Hayatımın kısa da olsa 3 aylık bir kesitini Lozan´da geçirdiğim dönemde İsviçre´nin altını üstüne getirme fırsatını bulmuştum yıllar evvel. Ne yazık ki o zamanlar yazma merakım başlamadığı için, şimdi “ah keşke en azından kağıtlara notlar alsaymışım” diyerek kendime hayıflansam da, bir yandan da “kim bilir belki eskiden gördüğüm yerlere yeniden gitme fırsatı bulabilirim” düşüncesiyle kendimi telkin ediyorum:) Nitekim işte yeni bir fırsat karşıma çıkmıştı bile.
Beni tanıyanlar bilir yeğenlerimi ne kadar çok sevdiğimi…Bazen şöyle düşünmüyor da değilimJ Kendi çocukların olsa onları büyüteceksin önce, sonra tam gezme yaşlarına geldiğinde sen yaşlanmış olacaksın, halin kalmayacak bir şey yapmaya… Eee yeğenler ile ise durum şöyle: eskiden televizyonda izlediğimiz origami aktiviteleri gibi, “şimdi şöyle yapıyoruz, eveeeett burada hazır yapılmışı var” demek gibi… Artık halaları ile konser izleme, yurtdışı seyahat, kayak, yüzme, aklınıza gelebilecek tüm aktivelere hazırlar:) Hatta yakında barlarda takılıp bira içme günlerimiz bile başlayacak gibi görünüyor.
9 yaşındaki yeğenim Yaman´ın “halaaa nolur noluurrrr gel” demesini takiben son dakikada planladığım gezi ile işte yeniden Heidi´nin memleketi sessiz sakin huzurlu bir yer olarak hatırladığım İsviçre´deydim.
Kısa ama dolu dolu geçeceğinden emin olduğum geziye her zamanki gibi maceralı başlamazsam olmazdı. Yazılarımı okuyanlar bilir, geçen yıl yanlış havaalanına gitme ya da boarding esnasında vizemin yanlış tarihe basıldığının keşfedilmesi gibi hikayelerim olduğundan artık her seyahatimde bir korku ile başlıyorum yolculuğa, “bakalım bu sefer beni ne gibi sürprizler bekliyor” dercesine…
Bu sefer doğru havaalanındaydım, uçağa dahi binmeyi başarmıştım, bu sefer kesin gidiyordum:) Zürih havaalanına vardığımda hala bir korku içimde pasaport sırasına girmiş buldum kendimi… Görevlinin her pasaporta bakışında “he tamam kesin vizeme laf edecek az kaldı” dememe kalmadan “Eee siz Fransa´dan vize almışsınız” cümlesi çıktı ağzından. En sevimli yüz halimi kullanarak “yeğenim dışarıda beni bekliyor, 3 günlüğüne burada olacağım, zaten çok son dakikada oldu bu gezi” zırvalamalarımın ardından damgayı basmasıyla içim rahatlayarak dışarı çıktım.
Evet artık geziye başlayabilirdik. İlk durağımız olan Davos´a doğru yola çıktık. Dünya Ekonomik Forum´una ev sahipliği yapmasıyla bilinen Davos, İsviçre´nin doğusunda bulunan Graubünden kantonunda bir kasaba.
Kış sporları merkezi olarak da bilinen 1.560 metre yükseklikte bulunan Davos ile ilgili olarak, 1860´lı yıllarda veremli hastaların tedavisi için en önemli yerlerden biri olduğunu öğrendim bu seyahatimde.
Kayak ve board tutkunu iseniz kış tatillerinizden birini burada planlayabilirsiniz, ancak kayak haricinde çok fazla beklentiye girmemenizi tavsiye ederim. Çok fazla restoran opsiyonu olmamakla beraber denediklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Tren istasyonunun yakında Promonade caddesi üzerinde bulunan Der Pate Ristorante, oldukça sevimli bir yer. Öncesinde, ve özellikle eğer yüksek sezonda oradaysanız rezervasyon yapmanızı öneririm. Bir diğer restoran ise şehrin 4-5 km dışarısında bulunan Gasthof Landhaus.
Ahşap kullanımı, alçak tavanları ve kullandıkları dekoratif malzemeler ile içeride oldukça sıcak bir ortam yaratılmış. Fondue ve şarap keyfini burada yapabilirsiniz, üzerine de tarçınlı Apple strudel yiyerek kalori bombardımanı garanti:)
Bütün gün kaydıktan sonra bu alınan kalorilerin hesabı yapılmaz tabi, o yüzden keyfini çıkarın derim:) Gezimizdeki bir sonraki durak ise, St. Moritz. Davos´tan St. Moritz´e giderken yaptığımız araba yolculuğunun en zevkli anı, arabamızla trene yerleşip 20km boyunca “metrobüsteymişsiniz” hissi ile Engadin vadisini yardığımız yol oldu.
Dağın içinden geçerken aklımdan geçen sadece, “dünyanın her yerinde daha görmediğim neler var, ve ben bunların hiçbirini kaçırmadan kısıtlı zamanımızda daha çok nasıl gezebilirim” idi.
