çakmaklara benzin, askı ve ufak tefek tuhafiye malzemeleri satarak,hayatını kazanmış olan Hafız’ı İzmirli olup da tanımayan yoktur diye düşünüyorum.
Başarılı bir tıp fakültesi öğrencisi iken, askere alınarak, Antep’e gönderilen, işgal altındaki Antep’te Fransızlar’a karşı savaşırken, sağ gözünü kaybetmiş, ardından Musul iline gönderilmiş. İngilizler’e karşı savaşırken de sol gözünü kaybetmiş. Asıl adı Mustafa Ayrıközü olan Hafız, iki gözü sağlam bir şekilde ayrıldığı İzmir’e kör olarak dönmüş. Okuluna devam edemeyince, Kemeraltı’nın sembollerinden olacak ve 60 yıl sürecek olan seyyar satıcılığa işte böyle başlamış.
Her defasında ondan da bir şeyler alarak, yolumuza devam ederken, annemin elinden çekiştirip “dedeme de uğrayalım” diye ısrar ederdim. Çünkü dedemin tapu dairesinden emekli olduktan sonra, “Veysel Çıkmazı”nda açtığı yazıhanesi çok ilgimi çekerdi. Kahverengi, üzerinde kalın bir cam olan, ceviz çalışma masasının üstündeki evrakların arasına konulduğu sümen ve deri koltukları ile hala aklımda. Dedem bizi görür görmez çok sevinir ve anneme kahve, bize de ayran yada meyve suyu sipariş ederdi. Eğer öğlen yemeğine yakın bir saat ise hemen yakınındaki Şükran Lokantası’na ya da Petek Döner’e götürerek yemek yedirirdi. Hatta onunla da yetinmez, Kemeraltı Börekçisi’nden börek paket ettirip, elimize tutuşturur, bunu da akşamüstü çay ile yersiniz der, bu arada köşedeki “Kuru Kahveci Hüseyin Efendi”den de kahvemizi alır, çantamıza koyardı.
Veysel Çıkmazı’na gelmeden önce sağdaki Özgür Kırtasiye'ye de uğramadan geçmezdik. Mutlaka alınacak bir okul malzemesi ya da kitap olurdu. O kadar çok kitap ve malzeme o küçücük dükkana nasıl sığıyordu hep çok merak etmişimdir. Bu arada yanındaki limonata ve karadut suyu satan dükkandan da birer bardak limonata yada karadut mutlaka içerdik.
Düğmeci Çetin… Raflarında her çeşit düğme, rengarenk dantel, kurdela ve ipliğin bir düzen dahilinde yerleştirildiği, o küçücük dükkan ne kadar çok ilgimi çekerdi. Eğer o gün çarşının sonuna kadar gidilmeyecek ise, ihtiyaçlar buradan alınıp, yola devam edilirdi.
Ayakkabıcıların, konfeksiyon mağazalarının ve daha pek çok dükkanın bulunduğu, ortasında da bir kafeterya olan, adını arkasındaki Salepçioğlu Camii’nden alan Salepçioğlu Çarşısı’nın aşağı yukarı karşısında, solda Sefer Usta’yı ise hiçbir zaman atlamazdık. En lezzetli kazandibinin yapıldığı, şu an oğulları tarafından “Özsüt” adıyla devam ettirilen, kazandibici Sefer Usta'nın dükkanında sadece 2 küçük masa ve 3-4 tabure bulunurdu. Yer yemez kalmak zorundaydınız. Çünkü kapıda kuyruklar oluşurdu. Yaşımız biraz daha büyüdüğünde arkadaşım Mualla ile çarşıya çıkmaya başladığımızda, bir tane ile doymayıp, ikinci tabağı bile aldığımız olurdu.
Sefer Usta'dan çıktıktan sonra, mutlaka bir kumaş ihtiyacı olduğundan, sağ koldaki Hacılar Mağazasına uğrardık. Pazenden ipeğe her tür kumaşın satıldığı, çok katlı Hacılar Mağazası'nda aradığınızı bulmamanız mümkün değildi. Ancak biraz daha kaliteli kumaş almak istiyorsanız çarşının sonlarında doğru yürümeniz gerekirdi.
Üç kız kardeş olduğumuz için her çarşı gününde mutlaka birimizden birine ayakkabı alınacak olması olağan bir durumdu.
Zincircioğlu ve Öktem Pasajları…
Tamamen ayakkabı mağazası olan pasajlara girer girmez, dükkanların önünde duran tezgahtarlar, “Buyrun, buyrun” diye seslenince, ablalarımla birbirimize bakıp, bakıp gülerdik. Beğendiğimiz bir ayakkabı olunca bir dükkana girer, vitrinden satıcıya gösterirdik. Ayakkabı denendikten sonra, almaya karar verilince, annem pazarlık etmeye başlardı. “Üç kızım var. Memnun kalırsak müşteriniz oluruz.” lafı ise annemin klasik laflarından biriydi. Sonunda istediği fiyata ayakkabıyı alır, dükkandan çıkardık.
