Atina Kaçamağı

Atina’ya daha önceden nedense hiç gitme fırsatım olmamıştı ama bu sene leyleği havada gördüm herhalde diyorum çünkü bu kez de üst üste iki kere hem bahar, hem de yaz ayında görme şansım oldu. Birinci ziyaretim aslında biraz da metazori idi, çünkü Bükreş’te schengen vizesini almak için başvurduğumuz Yunanistan Konsolosluğu “eee hani nerede Yunanistan giriş damganız,” deyince son iki senedir Yunanistan’dan vize alıp aslında oraya hiç giriş yapmadığımı idrak etmem ile, kalan son haftalık vizem ve can havliyle kendimi Atina’da buldum. Pasaporta damgayı artık alabileceğimin bilinci ve rahatlığı ile ver elini Atina sokakları dedim tabii haliyle…

İlk gidişimde eşimin şirket merkezi de o tarafa yakın olduğu için Kifissia’da kaldım, Atina’nın Etiler’i gibi bir yer. Nezih, şık restoranların, mağazaların ve güzel villaların olduğu bir semt ama metro ile Acropolis durağına yaklaşık bir saat mesafede. Ne yalan söyleyeyim metroları her zaman çok sevmişimdir belki de bana İngiltere’deki yıllarımdan kalma bir alışkanlık, insanları gözlemlemek, hayatın içine biraz daha dahil olmak. Günlük hayatın içine karıştıkça ondan daha da fazla keyif alabilmek için mükemmel bir fırsat bence.

Kaldığımız Theoxenia PalaceOteli 5 yıldızlı bir otel ama nerede bizim 5 yıldızlı otellerimiz… Otelin Kifissia’nın içerisindeki lokasyonu oldukça güzel olduğu için her yere ulaşım gayet kolaydı, hatta otelden dışarı adım attığınız anda anında canlı ve hareketli Yunan hayatının bir parçası oluveriyorsunuz bile. İkinci gidişimizde booking.com ‘dan Acropolis’e yakın olmak için bir çatı katı terası kiraladık, öyle ki terastan Acropolis’i bile görebilmek mümkündü. Otelden ziyade böyle yerlerde kaldığımızda halkın içerisine karışmamız hep daha kolay ve eğlenceli oluyor ama bu sefer tek kötü olan şey Atina çöpçülerinin yaptıkları grevdi, Atina dev çöp dağlarının altında 32 derecede boğulmuş gibiydi. Sadece 2 gece kalıp Poros Adası’na geçeceğimiz için artık dönüşümüzde toplayacaklarını düşünmüştük ama bir hafta sonra biz geriye dönerken hala grev devam ediyordu. Bu İstanbul’da ya da herhangi bir şehrimizde olsa eminim bütün uluslararası gazetelerde çarşaf çarşaf haberlerimiz çıkardı ama eminim siz de herhangi bir yerde bu habere rastlamadınız! Neyse onun dışında gelelim gezilecek yerlere...

Bir numarada tabii ki Acropolis var, Yunancada akron en yüksek tepe, polis ise şehir anlamına geliyor. Acropolis Atina’ya hükmeden tepedeki şehir, tam da adını yansıtarak mağrur bir ifadeyle tüm şehri 150 metre tepeden seyrediyor. Şehir de onu… Acropolis’teki tarihi mabetlerin, binaların tamamı; Parthenon, Propylaia, Erechtheion ve Athena Nike milattan önce 495-429 arası yapılmış. Tarih içerisinde o kadar çok ulus tarafından o kadar çok saldırıya uğramış ki, her seferinde değişikliğe uğramış; Osmanlıların içerisine cami minaresi dikmesi gibi… Acropolis, 1687’de Venediklilerin bombalarıyla neredeyse yerle bir olmuş. Burada tarihini yazmaya kalkarsam bu yazı çok ama çok uzun olur o yüzden bunu sizin araştırmanıza bırakıyorum. Acropolis Müzesi’nde 3. katta bütün bu tarihi anlatan harika bir video yayınlanıyor seyretmenizi şiddetle tavsiye ederim. Acropolis; oldukça büyük bir alana yayılmış, ilk gidişimde mart sonu olduğu için hava mükemmeldi, hatta hava bulutlu diye üzülmüştüm ama ikinci gidişim haziran sonu olmasına rağmen çok sıcaktı. Eğer yazın Acropolis ziyareti yapacaksanız akşam saat 17.00’den sonra yapmaya çalışın ki çok sıcak olmasın ve yanınıza mutlaka şapka ve su alın. Tepede altına saklanabileceğiniz hemen hemen hiçbir şey yok çünkü.

Acropolis Müzesi için en az bir yarım gün ayırmanızda fayda var hatta bir rehber ile gezme şansınız olur ise daha da hoş olabilir. Müze Acropolis’te bulunan parçalar ve heykelleri içeriyor, tabii zaman içerisinde çalınmadan ellerinde kalmış olanları, çünkü burası da aynı bizim tarihi eserlerimiz gibi acımasızca talan edilmiş, büyük bir çoğunluk da bir İngiliz lordu tarafından İngiltere’ye aşırılmış. O yüzden birçok heykelin bulabildikleri parçalarını alçı ile tamamlayarak sergilemişler. Bazıları o kadar içler acısı ki, insan üzülmeden edemiyor, koskoca bir heykelin mesela sadece eli bulunabilmiş.

Atina’da gezilecek, görülecek çok yer var ama benim favorim: Plaka… Hatta siz siz olun hiç plan yapmadan gidin ve sokaklarında kaybolun. Her seferinde öyle yaptım çok da memnun kaldım, böylece bir sürü farklı yeri keşfetme şansım oldu. Bizim sahil kasabalarımızın dar sokakları gibi sokaklardan oluşan bir bölgenin adı Plaka… Restoranlar, tavernalar, dükkanlar, hediyelik eşyacılar, kafeler hepsi küçücük sokaklara konuşlanmış turistleri bekliyorlar. Plaka; Akropolisin eteklerinde Sintagma ve Monastiraki meydanlarının tam da arasında. İlk gittiğimde Plaka’yı, Bükreş’ten tanıdığım ama eşi Yunanlı olduğu için bir sene önce Atina’ya taşınan bir arkadaşım gezdirmişti, özellikle merdivenlere atılan minderler üzerinde içilen kahvelere bayıldım. Adamlar her şeyi fırsata çevirmişler ne diyeyim... İki ziyaretimde de farklı yerlerde yedim hepsini de beğendim; Tavern Plaka, Sholarhio ve O Geros Tou Moria. Bir de son gidişimizde kaldığımız loftun işlerini yapan Donatella’nın önerdiği gece Acropolis manzaralı Attikos Restaurant’a bayıldım yalnız önceden mutlaka rezervasyon yapın ki geceleyin aydınlatılmış Acropolis’e karşı şaraplarınızı yudumlayabilin. Biz çok şanslıydık Donetalla’nın forsunu kullanabildik bizden sonra gelip geri dönen çok oldu.

Bana bir hatta iki sefer bu kısacık olan iki tur yetmedi, göremediğim tonla yer kaldı demek ki şöyle bir haftalık güzel bir kaçamağınız olur ise Atina’da değerlendirebilirsiniz.

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.