Neyse gezimize geri dönelim. Hiç hayatınızda görmediğiniz kadar çok sayıda Porche ve Aston Martin marka arabaları görebileceğiniz St. Moritz, göl kenarında 1.782 metre yükseklikte bir tatil kasabası. Ata binmeden kayağa, göl üzerinde oynanan polosundan kumarhanesine kadar her türlü aktiviteye imkan veren St. Moritz, oldukça keyifli bir yer. Bulgaristan´daki kayak merkezlerinden biri olan Bansko ile bütçe açısından karşılaştırdığınızda oldukça maliyetli olacağı kesin, ancak ekip halinde gidip chalet kiralanması ve yemek organizasyonunu evde yapmanız durumunda bütçenize sığacak şekilde bir plan yapmak da mümkün, kilometrelerce kayacağınız pistler ise garanti.
St. Moritz´den Davos´a dönerken de geldiğiniz yolu değil de Samedan üzerinden dönmenizi tavsiye ederim. Burada da tamamıyla ayrı bir manzara ile karşılacaksınız, gözlerinizi kapayın ve bir kremalı pasta üzerinde olduğunuzu hayal edin, ağaç kütüklerinin bembeyaz krema ile uyumu ayrı bir güzellik katıyor manzaraya.
Pek çoğunuzun çocukluğunda izlediği Heidi´nin anavatanı olan İsviçre´de görülmesi gereken yerlerden sadece bazıları bunlar… Parlak yeşilin, capcanlı kırmızı trenlerin, masmavi berrak akan derelerin, bol oksijenin, stresten uzak, kanlı canlı yanakları olan neslin olduğuİsviçre´de yaşayan halkın nasıl bu kadar sakin ve huzurlu olduğunu anlamamak elde değil.
Neyse biz yine güzel ülkemize geri dönelim. Zürih havaalanında Skymetro´da gözlemleyeceğiniz bir detayı da geçmeden edemeyeceğim. Kısa süren transitte bir anda karşınıza çıkan Heidi görselleri ile inek mö´lemeleri hafif tüy ürpertici olsa da keyifli…
Neyse yazımıza son verme zamanı geldi sanırım…
Diyeceğim şu ki: Dünyanın her köşesi güzelliklerle dolu… Ama bazen önümüzdeki güzellikleri dahi görmeyi kaçırabiliyoruz. İşte bu yüzden hepinize, her zaman her ne kadar çok uzak diyarlara gidip böyle güzellikler görme fırsatımız olmasa da belki işe giderken, belki eve dönerken, belki de arkadaşımızla buluşmaya giderken her seferinde yeni bir güzelliği yakalayabileceğiniz günler dileyerek yazımı sonlandırıyorum. document.write("");
Beni tanıyanlar bilir yeğenlerimi ne kadar çok sevdiğimi…Bazen şöyle düşünmüyor da değilimJ Kendi çocukların olsa onları büyüteceksin önce, sonra tam gezme yaşlarına geldiğinde sen yaşlanmış olacaksın, halin kalmayacak bir şey yapmaya… Eee yeğenler ile ise durum şöyle: eskiden televizyonda izlediğimiz origami aktiviteleri gibi, “şimdi şöyle yapıyoruz, eveeeett burada hazır yapılmışı var” demek gibi… Artık halaları ile konser izleme, yurtdışı seyahat, kayak, yüzme, aklınıza gelebilecek tüm aktivelere hazırlar:) Hatta yakında barlarda takılıp bira içme günlerimiz bile başlayacak gibi görünüyor.
9 yaşındaki yeğenim Yaman´ın “halaaa nolur noluurrrr gel” demesini takiben son dakikada planladığım gezi ile işte yeniden Heidi´nin memleketi sessiz sakin huzurlu bir yer olarak hatırladığım İsviçre´deydim.
Kısa ama dolu dolu geçeceğinden emin olduğum geziye her zamanki gibi maceralı başlamazsam olmazdı. Yazılarımı okuyanlar bilir, geçen yıl yanlış havaalanına gitme ya da boarding esnasında vizemin yanlış tarihe basıldığının keşfedilmesi gibi hikayelerim olduğundan artık her seyahatimde bir korku ile başlıyorum yolculuğa, “bakalım bu sefer beni ne gibi sürprizler bekliyor” dercesine…
Bu sefer doğru havaalanındaydım, uçağa dahi binmeyi başarmıştım, bu sefer kesin gidiyordum:) Zürih havaalanına vardığımda hala bir korku içimde pasaport sırasına girmiş buldum kendimi… Görevlinin her pasaporta bakışında “he tamam kesin vizeme laf edecek az kaldı” dememe kalmadan “Eee siz Fransa´dan vize almışsınız” cümlesi çıktı ağzından. En sevimli yüz halimi kullanarak “yeğenim dışarıda beni bekliyor, 3 günlüğüne burada olacağım, zaten çok son dakikada oldu bu gezi” zırvalamalarımın ardından damgayı basmasıyla içim rahatlayarak dışarı çıktım.
