Puglia gezisi sırasında beni en çok heyecanlandıran yerlerden birine geldi sıra; Matera….
Matera, bir gezginin kalbini heyecan ile çarptırabilecek, inanılmaz sade duruşunun altında taşıdığı keder ile aslında insanı derinden etkileyebilecek bir yer.
Sabahtan Gallipoli’de biraz deniz keyfi yaptığımızdan, Matera’ya öğleden sonra varıyoruz. 1993 yılında Unesco Dünya Miras Listesi’ne kabul edildiğinden bu yana turist akınına uğrayan bir yer burası.
Nüfusu sadece 54.000 civarında, Barok tarzı binaların olduğu, belki de ilk bakışta diğer İtalyan şehirlerinden farklı olmayan bir yer. Ama ne zamanki tüf kayalıkların kazılarak kilise ve evlerin inşa edildiği ‘Sassi de Matera’ya geliyorsunuz, işte o zaman dünya duruyor.
Bu antik kentin kuruluşunun taş devrine kadar gittiği söyleniyor, ilk yaşam mağaralarda başlamış, zaman içerisinde su toplama amacıyla vadinin alt kısmına sarnıç yapılmış ama sonrasında hep şehrin kölelerinin ya da fakir halkının oturduğu yer olmuş.
Sarnıç, Piazza Vittorio Veneto’nun altında bulunmuş, restorasyondan geçtikten sonra ziyarete açılmış. Sassi’nin anlamı ‘stones’, yani kayalarmış.
Bir inanışa göre İtalya’daki ilk insanların burada, bu mağaralarda yaşama başladığı söyleniyor.
Şehrin Barok mimarisinin eserleri olan kilise ve katedraller şehrin üst kısmında bütün ihtişamıyla yükselirken; zaman içerisinde Sissa, çukura gömülen ve pislikten geçilmeyen bir fakir mahallesi olmuş. Öyle ki, tam da bu bölgenin ortasından akan La Gravina deresine kanalizasyon sularının da karışması ile şehrin bu bölgesi hep hastalıktan kırılmış. Vebasından tutunda, sıtmasına, tifüsüne kadar bir sürü hastalık oluşmuş, her seferinde de halkın yüzlercesi yitip gitmiş bu dünyadan.
En son bir veba salgını sonunda 1950’de, dönemin valisi bu alanı yaşama kapatıp, bölgede yaşayan tüm insanlara, neredeyse 30.000 kişiye, şehrin başka yerlerinden ev vermeye karar vermiş. Halk zorla 1953-1968 yılları arasında evlerini terk etmek durumunda bırakılmış. Şehir öyle uzun süre terk edilmiş ki, bu alan 1950’lerden sonra büyüyen çocukların oyun alanı haline gelmiş. Sissa’yı kendimden geçmiş huşu içerisinde Piazza Vittorio Veneto’daki tepeden seyrederken; bir yerel rehber, İngiliz turistlere bu mağaraların, terk edilmiş evlerin, yüzlerce merdivenle çevrelenmiş bu alanın içerisinde çocukken nasıl da mutlu bir şekilde oyun oynadıklarını anlatıyor. Arabaların girmediği, kimsenin sizi rahatsız etmediği bu kadar büyük bir oyun parkında kim oynamak istemez…
Hollywood yapımcıları da böyle düşünmüş olmalı ki; Sissa, film endüstrisinin tercih ettiği film platolarından biri haline gelmiş. Ayrıca restore edip korumak şartıyla mağaraların çoğu pub, restoran ya da otel haline dönüştürülmeye başlanmış. Hatta amaç; zaman içerisinde mağara butik otelleri daha da çoğaltarak insanlara mistik ve büyülü tatiller yaşatmakmış.
Booking.com’dan girerseniz neredeyse 120’ye yakın otele ulaşabiliyorsunuz, sanırım böyle bir deneyimi yaşamak için, ben mutlaka bir kez daha buraya geleceğim.
Matera; Sasso Barisano ve Sasso Caveoso olarak iki bölgeden oluşuyor. Sasso Caveoso’da St Pietro Katedrali, Sasso Barisano’da ise Duomo Katedrali görülebilir. Bir de hava karardığı için biz gidemedik ama siz Sasso Caveoso’nun kenarlarında hiç kimsenin oturmadığı en eski mağaraları mutlaka ziyaret edin. O zamanki yaşam şeklini anlayabilmek için mükemmel bir yol olabilir.