Kestelli Yokuşu'nun başındaki pasajda kemer, çanta tamiri vs işlerin yapıldığı dükkanlar ve daha sonraki yıllarda ısmarlama çizme yaptıracağımız ayakkabı imalatçıları vardı. Biraz daha ilerledikten sonra sol tarafta, annemin tek güvendiği kuyumcusu Vedat Abi'ye de mutlaka uğranılmadan geçilmezdi. Çünkü mutlaka tamir edilecek ya da alınacak bir altın takı olurdu.
Vedat Abi'den çıktıktan sonra kuyumcular çarşısına gelmeden önce sağda meşhur ENHOŞ Mağazası ise dayımım uzun yıllar boyunca çalıştığı dükkandı. Nişan ve düğün alışverişlerinin yapıldığı, gecelikten, makyaj malzemesine, damat pijamasından, traş takımına kadar her tür alışverişin yapılabileceği mağazaya da her defasında uğrar, dayımı görürdük. Çok eğlenceli bir dükkan olan burada eğer alışveriş için gelmiş olan bir grup varsa, seyretmek çok zevkli olurdu. Kız tarafı hep alınacak olan malın en iyisini ister. Erkek tarafı da ödemeyi yapacağı için biraz daha uygun fiyatlı olana doğru yönlendirirdi. Genellikle alışveriş uyumlu geçer. Ama bazen de kavga çıkar, nişan atılırdı.
Buradan sonra ayaklarımız bizi Şadırvanaltı’dan geçerek, Hisarönüne doğru götürürdü. Şadırvan Camii”nin köşesindeki Mantocu Leylak Konfeksiyon mahalleden arkadaşımız Aysın’ın babasınındı. Yaz tatillerinde Aysın da orada çalıştığı için, kapının önünde görürsek, onunla da iki laf etmeden geçmezdik.
Mantocular içinden Hisarönü’ne doğru devam ederken, annemin yeni diktiği elbisesinin kumaşından yaptıracağı kemer ve düğmeler için, model seçmek ve kumaş vermek üzere, Düğmeci Rıza’ya da uğramamız gerekirdi. Cumhuriyet Kız Enstitüsü'nde okuduğu yıllardan alışkın oluğu dükkandan her türlü ihtiyacını karşılayabilirdi.
Daha sonra kaliteli bir kumaş alınacak ise ayaklarımız bizi İkbal Mağazalarına doğru götürürdü. Belki bir düğün vardı. Belki de bir sünnet. Dantelli, ipekli kumaşlar alınması gerekiyordu. Büyük ve Küçük İkbal Kemeraltı’nda en kaliteli kumaşları bulabileceğiniz yerdi. Tabii yakınlarındaki Şık İpek Mağazası da İzmir tarihine geçecek önemli bir kumaşçıydı.
Hisar Camisi'nin yan kapısının hemen dibinde Kahveciler Kralı Yusuf Gönen, Kemeraltı'nın en eski esnaflarından. İlerde ünlü modist Zühal Yorgancıoğlu'nun işyeri, karşısında dondurma ve tatlılarıyla İzmir'in meşhur tatlıcısı Mennan…Yürümekten ayaklarımıza karasular inmiş bir şekilde ulaşırdık biz Mennan Pastanesi'ne. Keşkül üzerine nefis karadutlu kaymaklı dondurma yemeden geri dönmek olmazdı. Aynı yolu tekrar geri döneceğimiz için enerjiye ihtiyacımız olurdu tabii ki...
Dönüşü Kestane Pazarı üzerinden yapar, peynir zeytin vs.alınacak ise alır geçerdik. Mümkün olduğunca Kemeraltı kalabalığına girmeden Kestane pazarından Salepçoğlu’nun karşısından çıkar, Sema sineması pasajının yanından geçerek, Şan Pasajı'na yönelir, halamın arkadaşı Gülay ablanın eşi İnterbooks’un sahibi Mustafa abiye merhaba diyerek, pasajdan çıkardık. Annemin çocukluk arkadaşı Müzeyyen teyzelerin gözlükçü dükkanları Mert Optik'e uğrar, orada da soluklanıp, o zamanlar doktor muayenehanelerinin yoğunlukta olduğu Birinci Beyler sokağındaki ortanca dayımın yazıhanesine de uğradıktan sonra artık Ordu Pazarı'na gidecek halimiz kalmamış olurdu. Belki de ertesi gün alınacak olanlar çok önemliyse tekrar çıkardık.
Kemeraltı anlatmakla bitmez. Daha bu kadar yazsam yine bitmez. Orayı gezerken kendinizi "Alice Harikalar Diyarı" kitabının baş kahramanı sanırsınız. Her gittiğinde yeni bir yerini keşfedersiniz.
Çocuk gözümle belleğimde kalanların sadece bir bölümünü anlattığım yazımı, sonlandırırken, anlattıklarımın sadece çarşı ile ilgili çocukluk anılarım olduğunu fark ettim. Daha bunun gençliği, yetişkinliği var… E ne yapalım artık, bir sonrakinde de onları anlatırım. Çünkü Kemeraltı her geçen gün özüne sadık kalarak da olsa, gelişiyor, yenileniyor, değişiyor…