Evet artık geziye başlayabilirdik. İlk durağımız olan Davos´a doğru yola çıktık. Dünya Ekonomik Forum´una ev sahipliği yapmasıyla bilinen Davos, İsviçre´nin doğusunda bulunan Graubünden kantonunda bir kasaba.
Kış sporları merkezi olarak da bilinen 1.560 metre yükseklikte bulunan Davos ile ilgili olarak, 1860´lı yıllarda veremli hastaların tedavisi için en önemli yerlerden biri olduğunu öğrendim bu seyahatimde.
Kayak ve board tutkunu iseniz kış tatillerinizden birini burada planlayabilirsiniz, ancak kayak haricinde çok fazla beklentiye girmemenizi tavsiye ederim. Çok fazla restoran opsiyonu olmamakla beraber denediklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Tren istasyonunun yakında Promonade caddesi üzerinde bulunan Der Pate Ristorante, oldukça sevimli bir yer. Öncesinde, ve özellikle eğer yüksek sezonda oradaysanız rezervasyon yapmanızı öneririm. Bir diğer restoran ise şehrin 4-5 km dışarısında bulunan Gasthof Landhaus.
Ahşap kullanımı, alçak tavanları ve kullandıkları dekoratif malzemeler ile içeride oldukça sıcak bir ortam yaratılmış. Fondue ve şarap keyfini burada yapabilirsiniz, üzerine de tarçınlı Apple strudel yiyerek kalori bombardımanı garanti:)
Bütün gün kaydıktan sonra bu alınan kalorilerin hesabı yapılmaz tabi, o yüzden keyfini çıkarın derim:) Gezimizdeki bir sonraki durak ise, St. Moritz. Davos´tan St. Moritz´e giderken yaptığımız araba yolculuğunun en zevkli anı, arabamızla trene yerleşip 20km boyunca “metrobüsteymişsiniz” hissi ile Engadin vadisini yardığımız yol oldu.
Dağın içinden geçerken aklımdan geçen sadece, “dünyanın her yerinde daha görmediğim neler var, ve ben bunların hiçbirini kaçırmadan kısıtlı zamanımızda daha çok nasıl gezebilirim” idi.
Neyse gezimize geri dönelim. Hiç hayatınızda görmediğiniz kadar çok sayıda Porche ve Aston Martin marka arabaları görebileceğiniz St. Moritz, göl kenarında 1.782 metre yükseklikte bir tatil kasabası. Ata binmeden kayağa, göl üzerinde oynanan polosundan kumarhanesine kadar her türlü aktiviteye imkan veren St. Moritz, oldukça keyifli bir yer. Bulgaristan´daki kayak merkezlerinden biri olan Bansko ile bütçe açısından karşılaştırdığınızda oldukça maliyetli olacağı kesin, ancak ekip halinde gidip chalet kiralanması ve yemek organizasyonunu evde yapmanız durumunda bütçenize sığacak şekilde bir plan yapmak da mümkün, kilometrelerce kayacağınız pistler ise garanti.
St. Moritz´den Davos´a dönerken de geldiğiniz yolu değil de Samedan üzerinden dönmenizi tavsiye ederim. Burada da tamamıyla ayrı bir manzara ile karşılacaksınız, gözlerinizi kapayın ve bir kremalı pasta üzerinde olduğunuzu hayal edin, ağaç kütüklerinin bembeyaz krema ile uyumu ayrı bir güzellik katıyor manzaraya.
Pek çoğunuzun çocukluğunda izlediği Heidi´nin anavatanı olan İsviçre´de görülmesi gereken yerlerden sadece bazıları bunlar… Parlak yeşilin, capcanlı kırmızı trenlerin, masmavi berrak akan derelerin, bol oksijenin, stresten uzak, kanlı canlı yanakları olan neslin olduğuİsviçre´de yaşayan halkın nasıl bu kadar sakin ve huzurlu olduğunu anlamamak elde değil.
Neyse biz yine güzel ülkemize geri dönelim. Zürih havaalanında Skymetro´da gözlemleyeceğiniz bir detayı da geçmeden edemeyeceğim. Kısa süren transitte bir anda karşınıza çıkan Heidi görselleri ile inek mö´lemeleri hafif tüy ürpertici olsa da keyifli…
Neyse yazımıza son verme zamanı geldi sanırım…
Diyeceğim şu ki: Dünyanın her köşesi güzelliklerle dolu… Ama bazen önümüzdeki güzellikleri dahi görmeyi kaçırabiliyoruz. İşte bu yüzden hepinize, her zaman her ne kadar çok uzak diyarlara gidip böyle güzellikler görme fırsatımız olmasa da belki işe giderken, belki eve dönerken, belki de arkadaşımızla buluşmaya giderken her seferinde yeni bir güzelliği yakalayabileceğiniz günler dileyerek yazımı sonlandırıyorum. document.write("");
Bu yazı Gezimanya üyelerinden IŞIL ATAKER tarafından yazılmıştır. Yazılarınızı sitemizde yayınlamak isterseniz üye olabilirsiniz.