Sissa’ya doğru merdivenlerden inerken, akşamüstü güneşinin altın ışıkları altında şehir bir başka parlıyor sanki. Fotoğraf çekerken bir yandan coşkumu dizginlemeye çalışıyorum, hepimiz sanki sessiz bir anlaşma yapmış gibi oyalanıyoruz sokaklarda. Gitmeye hiçbirimizin niyeti yok. Sokaklar sokaklara kavuşuyor, merdivenler döne döne aşağılara iniyor. Doyamıyoruz…
Bu arada katedralin önünde hummalı bir kalabalık toplanmış, genç bir çiftin düğünü var. Kiliseden çıkan gelin ile damat ilkönce şehrin içerisinde dolaşan iki kişilik mini taksinin üzerinde resim çektirip akabinde meydanda mini bir kokteyl parti veriyorlar.
Güneş batarken de üstü açık bir araba ile balayılarına doğru uzaklaşıyorlar. İtalyanların düğün coşkusu izlenmeye değer.
Meydanda yine bir rose şarap keyfi yaparken akşam kalacağımız yere karar vermemiz lazım, Altamuro ya da direkt Bari’de kalmak arasında gidip geliyoruz. Biz bunları düşünürken anneannesi ya da babaannesi olduğu her halinden belli yaşlı bir kadını elinden tutmuş dolaştıran delikanlıya bayılıyorum.
Bütün istişarelerin sonunda sabah uçağa yetişmek için telaş etmektense, rahat rahat kalvaltı keyfi yaparız diye Bari’de kalmaya karar veriyoruz, böylece Altamuro’ya doğru yola çıkıyoruz, zaten sadece Matera ile yarım saatlik bir mesafe var aralarında.
Altamuro, varlıklı ailelerin daha çok yaşamayı tercih ettiği bir kasabaymış, bunu da uçakla dönerken İtalyan kocası olan Romence öğretmeni arkadaşımızı görünce öğreniyoruz. Şehrin Old Town’unda yine görkemli bir katedral var ama bu kez bizi şaşırtan yapılar ya da şehir değil, insanlar… Her yaştan çoluk çocuk sokaklarda, yürümekte zorluk çekiyoruz, özellikle de gençlerin hepsi dışarıda. Hava kararmış olmasına rağmen çocuklar sokaklarda koşuşturuyorlar, nasıl bir curcuna var anlatamam. Sanki Bodrum sokaklarında temmuz ayında gece yürüyüşe çıkmışız hissine kapılıyoruz. Genç kızlar full makyajlı, oğlanlar bakımlı. Burası bizi çok şaşırtıyor.İtalya’da son akşamımız ve ben hala pizza yememiş olmamızdan mızmızlandığım için tripadvisorda 1 numara olan lokal bir pizzacıya gidiyoruz. La Taberna (http://latabernaristorante.it); içerisi hınca hınç insan dolu, garsonlar masalar arası arılar gibi adeta vızıldayarak koşuşturuyorlar. İlk önce 20 dakika bekliyoruz ama hala masa olmayınca, yan tarafta pizzalar fırında pişiyor, acaba alıp ta elimizde Bari’ye devam mı etsek diye düşünürken, bizi tekrardan gören garson hemen bizi arkasından sürükleyerek boşalan bir masaya oturtuyor. Saat neredeyse 22.00, kapıda hala kuyruk, alahım bu İtalyanlar ne zaman yer, ne zaman uyur???
Of sonunda pizzama kavuşuyorum ama galiba yanlış seçim, vejeteryan bir şey seçtiğimi sanarken içerisinde et parçaları olan bir pizza geliyor, ben de hiç sevmem… Bir, iki lokma peynirli yerinden alıp bırakıyorum zaten gecenin körü olmuş, açlık maçlık kalmamış artık. Kızların makarnaları ise müthiş, onlardan biraz tadıyorum, garson yemediğimi görünce beğenmediğimi anlıyor ve benim pizza hesaba eklenmiyor.
Bari, hiç de gözümüzde büyüttüğümüz mesafede değilmiş, Altamuro’dan 45 dakika sonra otelimizdeyiz. Geceyi, Mercur Hotel Villa Romanazzi’de http://villaromanazzi.com geçireceğiz.
Sabah otelin bahçesinde harika bir kahvaltı yaptıktan sonra artık Bükreş’e dönme vakti… Ben Puglia’yı ve küçücük kasabalarını çok beğendim, 5 günde 700 km yapmışız ama anlamadık bile, çünkü yol üzerinde o kadar çok görülecek yer var ki. Belki bazı yerlerde biraz daha kalmayı tercih edebilirdik, onun için siz siz olun Puglia’ya 1 haftadan az gelmeyin…
Yazı ve Fotoğraflar: Banu Demir instagram; Banuyollarda