Bir Yudum Köy – Nazarköy / İzmir

Göz değme…Günümüzde pek çok kişinin inanmadığı, ancak “bazı kişilerin isteyerek ya da istemeyerek baktıkları yada dokundukları canlılara zarar verebilecekleri”  şeklindeki çok yaygın eski bir halk inanışı…

Nazar
Çok eskiden beri insanları huzursuz eden  bir duygu…

Yüzyıllar boyunca pek çok kültür ve dine göre göz figürü, üzerinde taşıyanları yada yanında bulunduranları kötülüklere karşı koruyan çok güçlü bir tılsım olarak kabul edilmiş…

Bu yüzden zarar verdiği düşünülen kişiye yada kuvvete karşı koruma sağlamak amacıyla, camdan göz şeklindeki figürü yaratmışlar ve içine kurşun, kalay, çinko ve bakır gibi katkı maddeleri koymuşlar. “Bakır ve tuz, mavi”, “kurşun, kalay ve çinko, sarı”, “bakır tuzu, çinko ve kalay karışımı ise yeşil” renklerini elde etmek için kullanılmış. Söylentiler daha çok açık renk gözlerden nazar değdiği yönündeyse de, aslında her renk gözden nazar değdiğine inanıldığı için nazar boncuğunda her renkten bir parçanın bulunmasına özen gösterilmiş. Böylece gözden çıkan kötü ışınların, nazar boncuğunun o renkteki kısmında toplanarak, etkisiz hale geleceği kabul edilmiş.

Çok kuvvetli nazarların ise nazar boncuklarını çatlattığı hatta parçaladığı bile söylenir.

Tarihteki Türk topluluklarında nazar boncuğuna, munçuk, moncuk, monşak, monçak, monçok, gibi isimler verilmiş. En sonunda ise "boncuk" olmuş. Anlamı ise "kutlu nesne"imiş.

Nazara karşı koruma sağlayan nazar boncuğunun mutlaka elde yapılmış olması, nazar boncuğu yapılan ocakta başka bir cam işiyle uğraşılmaması da çok önemliymiş.…

Eski Mısır’da ise nazara karşı "Horus gözü” adıyla anılan muskalar kullanılmış.

Şimdilerde nazar boncuğu bu amaçla kullanımı dışında takı ve süs eşyası olarak kullanılsa da hala geleneksel ocaklarda üretimi devam ediyor.

İzmir’de ilk nazar boncuğu ocağı, Kurtuluş Savaşı öncesi Mısır’dan gelen Arap asıllı Abdülazim isimli bir kişi tarafından kurulmuş. Savaş yıllarında ocak Kadifekale’ye taşınmış. Üretim burada devam ederken, Abdülazim felç olup, çalışamaz duruma gelmiş. Ocağı oğlu Arap Selim ve torunları çalıştırmaya başlamış.1945 yılında Cumaovası’na taşınmışlar. Daha sonra da Görece köyüne. Bu arada Abdülazim ustanın yetiştirdiği ustalardan ikisi de Kemalpaşa yakınlarındaki Kurudere köyüne gelerek bir ocak açmışlar ve böylece nazar boncuğu üretimi Görece ve Kurudere köylerinde yapılır olmuş.  
Adı yakın zaman önce “Nazarköy” olarak değişen Kurudere köyü İzmir’in Kemalpaşa İlçesi’ne bağlı köylerden biri.

Bornova’dan Kemalpaşa’ya gelip, Torbalı yönüne doğru saparak, ilerlerken 5- 6 km sonra sağda “Nazarköy” tabelasını görürsünüz. Tabeladan içeri girdikten sonra birkaç dakika içinde Nazarköy’de buluverirsiniz kendinizi.

Yemyeşil bir doğa, tertemiz bir hava, rengarenk boncuklarla süslü asırlık ağaçlar, duvarlarında mozaik süslemeleri olan bembeyaz boyalı evler… İnişli çıkışlı arnavut kaldırımlı yolları ile şipşirin bir köy burası. Köyde nazar boncuğundan yapılmış süs eşyası satan pek çok küçük dükkan ve stand var. Öğrendiğimize göre her yıl mayıs ayında da burada “Nazar Boncuğu Şenlikleri” yapılıyormuş .

Aslında burası bir Yörük köyü. Kiraz ve zeytin yetiştiriciliği yapılırken, cam ocaklarının kurulması ile boncuk üretimi ön plana çıkmış. Zamanla pek çok cam ocağı açılmış. Daha önceleri 15 civarında olan ocakların sayısı şu anda altıya düşmüş.Bir cam ocağına girip, üretimi izlemek için izin istiyoruz.

Oldukça kızgın görünen ateşin karşısında cama şekil veren çalışanların işi oldukça zor. Ocakta samanla karıştırılmış kuru çam odunu kullanılıyor. 1000 derecenin üstünde bir sıcaklığa ulaşan fırının haznelerinde bulanan kırık camlar önce eriterek sıvı hale getiriliyor. Erimiş camdan küçük bir parça, uzun bir demir ile alınıp, ateşin üzerinde döndürülerek şekil veriliyor. Daha sonra bir başka demir ile üzerine diğer renkler ekleniyor. İstenen şekil verilince de ocağın içindeki başka bir bölüme soğuması için bırakılıyor.

Cam ocağından sonra köyün kahvesinde çayımızı içip, tabelaları takip ederek, Nif Dağı'nın eteklerinden doğup gelen Savanda çayına doğru ilerliyoruz. Çayın kenarındaki “Savanda Türbesi” dikkatimizi çekiyor. Anadolu’ya gelen ilk Erenlerden biri olan Horasanlı Hakkı Baba bu bölgeye gelen aşiretlerin yerleşmesine, yoldan geçenlerin yedirilip, doyurulmasına yardımcı olan bir eren olarak ünlenmiş. Ölünce de mezarı türbeye dönüştürülmüş. Türbenin yanındaki ağaç ise “dilek ağacı” olmuş. Ziyarete gelenler ağaca çaputlar bağlayarak dileklerini diliyorlar.

Peki siz nazara inanır mısınız? İnanmasanız da siz yine de “Nazarköy”e gidin derim.  Hem boncukların nasıl yapıldığını görürsünüz, hem bu şirin Ege köyünde güzel bir gün geçirirken, zorlu şartlarda özveri ile üretim yapan sanatçıların cam ocaklarının yaşamlarını devam ettirebilmeleri için küçücük te olsa bir katkınız olur…

SEMRA YEŞİL

Yazar Hakkında

SEMRA YEŞİL

YOLCULUK HİKAYELERİM...Çocukluğumdan bu yana yaşadığım yerden farklı coğrafyalardaki yaşam biçimlerine ve kültürlerine ilgi duymuşumdur…İnsanın gelişiminin ve düşünce şeklinin bu sayede zenginleşec